22 Kasım 2024
  • İstanbul18°C
  • Diyarbakır10°C
  • Ankara14°C
  • İzmir19°C
  • Berlin3°C

HUSUMETTE ORTAKLIK

Murat Belge

26 Ağustos 2012 Pazar 08:16

Osmanlı İmparatorluğu’nun son kertede sahibi Türkler’di; dolayısıyla mirasçısı da Türkler oldu. “Osmanlı İmparatorluğu’ndan geriye ne kaldı” diye sorulduğunda, bunun cevabı Bulgaristan veya Arnavutluk, Lübnan veya Irak olmuyor; “Türkiye Cumhuriyeti” oluyor”. “Mülti-etnik imparatorluktan ulus-devlete” diyoruz, ama o mültietnik yapı da ortadan kalkmış değil. “Ben Türk’üm” diyen herkesin soyağacında Türk olmayan birileri de vardır.

Bu, tabii, daha çok kentlerde böyledir. Kırsal kesimde çapraz evlilik çok ender rastlanan bir şeydir. Bu da ilginç, biraz da paradoksal bir durum yaratıyor. “Ulus-devlet” ideolojisini ve gerektirdiği değerleri daha kolay kavrayan, benimseyen kesim, kentli ve okuma yazma imkânları daha geniş olan kesim; ve aynı zamanda etnik melezleşmenin daha çok görüldüğü kesim. Ama “Türklük” ideolojisi de daha güçlü (batı bölgelerinde kent küçük burjuvazileri arasında epeydir gördüğümüz gibi).

Kırsal kesim hâlâ büyük ölçüde geleneksel ideolojiyle yaşadığı için etnisite konusunda duyarlılık da çok hassas değil. “Dinî aidiyet” çok daha belirleyici.

Gelgelelim, yıllar yılı, bu tolumun başında bir “Kürt sorunu” gelip çöreklenmiş durumda ve buna kayıtsız kalan herhangi bir kişi bulmak zor. Karadeniz kıyısında köyünde oturan ve hayatında toplam üç Kürt görüp görmediği şüpheli olan bir köylü de bu sorundan haberdar ve bir tavır da geliştirmiş. Hele kendi köyünden ya da komşu köyden tanıdığı biri bu sorunun yarattığı çatışmalara kurban gittiyse o tavrın nasıl bir biçim alacağını kestirmek zor değil.

Dolayısıyla, aralarında birçok ayrım olan, çok farklı dünyalarda yaşayan bu insanlar, Kürt sorunu sözkonusu olunca, aynı telden çalmaya başlayabiliyorlar. Belki “aynı tel” demek çok doğru değil; ama başka herhangi bir durumda olduğundan çok bu konuda, ortaklık artıyor.

Bu, hiç iyi bir şey değil. “Birlik ve beraberliğe en fazla muhtaç olduğumuz bugünlerde” ideolojisinin sahiplerinin bile, biraz düşününce, birlik ve beraberliğin ancak bir etnik husumet üstünden kurulabilir olmasından tedirginlik duymaları gerekir.

Şu dönemde PKK’nın benimsediği (daha önce de benzer şeyler yapmıştı ama son dönemde bunun ana çizgi hâline gelme ihtimali yüksek) metodoloji, bu husumeti iyice azdıracak, güçlendirecek gibi görünüyor. Terör olaylarını “batıya yaymak” arada bir konuşulan, zaman zaman bir örneği de görülebilen bir şeydi. Ama başlıca mücadele biçimi olarak benimsenen yöntem değildi. Şimdilerde, özellikle de Gaziantep’teki olaydan sonra, PKK’nın eylemlerini bu doğrultuda yoğunlaştırmaya hazırlandığı tahmin edilebilir. Böyle olacaksa, bunun ilk tepkilerinden biri, toplumun büyük kısmında “Kürt düşmanlığı”nın hızla yükselmesi olacaktır. Ve tabii toplumlarda bu gibi oluşumlar karşılıklı gelişir, birbirini tırmandırır. Bu durumun bir toplumun geleceği bakımından ne kadar “sağlıklı” olduğunu tartışmaya gerek yok. Bütün bu psikolojik mekanizmaların kurulup çalışmasına tanık olduktan sonra insanlara “birlikte yaşayın” demenin anlamı ne olabilir?

Kürt sorunu, son analizde, dağılan imparatorluktan miras kalan, yeni toplumun da çözmeden, sağlam bir konsensusa bağlamadan devraldığı bir sorundur. Bugün geldiği nokta, verdiği maddî hasarın yanısıra, toplumun manevi gelişmesi çerçevesinde de bir engel ve bir tıkaç işlevi görmesine yol açıyor.

Yorumlar
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.