23 Ekim 2024
  • İstanbul12°C
  • Diyarbakır13°C
  • Ankara7°C
  • İzmir16°C
  • Berlin10°C

‘HÜZÜN’ VE ‘ŞİDDET’

Ersin Tek

10 Kasım 2011 Perşembe 16:56

Doğmakla başlar kendi yolculuğumuz ve doğmak zor iştir. Bir karanlıktan gelir ve bir başka karanlığa gitmek içindir bu geliş. İki sonsuz karanlık, iki bilinmezlik… 

Yaşam, bu iki karanlık arasında ufak bir kıvılcımdır. Bir an, bir göz kırpması... 

Bazen bize çok uzun gelir bu an. Bazen de bitmesini isteriz. İntihara koşacak kadar. Ama bitmez. Çok kısadır çünkü. 

Varoluş kısa ve bitimsiz bir yol; biz doğmadan önce var olmuş ve bizden sonra da var olacak. Bizle başlayan ve bizle bitmeyecek olan... Ama biz bilmeyiz bunu. Kabullenmeyiz aslında. Kendimizi çok şey sanırız. Bazen de her şey. Yalnızca kendimizi aldatırız. Büyük bir haz alırız bundan. Aldanırız. Yine de anlamayız. Bir hiçizdir… 

Sonra gözlerimizi açtığımız bu kısa an içerisinde, hayat kıvılcımı sarar ruhumuzu, o kıvılcımla yürümeye başlarız. Sadece bir kıvılcımdır bu, bir devamlılığı yoktur, kısadır, geçicidir, eksiktir, lakin yadsınamaz bir gerçekliği ve bir cazibesi vardır. Sürükledikçe sürükler ve kanatır. Kanadıkça daha bir kendimiz oluruz. 

Yaradan böyle istemiştir. O en iyisini bilendir! Biz sadece bu kısa ve geçici olan an içinde, O’nun sonsuzluğunun ve bir oluşunun idrakine erişmek için varız. Böyle söylüyor hayat. Ama biz unutuyoruz. 

İnsan, iki sonsuz karanlık-doğum ve ölüm- arasında 'garip bir yolcu'dur. Bu kısa yolculukta yaşadığı her şey-depremler, savaşlar, ölümler, ayrılıklar, günübirlik sorunlar vs.- yaratılışın muazzam dengesi içerisin küçücük bir parça ve her parça bütüne doğru uzanan derin bir yol. Sonsuz büyük olanla, sonsuz küçük olanın vuslatıyızdır. Onun içindir ki, her bir parça üzerinden doğru bir tefekkür ve doğru bir duruş sergilemek farzdır insana. İnsan olmak için. Söylemekle olmayan, bizzat pratiği ile mümkün olan insan… 

İşte tüm bu gelip-geçiciliğe anlam katan ve de anlam kapılarını çoğaltan yüzlerin çoğalmasını diliyorum bu aralar. Dua ediyorum sürekli. Bir deprem felaketinden çıktık. Çok şey gördük. Çok şey düşündük. Yaşadığımız deprem felaketi üzerinden, vicdan dairesi içerisinde karşısındakiyle hemhal olanları görmek en güzeliydi bunların içerisinde. Daha çok görmek istiyoruz. Güç katıyor varoluşumuza bunlar. ‘Allah sizden razı olsun, sizleri çoğaltsın, vicdanınızı, dirliğinizi, kattığınız anlamını dağılmaktan korusun’ diyorum içimden sürekli. 

Dediğimi bitirmeden, araya yine gündem-sanal olan- giriyor. Gelecekte bizi bekleyen felaketler ve ihmaller üzerine daha uzun tefekkür edemeden, yine gündeme yakalanıveriyoruz; savaş ve ölüm… 

Dönüp bakıyorum etrafıma. Bir şeyler tartışıyor bizim zevat yine. Tartıştıkları her ne ise yanlış tartışılıyor her zamanki gibi. Tartışmaları gerçekleri bulanıklaştırıyor çünkü. Acılar gizleniyor. Ölümler sıradanlaşıyor. Şiddet meşrulaştırılıyor sonunda. Yanlış… 

Amaçları da bu… 

Süregelen yanlış düzenlerini muhafaza etmek için yapıyorlar bütün bunları. Komplo teorilerine sığınıyorlar. Komplo teorilerine, klişelere dolanıyor tüm sözleri. İçinden çıkamıyorlar. Kan kokuyor her yerleri. Hakikati söyleyemiyorlar. Öfkeleniyorlar. Bağırıyorlar. Hakikati söylemek yürek ister, kafa ister çünkü. Bunlarda ne o kafa, ne de o yürek var… 

Bunların zihniyeti var oldukça da, hiçbir vatan, hiçbir genç, hiçbir anlam sağ olmayacak. Nefret, ötekileştirme, anlamsızlık, akan kan çoğalacak. Her şey karalara bürünüp duracak... 

Bunları ve yaptıklarını yeni nesillere anlatmak çok zor... Lügatlerinde hüzün yok yeni nesillerin. Göğüslerinde şiir, edebiyat, söz olmayan yeni ölüler bunlar. Anlayacak gibi durmuyorlar. Gözleri gerçekçiliklerle kör, kulakları klişelerle sağırlaşmış. Bunları görünce, ömür billâh bitmez diyorum bu savaş, durmaz bu kan, bu gözyaşı. Bitmez, durmaz… Bunlardan bir şey beklemek nafile. Kendilerine hayırları yok. Çünkü kendilerine ait hiçbir şeyleri yok. Ne kendilerine ait bir eksenleri, ne düşünceleri, ne de bir hüzünleri. Ellerine doğmadan bırakılmış kirli bir savaş, şiddet, sloganlar ve yok etme araçları var yalnızca. Bunlar dışında hiçbir şeyleri yok. 

‎'Hüzün' ve 'Şiddet'. 

İki ayrı zamanı, iki ayrı kalbi, iki ayrı ufku, iki ayrı dünyayı imgeliyor. Hüzün 'acıların tadı'dır. Doğurucu ve dirilticidir. Şiddet ise 'acımasızlığın tadı'dır. Yok etmenin, vahşetin, ölümün adı. Yeni nesillerin belleğinde hüzün silinmiş, bugün ‘hüzün’ün sözlükteki anlamını kavramaları bile imkânsız gibi. Şiddeti benimseyerek büyüyorlar. Şiddeti kanıksatıcı bir savaş-bir oyun- var hayatlarında. Yalanın içinde büyümüş anne babaları ve büyükleri konuşuyor en tepelerinde. Onlar kayıp, onlar paramparça. Kendilerine ait olamayacak bir vatan için trajik ölümler taşıyorlar sırtlarında her şeyden habersiz... Heyhat! 

Bir gün kalbini-her şeyini- yitirdiğinin farkına varacaktır bu ülke -bu nesiller- uyanacaktır ama çok geç...

Yorumlar
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.