26 Kasım 2024
  • İstanbul8°C
  • Diyarbakır3°C
  • Ankara-1°C
  • İzmir6°C
  • Berlin12°C

İDEOPATOLOJİ

Murat Belge

02 Eylül 2012 Pazar 04:52

Dün, “Atatürk İlkeleri ve İnkılâpları” dersinin kaldırılması ihtimali üstüne yazarken, “şimdi tabii kıyamet kopar” demiştim. En baştan, YÖK kendisi “Böyle bir şey yok” açıklamasında bulunduğuna göre (oysa Tuğba Tekerek bugün haberi nasıl aldığını açıklıyor), kıyameti henüz kopmadan önleme çabası, insanın aklına geliyor. Gene bugünküTaraf ’ta gördüğüm üç beş “tweet” örneği de, bunun tartışması olacaksa, nasıl bir düzeyde olacağını işaret ediyor, bir fikir veriyor.

Sovyetik toplumların eğitim programlarında üniversite dâhil her düzeyde “Marksist Dünya Görüşü”nün belletilmesini amaçlayan dersler vardı. Ne kadar başarılı olduklarını bugün herhalde daha iyi görüyoruz. Bir şeyi “ders” hâline getirirseniz, her bağlamda, işin varacağı yer burasıdır. Burada da bu “Devrim” dersi, Sovyetik toplumların benzer dersleriyle aynı ilgi, merak, coşku ile ve teorik derinlik düzeyinde izleniyor; çocuklarımız aydınlanıyor.

İşkenceyle, o tür siyasi baskı mekanizmalarıyla ömür boyu mücadele ettik de, herhalde “düşünce”yi en değerli insanî özellik olarak gördüğüm için, zihne yapılan müdahaleler bedene yapılandan da korkunç görünür. Bizim eğitim sistemimiz de, ilk basamağından sonuncusuna, sadece ve sadece bundan ibarettir. Kırk yılda bir, kendi beynini bu deterjanla yıkanmaktan kurtarmış, onun için de dersini adam gibi veren öğretmenlere rastladığımız olur. Ama onlar zaten sistemin düşman ilân ettiği, “zararlı” ögelerdir ve bu özellikleri tesbit edildiğinde sistem onları kusar.

Bu bir kısır döngü ve koca bir toplumun “zihnî” varoluşunu belirleyen bir muazzam çark. Bunun bir dilimini alıyoruz, diyelim ki bugün bu “Devrim Tarihi” dersi oluyor, üniversitede böyle bir ders verilmesi ne kadar uygun diye tartışıyoruz. Böyle tapon konuları sittinsene tartışmak zorunda kalmak, bizatihî, o çarkın o şekilde dönmesine imkân veriyor.

Bunu tartışırken, Tuncer Köseoğlu’nun yazısında, solak olduğu için okulda başına gelenleri okuyorum. Başına gelenleri getirenler, öğretmenler! Bir çocuğun solaklığını “tedavi etmek” üzere yola çıkıp eziyet edebilen echel-i cühela bir öğretmenin, önüne oturtulan çocuklara ne öğretmenisin bekleyebiliriz?

Ama bunları yapanlar yalnızca öğretmenler, hemen düzelteyim, “bazı öğretmenler” değil. Türkiye kadar “pedagoji bilgisi” yoksunu bir toplum daha bilmiyorum. Babalar, anneler, bütün çevre, hiç durmadan patoloji aşılıyor çocuklara, çocuklarına. Bunun sevgiyle, şefkatle ilgisi yok, onların eksikliğinden ileri gelmiyor. Eksik olan, bilgi. Onunla birlikte, tabii, onunla da yakından ilişkili, “hâlden anlama” yeteneği. Ortalık, kendi çocuğuyla empati kurma yeteneğinden yoksun kişilerle dolu.

Çark, onun için muazzam, bu çarpık “yeniden üretim” onun için bu kadar korkutucu. “Eğmek” kökünden “eğitim” kelimesini üretmekle isabet kaydetmişler. Eğitim, burada, düz büyüyebilecek fidanı eğip bükme anlamına geliyor. Zihnî kamburlarla donatmak.

Gene bugün, Roni, Âfet İnan’ın “medeni bilgiler” kitabından alıntılar vermiş. Buyurun:

“Türk milletinin her kişisi, bir takım farklarla ve fakat umumî surette birbirine benzer.”

“Türklerin aşağı yukarı hep ahlâkları birbirine benzer. Bu yüksek ahlâk, hiçbir milletin ahlâkına benzemez.”

Âfet İnan’ın Türklüğün yüceliğini ya da aramızda yaşayan “ecnebiler” üstüne söyledikleri o kadar illet etmiyor beni. Ama bu “birbirine benzeme” ideali korkunç. Milyonlarca insanı düşük düzeyli, ışıltısız bir ortalamaya mahkûm etmekten özel zevk alan bir “milliyetçilik”!

En korkuncu, galiba rejim bu “ideal”inde epey bir başarı da sağlamış. Çünkü bir düzeyde birbiriyle ölümüne çarpışan ideolojiler (ve sahipleri), daha temel bir düzeyde baktığınızda tıpatıp benzeşiyorlar.

Yorumlar
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.