IRAK KÜRT HAREKETİNİN KISA TARİHÇESİ-1
Fehim Işık
21 Kasım 2011 Pazartesi 15:40
Kürt coğrafyası ilk olarak 1639 Kasr-ı Şirin anlaşması ile ikiye bölündü. Osmanlı hanedanlığı ile Perslerin ülkesi arasında paylaşılan coğrafya, 1. Dünya Savaşı’nın hemen sonrasında ikinci ve önemli bir bölünme daha yaşadı. Bu dönemde birçok ulusa uygulanan hukukun dışında tutulan, onca mücadele ve kayıplarına rağmen destek görmeyen Kürtler, kendi kaderlerini tayin etmede de arzulanan adımları atamadı. 1924’teki Lozan anlaşmasının etkisiyle de, Kürt coğrafyası bu kez dört parçalı bir coğrafyaya adım attı.
Bilindik anlamda Kürdistan sorununun ortaya çıkması, bu döneme imzasını vuran 1. Dünya Savaşı’nın ürünüdür. 1. Dünya Savaşı sırasında ağırlıkla Fransa ve İngiltere’nin yaşama geçirmeye çalıştığı siyasi ve iktisadi hakimiyet hesabı sonrasında Türkiye, İran, Irak ve Suriye arasında dörde bölünen Kürt coğrafyası, bu duruma tepki gösteren Kürtlerin yeni baskı ve dayatmalarla karşılaşmasını beraberinde getirdi. Kürtlerin uluslar arası hukukta tanınmayan bir ulus olarak Ortadoğu coğrafyasında neredeyse tek halk olarak kalmasının, elbet Kürtlerin yürüttüğü politikayla ilgisi vardır. Ancak esas ve ağırlıklı nedenin, emperyalist politik hesap ve dayatmalar olduğu ve bunun başını da Fransa ve İngiltere’nin, özellikle de İngiltere’nin çektiği açıktır.
Kürt coğrafyasının dörde bölünmesinden sonra, İngiltere ve Fransa’nın Kürtler üzerinden yürüttüğü politika ağırlıklı olarak Irak ve Suriye’de yankısını buldu. Fransa, Suriye üzerindeki hakimiyetini uzun yıllar sürdürdü. Aynı durum İngiltere egemenliğindeki Irak’ta da yaşandı. Osmanlı’nın parçalanmasından sonra bölgedeki yeni monarşi yönetimlerini destekleyen emperyalistler, çıkarlarına engel gördükleri Kürtlerin tüm çıkışlarını bastırmakla da kendilerini yükümlü gördüler.
Osmanlı’nın mirasçısı olarak kendini Kürt coğrafyası üzerinde hak sahibi olarak gören yeni Türkiye Cumhuriyeti de, bu dönemde bir yandan kendi kuruluşunu gerçekleştirmek ve uluslar arası tanınma sürecine girmenin çabalarını sürdürürken, diğer yandan da, özellikle savaş sonrası dönemde, “masa üzerinde de olsa ne koparsam kardır,” misali diplomatik faaliyetlerini yoğunlaştırdı. Yeni Türk devletinin Kürt coğrafyasının 1639 sonrası dönemindeki bölümün tümünü olmasa bile Kürt nüfusunun önemli bir bölümünü kendi hakimiyeti altına alması ve gelecekte Kürtlerin mücadelesini önemli oranda olumsuzlaştıracak coğrafya bölünmesini gerçekleştirmesi, göreceli de olsa bir başarıdır. Ancak daha sonradan anlaşılıyor ki, hem coğrafyanın önemli bir bölümünün yeni Türk devletinin hakimiyetine bırakılması, hem de bu dönemde ortaya çıkan Kürt isyanlarının bastırılmasında Türk devletine sunulan desteğin temel nedenlerinin başında Musul ve Kerkük, özellikle de Musul meselesi gelmektedir.
1. Dünya savaşı sonrasında Musul meselesi, Kürt çıkarlarının aleyhine ve bu arada Türklerin de arzulamadığı bir biçimde, özellikle İngiliz emperyalizminin lehine bir çözüm sürecine girdi. Musul başta olmak üzere Irak Kürdistanı’ndaki petrol rezervlerinin önemli bir bölümünü kendi denetimine alan ve uzun yıllar bu petrolden aldığı payı kendi kasasına aktaran İngiltere, bu hakimiyetini hukuki olarak 1958 yılındaki Abdülkerim Kasım darbesine, fiiliyatta ise neredeyse günümüze kadar sürdürdü.
İngiltere’nin bu durumla bağlantılı geliştirdiği politikaların ekseninde, Kürtlerin zapt-u raptı yatıyordu. Kürtlerin özellikle Irak Kürdistanı’nda geliştirdiği tüm ayaklanmaların İngiltere tarafından bastırılması, hatta bu coğrafyadaki Kürtlere İngiltere kaynaklı katliam boyutunda saldırıların yaşatılması; daha da ileri giderek yeni Türk devletindeki ve Suriye’deki Kürt hareketlerinin başarılı olmaması için özel bir çaba geliştirilmesi, Kürtlerin tüm diplomatik girişimlerinin önünün kesilmesi, tamamen bölgede yaşama geçirilmeye çalışılan İngiltere ve Fransa kökenli emperyalist hakimiyet politikalarının bir sonucudur.
Kürt tarihi: Ayaklanma, baskı ve zulümle kardeşlik
Kürtlere yönelik geliştirilen bu politikalara karşı Kürtler elbet sessiz kalmadı; kalamazdılar da... Daha 1. Dünya Savaşı’nın resmi olarak bitirildiği ilk yıllarda, Kürtler kendi kaderlerini tayin için bölgedeki hakim güçlere karşı ayaklanmaya başladılar. 1919 yılında Irak Kürdistanı’nda ayaklanan Şeyh Mahmut Berzenci’nin direnişi, kesintisiz 1931 yılına kadar sürdü. İngiltere hükümetine karşı ayaklanan Berzenci, Kürtlerin kendi coğrafyalarında kendi egemenliklerini kurmalarını istiyordu. İngiltere ise bazen anlaşır gibi görünse de, temelde Berzenci hareketini ve giderek Kürt taleplerinin dillendirmesini yok etmeyi amaçlıyordu. Bunda başarılı da oldu.
Artan İngiliz baskısı, Berzenci hareketinin alanını daralttı. Yoğun baskı ve tutuklamalar sonrasında ise Şeyh Mahmut Berzenci 1931 yılında tutuklandı. Berzenci sorununu çözdüğünü varsayan İngiltere, bu kez Berzenci’ye önemli bir destek veren Şeyh Ahmet Barzani’ye yöneldi. 1931’in son aylarında Barzan bölgesine yönelik saldırılarını başlatan İngiltere, Kürt kalkışmasının önünü kesmeyi, Kürt ulusal hareketinin köklerini kurutmayı amaçlıyordu. İngiltere’nin bu girişimi, etkisi neredeyse günümüze kadar süren Barzan Ayaklanması’na neden oldu. Şeyh Ahmet Barzani önderliğindeki ayaklanma, 1932 yılının ilk aylarında başladı. Şeyh Ahmet Barzani, ayaklanmanın en önemli kurumlarından birinin komutanlığına, ana karargah komutanlığına genç kardeşi Mele Mustafa Barzani’yi getirdi.
Barzan Ayaklanması, İngiliz emperyalizminin Kürtlere yönelik en büyük saldırısının başlamasını beraberinde getirdi. Irak Kürdistanı’na yönelik büyük bir hava saldırısına yönelen İngiltere, birçok Kürdün yaşamını yitirmesine, yerinden yurdundan olmasına neden oldu. Berzenci hareketinin bastırılmasından sonra lokal kalan Barzan Ayaklanması, yoğun hava saldırıları karşısında direnemedi. Şeyh Ahmet Barzani, 1932 yılının ortalarında Türkiye’ye sığınmak zorunda kaldı. Ailesi ile birlikte Türkiye’ye sığınan Şeyh Ahmet Barzani, İngiltere hükümetinin isteği üzerine 1933 yılında Türk hükümeti tarafından yakalanarak Irak’a teslim edildi ve İngiltere tarafından Musul’da mecburi ikamete tabi tutuldu. Ağabeyinin teslim edilmesi üzerine Kuzey’deki aşiretlerin yanına geçerek Irak’a teslim edilme riskinden kurtulmak isteyen Mele Mustafa Barzani, bir müddet sonra ağabeyi Şeyh Ahmet’in talebi üzerine kendiliğinden Musul’a gelerek teslim oldu. Şeyh Ahmet ve Mele Mustafa başta olmak üzere Barzani ailesinin tümünü kontrol altına alan ve zorunlu ikamete tabi tutan İngiltere, Kürtleri bastırdığı konusunda emin olunca Barzanilere yönelik baskılarını da artırdı; zorunlu ikametin şartlarını ağırlaştırdı. Onları önce Bağdat’a, oradan da Nasıriye’ye sürgün etti. Barzani’lerin sürgün yaşamı Altınköprü, Kıfri ve Süleymaniye’de devam etti.
Barzani’nin İran yılları
10 yılı aşan bir süre sürgünde kalmak ve ağır şartlar altında yaşamak zorunda kalan Barzanilerin bu durumunu, Mele Mustafa Barzani daha fazla kaldıramadı. Süleymaniye’de Hêvi örgütü ile ilişki kuran Mele Mustafa, 1943 yılında sürgünde bulunduğu Süleymaniye’den firar ederek İran Kürdistanı’na geçer. Bu geçişin temelinde, tüm Kürdistan’ı kapsayan büyük bir ayaklanma vardı. 2. Dünya Savaşı’nın yarattığı koşulları kendi lehlerine çevirmek isteyen Kürtlerin savaş batağına yeniden gömülen İngilizlerin Irak’ta artık eski konumlarında olmamalarının da yarattığı etkiyle tüm Kürdistan’da ayaklanmayı örgütlemek istemeleri, ağırlıklı olarak Hêvi’nin planı olsa da, bunu yaşama geçirmede Mustafa Barzani’ye önemli bir paye veriliyordu. Ayrıca bu ayaklanmanın planlanması döneminde Mustafa Barzani’nin daha Süleymaniye’de iken bazı Sovyet yetkilileri ile görüştüğü ve İran’a geçtikten sonra da bazı Sovyet subaylarının İran’da onu ziyaret ettiği biliniyor.
Barzani’nin İran’a geçtiği dönemin bir diğer özelliği de, Kadı Muhammed önderliğindeki İran Kürt hareketinin yakaladığı gelişmedir. İran Kürt hareketi bu dönemde Kürdistan’ın önemli bir bölümünü kendi hakimiyetinde tutuyor; Kadı Muhammed’in her sözü tüm İran Kürdistanı’nda genel kabul görmektedir. Bunu bilen Mustafa Barzani, Kadı Muhammed’in kendisini koruyacağından emindir. Zaten Mustafa Barzani’nin İran’a geçeceğini duyan Kadı Muhammed de, birçok yere haber bırakarak, Mustafa Barzani’nin korunması ve rahat etmesi için yardım edilmesini emrediyor. Bu arada bölgede bulunan Sovyet subayları ile ilişkiye giren Mustafa Barzani’nin, Sovyetler’in isteği üzerine 1945 yılına kadar yaklaşık 2 yıl boyunca, İngiliz güçlerinin eline geçmemek için İran Kürdistanı’nın Mirava köyünde saklandığı da, bilinen diğer bir bilgidir.
Sovyet desteğini alan İran Kürtleri, 22 Ocak 1946’da, Mahabad kentinin Çarçıra Meydanı’nda Mahabad Kürt Cumhuriyeti’nin kuruluşunu ilan ettiler. Cumhuriyet’in ilanına Mustafa Barzani’de davet edilmişti. Ancak henüz kendisinin bir görev veya sorumluluğu yoktu. 1946 yılının Mart ayına kadar bekleyen Mustafa Barzani, Cumhuriyet yöneticilerinin talebi üzerine, 1946 yılının Mart ayında Mahabad’a geri döndü. Bu dönemde Irak Kürdistanı’nda 1943 ile 1945 arasında küçük çaplı bazı lokal ayaklanmaları yürüten çok sayıda Barzani aşireti mensubu ile diğer Kürtler de, İran Kürdistanı’na kaçarak Mahabad bölgesine yerleşmişlerdi. Bunların önemli bir kısmı yeni Kürt Cumhuriyeti’nin ordu güçlerine katılmıştı. Mahabad Kürt Cumhuriyeti’nin başına geçen Kadı Muhammed, önemli bir kısmı Barzanilerden oluşan ordunun başına general rütbesiyle taltif ettiği Mustafa Barzani’yi getirdi. Mele Mustafa aynı zamanda, birçok aşiretin yeni Cumhuriyet’e desteğini sağlamada da önemli bir başarı elde etti.
Mustafa Barzani’nin bu dönemden çıkardığı en önemli dersin, Kürt hareketinin başarıya ulaşmasının yolunun partileşmeden geçtiğini görmesidir. 1945 yılında kurulan İran Kürdistan Demokrat Partisi’nin (İ-KDP) yapılanmasını örnek alan Mele Mustafa, 16 Ağustos 1946’da, tüzükteki ilk adı kuruluştan sonraki ilk kongreye kadar Irak Kürt Demokrat Partisi olan, I-KDP’yi kurdu. Bu partinin adı daha sonra yapılan tüzük değişikliği ile Irak Kürdistan Demokrat Partisi olarak kabul edildi.
(Devam Edecek)
- Geri
- Ana Sayfa
- Normal Görünüm
- © 2009 İlke Haber
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.