22 Kasım 2024
  • İstanbul18°C
  • Diyarbakır10°C
  • Ankara14°C
  • İzmir19°C
  • Berlin2°C

İDEAL DURUM VE SİYASET

Etyen Mahçupyan

12 Ocak 2014 Pazar 09:45

Hukuk devleti ve bağımsız yargıya en önemli kuramsal destek muhakkak ki liberalizmde bulunacaktır. Her bireyin gerçekliği kendi deneyimi üzerinden algıladığı, dolayısıyla bireylerin gerçeklik bilgisinin mukayese edilemediği bir dünya, kaçınılmaz olarak hiyerarşiyi reddeden ve her bireyin karar mekanizmasında eşit konumda olmasını gerektiren de bir dünyadır. O nedenle herkes seçimlerde tek bir oya sahiptir, parti kurmak serbesttir ve iktidarlar seçimle gidip gelirler. İktidarların ellerindeki gücü kötüye kullanma ihtimaline karşı geliştirilen kuvvetler ayrılığı da giderek yargının bağımsızlığını olmazsa olmaz kılan bir ‘hukuk devleti' anlayışına yol açmıştır.

Buradan liberalizmin çağımıza yön veren temel ideoloji olduğu sonucunu çıkarabiliriz. Ama ortada garip bir durum da var… Liberal demokrasiyi ve hukuk devletini benimsemiş ülkelerde bile liberal partiler fazla toplumsal destek bulamıyorlar. Hele Batı'nın merkezinden biraz uzaklaşıp, farklı tarihsel süreçlere sahip ülkelere baktığınızda liberalizmin ancak marjinal bir akım olduğunu görüyorsunuz. Bunun bir nedeni liberalizmin önerdiği kurumsal yapının belirli bir coğrafyanın, yani Batı dünyasının kendine özgü tarihsel gelişimi içinde ortaya çıkmasıdır. Liberalizm zaten var olan kurumsal oluşuma teorik bir kılıf giydirmiş ama aynı tarihe sahip olmayan ülkelerde sadece bir ‘ideal' önermek durumunda kalmıştır. Ancak daha önemlisi liberalizm zaten bir idealin vazedilmesinden öteye hiçbir zaman geçememiş, var olan durumun analizi açısından anlamlı bir katkı yapmakta zorlanmıştır.

Örneğin bugün kendilerine ‘liberal' diyen birçok kişi Türkiye'nin bir hukuk devleti olması, yürütmenin yargıya karışmaması, yargı bağımsızlığının esas olması gerektiğini savunuyor. Bunlara kimsenin itiraz etmesi mümkün değil. Gerçekten de ‘ideal' durum bu… Ama karşımızda şöyle bir soru var: Acaba yürütmenin yargıya müdahale etmemesi ‘hukuk devleti' olmak için yeterli mi? Yargının niteliğinin hukuk devleti olmak açısından hiç mi rolü yok? Yargının niteliği hukuk devleti olabilmek için yargıya müdahale edilmesini de ima edebilir mi?

Amacımızın tarafsız ve bağımsız bir yargı olduğu açık… Ne var ki kuvvetler ayrılığı ancak yargının bağımsızlığını garanti edebiliyor, tarafsızlığını değil. Dolayısıyla eğer gerçekten de hukuk devleti olmak istiyorsanız, önce şuna cevap bulmanız lazım: Yargının tarafsızlığını nasıl sağlayacağız? Hayatı durdurup, sanki bir oyun oynuyormuş gibi fiktif bir ‘sıfır noktası' yaratılmasını önererek mi? Liberaller tam da bunu öneriyorlar. Meşhur kuramcıları John Rawls, bir toplumsal sözleşme yaratılmadan önce tarafların, yani aslında tüm vatandaşların, birlikte bir ‘sıfır noktası' yaratmasını öngörüyor. Buna göre insanlar kimin iktidar olacağından bağımsız olarak, iktidarla toplum veya yürütme ile yargı arasındaki ilişkinin nasıl olması gerektiğinde anlaşabilirler. Bu durum gerçekten yaşanamasa bile, sanki yaşanabilirmiş gibi düşündüğünüzde ideal hukuk devleti normlarına yakın tercihlerde bulunmanız beklenir. Bu da söz konusu ‘idealin' aynı zamanda doğru olduğunu ortaya koyar.

Bu bakışın pek orijinal olmadığını, liberal iktisat kuramında fiyatın belirlenmesinde de ‘tatonman' denen ve benzer biçimde hayatın durup tüm alıcı ve satıcıların fiyat teklifi yapmalarına dayanan bir hayali süreç olduğunu ekleyelim. Ama kuramın belirli bir çekiciliği var… Eğer herkes iktidarla muhtemel ilişkisinden sıyrılarak meseleye bakarsa hukuk devleti kavramına daha kolay yaklaşabiliyorsunuz. Ancak ortada temel bir handikap da var… Hayatın hiçbir zaman bir sıfır noktası yok. Var olan insanlarla ve onların geçmişleriyle işe başlıyorsunuz. Kısacası hukuk devletini her zaman ve her toplumda zaten bir iktidar kavgası sürerken kurmak durumundasınız. Yargının kurucu iktidarın parçası olduğu, bir ideolojik bakışın ve onun uzantısı olan rejimin koruyucusu olarak tasarlandığı bir toplumda, sadece yürütmenin sınırlandırılması sayesinde hukuk devletine ulaşılacağını savunmak gülünç olur. Rejimin dönüşme sürecinde boşalan yargı kadrolarının gökten paraşütle inmiş ‘sıfır noktasında' kişilerle doldurulmadığı da açıktır. Bu kadroların iktidar kavramıyla ve imkânlarıyla ilişkisinin yargının niteliğini belirlediği de herhalde açık olmalıdır.

Dolayısıyla bugün hem yürütmenin hem de yargının sınırlandırılması gerektiği gerçeği ile karşı karşıyayız. Bunun tek yolu ise siyaset ve toplumun iradesi. O nedenle hükümeti hukuk devleti normlarına davet etmek isteyenlerin önce toplumsal algıya ve siyasete hak ettiği değeri vermesi gerekiyor.

Yorumlar
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.