İNKÂRA DAVET!
Orhan Miroğlu
24 Aralık 2011 Cumartesi 08:46
Eskiden bayram günleri gazeteler basılmaz, ortak bir gazete çıkardı. Ona da ‘Bayram Gazetesi’ diyorlardı.
Son bir hafta içinde soykırımı inkâr etmeyi suç sayan yasaya karşı gösterilen tutuma, yazılan yazılara, haberlere bakıyorsunuz, Türkiye’de son bir hafta içinde, ayrı ayrı gazete çıkarmanın ne gereği vardı sanki diye düşünmeden edemiyorsunuz.
Son bir hafta içinde, bir iki istisna köşe yazısı dışında, farklı bir yazı, farklı bir tek habere rastlamak mümkün olmadı.
Bize bir ‘Bayram Gazetesi’ yeter de artardı bile!
Kimse aksini ispat edemez, Fransa parlamentosunda kabul edilen yasaya tepkilerin ortak paydası milliyetçi dayanışma ve inkârdır.
Fransa’da onaylanan ve soykırım inkârını suç sayan yasanın, Türkiye’de “İfade ve düşünce özgürlüğünü” kısıtlayacağına dair iddiaların gerçeklikle bir alakası yoktur.
Tam tersine, Türkiye gerçek bir demokrasiye, ancak geçmişi inkârdan vazgeçerek ulaşabilir.
Şimdiye kadar Ermeni soykırımı yirmi ülkenin parlamentosundan geçti ve onaylandı.
Eğer Türkiye’nin demokratikleşme süreci bundan etkilenmiş olsaydı, şimdi başımızda ülkeyi AB’ye taşımak isteyen, Kürt meselesini çözmeyi amaçlayan bir hükümetin değil, bir diktatörün bulunması gerekirdi!
Aynı yasa Almanya’da da var. Almanya’da Yahudi soykırımını inkâr etmek suçtur. Bu yasayı kabul edenler de o soykırımı gerçekleştirmiş olanların torunlarıdır.
Ama Ermeni soykırımını gerçekleştirenlerin torunları aradan yüzyıl geçmiş, hâlâ inkârın çeşitli biçimlerini denemeye çalışmaktan başka bir şey yapmıyorlar.
Muhataplarını, hatta mağdurun bizzat kendisini inkâra davet etmek ve onu inkârın bir parçası haline getirmek, en büyük başarıları oldu.
Enel-hak, Kürtlerin bir kısmını, Alevilerin neredeyse tamamını, kalan Ermenileri ve kalan Süryanileri bildikleri yöntemlerle “tedavi” etmeyi başardılar.
Bunun için cinayetler işlemekten de kaçınmadılar.
Hrant katledilen son Ermeni oldu.
Süryanilerin anayurdu Turabdin’de 90’lı yıllarda 40’a yakın Süryani öldürüldü.
Dava dosyaları bile yok ortada..
Kürtleri inkâr ve “terbiye” etmenin bedeli ise çok ağır oldu.
Alevilere gelince.
Maraş, Çorum, Sivas katliamları Alevilerin Kemalist Cumhuriyet’i sorgulamalarının değil, bağlarını daha da pekiştirmelerine yol açtı.
Bu yüzden, Dersimlilerin yüzde 25’i Başbakan’ın özür dilemesini lüzumsuz buluyor, Kılıçdaroğlu’nun partisi Dersim hadisesini hâlâ “devrimin kaçınılmaz bir sonucu olarak” görüyor.
Bu durum “mağdurları tedavide” Kemalizm’in ve bugün Ergenekon’la tarif edilen Yeni-İttihatçılığın son derece başarılı olduğunu gösteriyor.
“Tedavi makamları”, Kürtlere ve Alevilere yapılanlar konusunda dünyanın ve AB’nin suskun kalmasından cesaret aldılar. Ama Ermeni soykırımı, Yahudi soykırımıyla beraber dünyanın gündeminde kalmayı sürdürdü. Yahudi soykırımı karşısında dünyanın ve Almanların gösterdiği tutum, sağlıklı bir tutumdur.
Milliyetçi hezeyanları, tehditleri bir yana bırakmak lazım. Fransız arabalarını parçalayan bir ülkenin görüntüsü bu yüzyılda ayıp kaçıyor artık.
Fransa ve Almanya Türkiye’nin AB’ye üyeliğini istemiyor olabilirler. Ama topluluk bu iki ülkeden ibaret değil. AB ülkeleriyle Türkiye arasındaki ilişkilerin iki ana meselede ilerleyeceği çok açık. Bunlardan biri Ermeni soykırımı, diğeri de Kürt sorunudur.
Sarkozy, Cumhurbaşkanı seçildiği seçimin propaganda çalışmaları sırasında, “Türkiye’yi AB’ye alırsanız Kürdistan sorununu Avrupa’ya taşırsınız” diyordu. Fransızları böyle korkuttu Sarkozy. Onun tutumu şimdilerde, Avrupa’da az çok paylaşılan bir tutumdur.
Peki, Türkiye’nin bu iki sorunda izlediği siyaset, Avrupa’nın kozlarını elinden almaya yetiyor mu?
Ermeni meselesinde inkâr bitti mi?
Hrant Dink cinayetinde adalet yerini buldu mu?
Kürt kimliği konusunda atılan adımlar yeterli midir?
Ermeni ve Süryani soykırımında inkârın sürdüğü, dağlarında, Kürt meselesi yüzünden hâlâ 15-20 yaşlarında Kürt gençlerinin elde silah dolaştığı bir ülkede, AB üyeliği bir hayal olarak kalmaya mahkûmdur.
Azınlıkları, Kürtleri, Alevileri inkâra davet etmekten vazgeçin artık. Onların sözlerini daha farklı açılardan anlamaya çalışın.
Mesela Sevgili Orhan Dink’in açıklamalarını “inkâr” anlayışınıza sunulmuş bir destek gibi görmekten vazgeçin. Şöyle diyor Orhan:
“Biz burada yaşadığımız için tedavi edildik. Bizim için problem yok. Ama dışarıda yaşayanlar 1915’e takıldılar ve orada kaldılar.”
Bu sözler bana göre büyük bir hakikati ve aynı zamanda burada kalan Ermenilerin yaşadığı büyük bir trajediyi ortaya koyuyor. Ama ne o hakikat ne o trajedi, medyanın anladığı ve bize göstermek istediği gibidir.
Medya, bu sözleri maalesef inkâra bir Ermeni’yi ortak etmenin bir parçası olarak görüyor, haz duyuyor ve kullanıyor.
Diaspora’nın bazı aşırı tutumları söz konusu olabilir, ama Sevgili Orhan Dink çok iyi biliyor ki, dışarıda yaşayan Ermeniler, “1915’e takılıp kalmasalardı” bugün o soykırım anılarından geriye hiçbir şey kalmayacaktı. Ermeni soykırımını bütün dünyaya tarihçiler değil, 1915’i yaşayanlar, “1915’e takılıp kalanlar” anlattılar.
Türk kamuoyunun ezici çoğunluğu ve medya, Kürt ve Ermeni aydınlarından her iki sorunda yaşanan inkârı ve çözümsüzlüğü onaylayan ve güçlendirmeye yarayan sözler duymaktan çok hoşlanıyor.
Kimse kusura bakmasın, ama Fransa’ya karşı ortaya konulan tutumun, Fransa’da ve Türkiye’de özgürlüklerin kısıtlanmasına yol açması gibi bir endişeyle açıklanması mümkün değildir.
Bir ülkede demokrasinin, özgürlüklerin korunması ve geliştirilmesinin bir çeşit garantisi olarak, bir zamanlar aynı ülkede yaşanmış olan acılara karşı bütün dünyayı inkâra davet etmek sağlıklı bir tutum olabilir mi?
Ne böyle saplantılı bir durumu ne de aşağıdaki gazete manşetlerine yansıyan ortak hissiyatı, bugünkü dünya anlamak zorunda değildir:
“Günah bizden gitti”
“Alçaklar”
“Hadi Oradan”
“Azgın Azınlık”
“Tarihe ihanet eden kadın”
“Sefiller”
“Dokuz asırlık kuyruk acısı”
“Vay be tasarı sözde geçti”
“45 Manyak” (Sefiller ve Manyaklar manşetini atanlar, Fransızlar okuyup anlasın diye bu kelimelerin Fransızcasını da yazmayı ihmal etmemişler.)
Ve şu kadersizliğe bakın ki, Hrant’ı ölüme götüren manşetler atan Hürriyet, şimdi de Hrant’ın kardeşi Orhan Dink’in demecini manşete taşıyor.
Ne trajik bir durum!
Orhan Dink’in sesi, “Dayanıksız iddialara karşı duymak istediğiniz ses” oldu öyle mi?
Sizi gidi sahtekârlar!
Sizi gidi korkaklar!
Sizi gidi inkârcılar!
- Geri
- Ana Sayfa
- Normal Görünüm
- © 2009 İlke Haber
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.