23 Kasım 2024
  • İstanbul4°C
  • Diyarbakır18°C
  • Ankara18°C
  • İzmir15°C
  • Berlin4°C

İKİ AYRI ‘BİRLİK’ ANLAYIŞI

Nabi Yağcı

30 Temmuz 2011 Cumartesi 10:53

AK Parti hükümeti Başbakan’ın ağzıyla Kürt sorununun çözümünün “Milli birlik ve bütünlük” içinde olacağının altını çiziyor. Bir başka birlik-bütünlük anlayışı ise Demokratik Özerklik Bildirgesi’nde “ortak vatan” ve tek bir etnisiteye dayanmayan “demokratik ulus” kavramlarıyla ifade ediliyor. Bu fark üzerinde durmak gerekir. Ama önce bildirge üzerinde duracağım.

19 Temmuz 2011 tarihinde KCK Yürütme Konseyi imzasıyla yayınlanan, tam adıyla “Demokratik Ulus Çözümünde Demokratik Özerklik Bildirgesi”nin tartışılması yapılamadı. Çok eminim ki, PKK orijinli metinler, açıklamalar yeterince dikkat verilerek incelenmiyor, pek çokları internet ortamında ulaşma imkânları olduğu halde bakma zahmetine katlanmıyor. Öyle olunca geniş kamuoyunun kafasındaki PKK izlenimi “terör örgütünden” ibaret oluyor. “Bunlar ne diyor, ne istiyor” soruları sorulmuyor. Soru olmayınca da kimse dönüp Kürtlerin ne dediklerine, ne istediklerine bakmıyor.

Kürt özgürlük hareketinin görüşleriyle ilgilenmemenin yaygın bir gerekçesi var. “Ne dediklerine bakmayın, yaptıklarına bakın siz” deniyor. Eğer öyle bakacak olursak Türkiye’de “Barış istemiyoruz” diyen mi var, niye pratikte öyle olmuyor peki?

Herkes barış istiyor da niye savaşılıyor?

Sık tekrar ediyoruz ama gerçek olduğu için tekrarlamak zorundayız. Herkes barış diyor ama barışın dilini kullananlar çok azınlıktalar. Maalesef Kürtler de ortamın şiddetinden kendilerini sıyırıp görüşlerini soğukkanlı bir dille anlatmak yerine propagandif bile değil ajitatif üslubu seçiyorlar. Böyle olunca Batı kamuoyunun algı duvarlarına çarpıyorlar ve sonra da Batı kamuoyu, basın bizi anlamıyor diye yakınıyorlar. Çok haklı değiller.

Demokratik Özerklik Bildirgesi de ne yazık ki bu talihsizliğe uğradı. İncelenip tartışılmadı.
Çoğu kişi tek yanlı ilân edilmiş olmasına, “vergi vermeyeceğiz”, “askere gitmeyeceğiz”, “öz savunma gücümüzü kuracağız” tarafına, yani eylem tarafına takıldı. Bu konularda tepki yükselince Kürtler de tepkisel yanıtlar verdi ki, özü “artık kimseye sormayacağız, tartışmayacağız, yapacağız” oldu. Yani yanıt da programatik değil, eylemseldi. Bu iki tutum ortak bir demokratik kamuoyu yaratmaya hizmet etmediği gibi tersine yeni bölünmeler ve kutuplaşmalara neden oldu.

Oysa bu bildirge Kürt özgürlük hareketinin düşünce dünyasını ve buradan çıkan çözüm önerilerinin mahiyetini anlamak için değerliydi. Bana göre hâlâ da önemini korumakta.

Demokratik Özerklik Bildirgesi metninin tümüne sinmiş olan çağrı bir ayrılma ilânı değil bir bütünleşme çağrısıdır.
“Türkiye Cumhuriyeti’nin ulus-devlet yapılanmasında ve Kürt sorununun çözümsüzlüğünde ısrarın yarattığı döngünün artık aşılma, ulus-devletin demokratik dönüşüme uğrama ve böylece yeni bir anayasa temelinde demokratik yapılanma ve Kürt halkı için özgür ve demokratik yaşam statüsünü kazanma zamanı gelmiştir. Bunun için tek çıkış yolu, şimdiye kadar denenmeyen Türkiye’yi demokratikleştirecek ve Kürt sorununu çözecek Demokratik Ulus Çözümü’nü Demokratik Özerklik siyasi modeliyle acilen hayata geçirmektir.”

Bu ifade bildirgenin temel fikrini ve yaklaşımını özetliyor. Metnin başka yerlerinde de sıklıkla tekrarlanıyor. Aslında demokratik ulus tezi ve demokratik özerklik modeli ilk bu bildirgede dile getirilmiş değil, Öcalan da Kürt basını da birçok kez dile getirmişti. Farklılık ise artık bir karar noktasına gelindiği ve “aciliyet” çağrısıdır. Yani ulus-devletin yeniden yapılanması ve yeni bir anayasa yapımında momenti yitirmemek için duruma acil müdahale. Bu yaklaşım bence de doğrudur. Aksi halde görünen o ki 1990’ların başına dönülecek ve hatta daha kötü koşullar içine girilecek.

Bildirgeden çıkan siyasi hedef, kendi kavramlarıyla söylenirse; ortak vatan temelinde demokratik ulusun demokratik bir anayasayla oluşacak demokratik cumhuriyeti olarak özetlenebilir.

Konuya devam edeceğim ancak aşağıdaki açıklama için yazıyı kesmek zorundayım.

***

Not: Dünkü Taraf’ta “Yoldaş General” başlığı altındaki haberde Balyoz davasından tutuklu muvazzaf Korgeneral Ziya Güler hakkında iki MİT belgesi yayımlandı. Bu belgelerden biri 1989 tarihinde Ziya Güler’in TBKP’ye gönderdiği söylenen bir raporla ilgili. Ziya Güler adını hiç duymadığımı, hakkında bir bilgiye sahip olmadığımı açıklamak gereğini duydum. Gerekliydi, çünkü susmak, ikrar sayılabilir ve eğer bir haksızlık varsa birinin haksız yere suçlanmasına neden olabilirdi. Kaldı ki, böyle bir belge gerçekse bile, eğer başkaca kanıtlar yoksa salt bundan dolayı bu kişinin bir kalkışma içinde olduğu söylenemez. Haberde kafalara takılan birçok nokta var ama kişiyle ilgili bilgi sahibi olmadan söylenebilecek başkaca bir şey de yok. 

Yorumlar
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.