İNSANLIĞA MEYDAN OKUMA
Orhan Miroğlu
28 Temmuz 2011 Perşembe 10:51
Bacın ya da Bacınnê, Midyat’a bağlı birkaç Êzidi (Yezidi) köyünden biridir.
Süryanilerin, Arap olsun, Kürt olsun Müslüman halkla beraber yaşadıkları köyleri vardır Midyat’ın. Ama Êzidilerin Müslüman ve Hıristiyan halkla birarada yaşadıkları köyler yoktur. Êzidi halk, bir zamanlar, o coğrafyada katmerli bir ‘ötekileştirme’ muamelesi görür, büyük mağduriyetler yaşardı. Pazara yoğurdunu, üzümünü satmaya getiren Êzidi kadınların alabildiğine aşağılandığı zamanlar olurdu. Derken 90’lı yıllarda çatışmalar artınca, ateş her yeri sarmaya başladı. Süryaniler de, Êzidiler de dağa çıkmakla, korucu olmak arasında bir yol ayrımına geldiler. Her iki halkın yaşadığı köyler göçe zorlandı. Süryaniler ve Êzidiler çoğunlukla Avrupa’nın yolunu tuttular. Midyat’ta çok sevdiğim Êzidi dostlarım vardı benim.
Bazılarıyla yediğimiz içtiğimiz ayrı gitmezdi. Sonra o felaket yıllarında her birimiz başka yerlere, başka diyarlara savrulduk.
Şahap, Osman, Ebuzeyt benim Bacınlı dostlarım, çoluk çocuk Almanya’ya yerleştiler. Geçenlerde Şahap’la biraraya geldik, hasret giderdik.
Ona en çok da Êzidi gençlerini sordum. Verdiği bilgilere ne çok sevindiğimi anlatamam.
Anlattığına göre, Êzidi gençlerin önemli bir kısmı üniversite bitirmişti ve en az iki yabancı dil konuşuyordu, aralarında milletvekili olanlar, yüksek yargıç statüsünde, eyalet savcısı olanlar bile vardı.
Peki dedim Şahap’a, evlilikler ne durumda, gelenek sürüyor mu, Êzidiler hâlâ sadece Êzidi olanlarla mı evleniyorlar? Evet dedi, gelenek aynen devam.
Üniversite bitirmiş gençler de bu geleneğin dışına çıkamıyor ve Êzidiler, Almanlarla veya başka halklarla evliliklere kapalı bir toplum olarak yaşamayı sürdürüyormuş.
Ama anladığım kadarıyla bir kuşak sonrası bu geleneği sürdürmek pek mümkün olmayacak.
Sözü Norveç’te yaşanan faciaya getireceğim.
Norveç tam olarak neyin habercisi, Avrupa’nın çokkültürlü politikalarının sona erdiğine mi işaret ediyor?
‘Avrupa İnsanı’ acaba kendinden başka kimseyle yaşamak istemeyen bir insana mı dönüştü, hiç sanmıyorum.
30 temmuzda Türkiye’ye dönecek olan Kemal Burkay’ın İsveç halkına elveda mesajı olarak okunabilecek olan çok samimi duygularla kaleme aldığı ve dün Taraf’ta çıkan mektubunu okumanızı tavsiye ederim. Bu soruların cevabı olabilecek bir mektup yazmış şair, yazar, sürgün ve siyasetçi, Kemal Burkay..
Norveç faciasından sonra, bizim medyamızda çok da isabetli değerlendirmeler çıkmadı. İşin kolayına kaçıp, bu faciayı ‘medeniyetler çatışması’ fikrinin kanlı bir sonucu gibi görenler oldu.
Bazı yorumcular, Avrupalının ve Avrupa insanının ırkçılık ve yabancı nefretiyle malul bir hale geldiğini savundular.
İşte dediler bazı yorumcular da, Avrupa’nın toplama kampları deneyinden sonra başlattığı, geçmişle yüzleşme ve şiddeti, ırkçılığı mahkûm etme politikalarının bir işe yaramadığı görüldü..
Avrupa’nın imrendiğimiz değerleriyle, ırkçılık ve nefret arasında yükselen duvarlar meğer çoktan aşılmış, bu felaket onun sonucu diyen yazılar okuduk bolca. Oysa İbrahim Karagülle’nin dün Yeni Şafak’ta yayımlanan yazısı olaya bambaşka bir pencereden bakılması gerektiğini ortaya koyuyordu:
“Bir terör koalisyonuyla karşı karşıyayız. Derin ve Avrupa’da yaygın taban bulan bir felsefi kalkışmayla yüz yüzeyiz. İsrail aşırı sağı ile Avrupa neo-conlarının ittifak ilanının acı örneğine tanık oluyoruz. Norveç’i neden cezalandırdıklarını bir kez daha düşünelim. O zaman katliamı kimlerin planladığını ve uyguladığını net bir şekilde anlayacağız... Norveç, terör koalisyonunun, güçler hesaplaşmasının, devlet terörünün, istihbarat örgütlerinin patronluğunda yürütülen bir saldırının kurbanı oldu.”
Hiç şüphesiz Karagülle’nin sözünü ettiği ‘felsefi kalkışmanın’ da ‘eylemsel kalkışmanın’ da Türkiye’deki karşılığı ve adı Ergenekon’dur.
Breivik Türkiye’de yaşasaydı, içindeki öldürme hırsı ve zalimliği belki de, İstanbul’da AGOS’un önünde, Malatya’da Zirve’de, Şemdinli’de ve Ankara Danıştay’da epey işe yarayacaktı.. Ama ayrıca da, Breivik, hiç kuşku yok ki, Ergenekon’un önemli fikir adamlarından biri olurdu.
Haksızlık ettiğimi düşünmeyin. İdeolojik donanımı fevkalâde ve Ergenekon standartlarının üstünde bir adam bu... Ergenekon’a ‘dostça’ yönelttiği eleştirilere benzer eleştirileri daha önce bir yerlerde okuduğumu sanmıyorum. Hantallaştınız diyor Breivik, fazla yayıldınız.. Yani Ergenekon muhiplerinin aklına şimdiye kadar gelmeyen bir eleştiri yapıyor Breivik. Bilgisayarından çıkan haritalar, dünyanın en kadim sorunları konusunda öne sürdüğü görüşler, tam olarak ‘uluslararası bir toplumsal mühendislik’ örneği. Belli ki tek başına çalışmamış. Benim Breivik’in haritasında dikkatimi çeken epey şey oldu. Mesela genellikle, Batılıların eninde sonunda, Türkiye’yi bölüp, Kürdistan kurduracaklarına inanılır. Breivik ve çalışma arkadaşlarının ise bu fikre pek itibar etmedikleri görülüyor. Breivik’in haritasında yer alan bölünmüş Türkiye’nin, herhangi bir bölgesinde Kürdistan yer almıyor. Batı Trakya’dan, Marmara’ya kadar bölünmüş olan Türkiye’nin, Doğu ve Güneydoğusu, Akdeniz in bir bölümüne kadar Ermenistan olarak tahayyül edilmiş.
Bu arada Asur ve Maruni devletleri de unutulmamış. Dünyadaki bütün Türkler de İç Anadolu’ya yerleştirilmiş.. Bu haritaya bakınca aklım karışmadı desem yalan olur. Kürtlere bu haritada niçin yer yok diye epey düşündüm. Avrupa’nın Ergenekoncuları, Kürtlerin Kürdistan, denen bölgede Asuriler ve Ermenilerle, dinî ayrılık nedeniyle birarada yaşayamayacaklarına kanaat getirmişler ki, Türkiye’den İran’a uzanmışlar ve Kuzey İran’a bir ‘Kürdistan’ devleti yerleştirmişler.. Şimdi siz bu fikirlerin ne kadar çok saçma olduğunu, konuşulmaya bile değmeyecek kadar anlamsız olduğunu düşünebilirsiniz. Ama ne yazık ki, bu fikirlerin hayata geçmesi için, başkalarının canına kıyabilecek, kendi canını da önemsemeyen insanlar yetiştiriliyor dünyanın dört bir yanında.
İster Tora-Bora dağlarında yetişsin bu insanlar, ister, kişi başına gelirin 50 bin dolar olduğu Norveç’te yetişsin, 21. yüzyılın böyle bir sorunu var. ‘Medeniyetler çatışması’ değil, ‘medeniyetler arası diyalog’ ancak bu tehlikenin üstünden gelebilir.
Breivik’in haritası da, 1500 sayfalık manifestosu da, zalimliği ve gaddarlığı da, dünyanın bütün uygarlıklarından bir şeyler almış Avrupalılık fikrine ve ‘Avrupa insanına’ ciddi bir meydan okumadır.
Evet, bu tabi ki, Jorge Semprun’un(*) “mümkün olan en büyük fırsat eşitliği içinde şiddeti dışlayan bir hayat” olarak tanımladığı Avrupalılığa, yine şiddet yoluyla karşı çıkmadır.
Şimdi sadece Norveç’in değil, bütün Avrupa’nın ve dünyanın bu meydan okumaya verecek tutarlı bir cevabı olmalı. Norveç’te çoktan verildi o cevap, Norveçli liderler, demokratik değerlerinden taviz vermeyeceklerini ilan ettiler, Norveç halkının meydanlara yığdığı dağ gibi güller ve çiçekler, bu alçakça ve pervasız meydan okumaya karşı açık bir tutumun ifadesi.
Norveç AB üyesi değil, ama bu sorun da değil, AB, Norveç’i ırkçılığa karşı geliştirilen programlara davet ediyor.
Şimdi Türkiye’nin cevabını beklememiz lazım diye düşünüyorum. Sıcağı sıcağına yapılmış, ‘kınama ve üzüntü’ mesajları değil kastettiğim.
İnsanlık değerlerine meydan okuyan bu yeryüzü çılgınlığına karşı Türkiye’nin cevabı, uzun ve kısa vadede, ne olacak, onu hep beraber merak etmemiz ve Norveç’te yaşanan katliamı asla unutmamamız gerekiyor.
***
(*) Avrupa İnsanı, Jorge Semprun, Dominique de Villepin, Agora Yayınları, Çev. Aydın Cıngı.
- Geri
- Ana Sayfa
- Normal Görünüm
- © 2009 İlke Haber
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.