HUKUKUN O HÂLİ
Rıza Türmen
29 Eylül 2016 Perşembe 03:26
15 Temmuz darbe girişimi sonrası Türkiye yeni bir döneme girdi. Aradan geçen iki buçuk ay içinde yeni dönemin ana çizgileri belirmeye başladı. Bu yeni dönem, 15 Temmuz öncesinden bir kopuş değil, bir dönüşüm. Bu nedenle, iki dönem arasında bir süreklilikten söz etmek doğru olur. 15 Temmuz öncesinde demokrasinin bütün kurumları çökmüştü. Yargı bağımsızlığı, hukuk devleti çoktan beri yoktu. İfade özgürlüğü, basın özgürlüğü, toplantı ve gösteri özgürlüğü, inanç özgürlüğü gibi temel hak ve özgürlükler baskı altındaydı. Erkler ayrılığından çok tüm gücün tek elde toplandığı erkler birliğinden söz edilebilirdi. Devlet partileşmişti. AKP’nin kurduğu hegemonik yapı baskıcı bir rejim yaratmıştı.
Ancak, 15 Temmuz sonrası kendine özgü özellikler de taşıyor. Bir kere bu dönem bir olağanüstü hâl (OHAL) dönemi. Olağanüstü hâl dönemi olduğu için de, yasamanın yetkileri yürütmeye devrediliyor. Ülke, Bakanlar Kurulu’nun çıkardığı kanun hükmündeki kararnamelerle (KHK) yönetiliyor. Ne var ki, OHAL darbe nedeniyle ilan edilmesine karşılık, KHK’ların kapsamı darbeden daha geniş. 667 sayılı ilk KHK’da, OHAL kapsamında alınacak önlemlerin “darbe teşebbüsü” yanında “terörle mücadele” çerçevesinde olacağı belirtilmekte. Terörle Mücadele Yasası son derece geniş, belirsiz bir terör tanımı, “terör örgütünü övmek”, “terör örgütünün propagandasını yapmak”, “terör örgütüne mensup olmasa dahi örgüt adına suç işleyenler” gibi savcılara çok geniş takdir yetkisi veren, her muhalif kişiye karşı kullanılabilecek hükümler içeriyor. Benzer hükümler TCK’da da var. Böyle olunca iş arap saçına döndü.
Darbeye karışanlar yanında, darbeyle hiç ilgisi olmayan yazarlar, gazeteciler, solcular, Kürtler, muhalifler ya işlerinden atıldı ya da tutuklandı. Son rakamlara göre, açığa alınan ve memurluktan çıkarılan kamu görevlilerinin sayısı 85 bin. 32 bin kişi tutuklandı. Devletin, üniversitelerin, kamu kurumlarının sadece muhaliflerden değil, AKP’li olmayanlardan arındırılmasını amaçlayan büyük bir temizlik başladı. Bunlar yetmezmiş gibi, 28 seçilmiş belediye başkanı görevden alınarak yerlerine devlet memuru atanması gibi Kürt sorununu iyice çıkmaza sokacak önlemler alındı.
OHAL’in doğurduğu istisna hali özellikle iki dünya savaşı arasında dönemde çok tartışılmıştı. İtalyan düşünür Giorgio Agamben bu tartışmaları “İstisna Hali” adlı kitabında toplar. Hitler dönemindeki istisna haline meşruiyet kazandırmaya çalışan Alman hukukçu Schmitt “Egemen, olağanüstü hâle karar verendir” der. Egemen bu kararı verdikten sonra, hukuk egemenin kişiliğine bağlı olur. Meşruiyeti egemenin otoritesinden doğar. Hukuk, güçlünün hukuku niteliğini kazanır. Nazi iktidarında olağanüstü hâl savaş bitene dek sürdü. Aynı dönemin önemli düşünürü Walter Benjamin “Ezilenlerin geleneği, bize içinde yaşadığımız istisna halinin bir kural olduğunu öğretir” der.
Bu sözler Türkiye’deki olağanüstü hali için de geçerli. Olağanüstü hâlin geçici değil, kalıcı olma tehlikesi mevcut. OHAL’in uzatılacağı şimdiden açıklandı. O zaman olağanüstü hâl, normal duruma dönmek amacıyla önlemlerin alındığı geçici bir dönem olmaktan çıkarak kalıcı bir yönetim biçimine dönüşecek.
Olağanüstü hâl, insan hakları ihlallerine uygun bir ortam yarattığı ve bir diktatörlüğe geçiş olma riski taşıdığı için yasalarla sınırlamalar getirilmiş. Bu sınırlamaları anayasada ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nde bulabiliriz. Ancak bu koşullara uyulursa OHAL bir hukuk dışı rejim olmaktan çıkar ve meşruiyet kazanır.
Bu koşullardan birincisi, OHAL KHK’larıyla yapılan düzenlemenin OHAL’in konusu ve amacıyla sınırlı olması. Oysa OHAL KHK’larıyla alınan önlemlerin pek çoğunun, OHAL’in amaç ve konusu olan darbe girişimiyle ilgisi yok. Seçilmiş belediye başkanları yerine kayyum atanması bunun bir örneği. 667 sayılı KHK, “Terör örgütlerine veya Milli Güvenlik Kurulunca Devletin mülki güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna karar verilen yapı, oluşum veya gruplara üyeliği veya iltisak yahut bunlarla irtibatı olduğu değerlendirilen” gibi darbe girişimiyle ilgisi olmayan on binlerce kişinin işine son verilmesine yol açan son derece keyfi, öznel bir kriter koydu. Böylece pek çok kişi savunması bile alınmadan, bilmediği nedenlerden dolayı işsiz kaldı.
İkinci koşul süre bakımından. OHAL KHK’ları OHAL süresiyle sınırlı. OHAL sona erince KHK’lar da otomatikman hükümsüz kalacak. Bu nedenle OHAL KHK’larıyla kalıcı düzenlemeleri yapılamaz. Örneğin, yasalar OHAL KHK’larıyla değiştirilemez ya da bir daha kamu hizmetinde çalıştırılmamak üzere insanların işine son verilemez. OHAL KHK’larıyla bu sınırlamaya da uyulmuyor. KHK’larla pek çok yasa değiştirildi, pek çok insanın işine son verildi.
OHAL ile yasamanın yetkileri yürütmeye devrediliyor. Ama yasamanın hala küçük bir yetkisi var: OHAL KHK’larının onaylanması. Anayasanın 121. maddesine göre, KHK’lar Resmi Gazete’de yayınlandığı gün TBMM’nin onayına sunulur. TMMM’nin onayı OHAL KHK’larının geçerli olması için bir esas koşulu. Oysa şimdiye dek yayınlanan 8 KHK’nin hiçbiri TBMM tarafından onaylanmadı.
Öte yandan, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin kriterleri var. Türkiye Sözleşme’nin 15. Maddesini işleterek sözleşmeyi askıya aldı. Ancak bu askıya almanın geçerli olması için alınan önlemlerin AİHM’nin “ zorunluluk “ ve “ gereklilik“ yani “orantılılık “ kriterlerine uygun olması gerekiyor.
Oysa KHK’lara baktığımızda AİHM’in “durumun gerektirdiği ölçüde” kriterine uymayan pek çok husus görüyoruz. 30 günlük gözaltı süreci, savunma hakkına getirilen sınırlamalar hiçbir somut veri olmadan, savunma alınmadan işten çıkarmalar, emeklilikten yoksun bırakılmalar, pasaportların iptali, yargı kararı olmadan kapatılan dernekler, vakıflar, mallara el koymalar.
Bütün bunlar bir araya getirilince ortaya şöyle bir görünüm çıkıyor: Bir yandan, KHK’lerin darbeyle sınırlı olmayan çok geniş kapsamı ve temel hak ve özgürlüklerini ihlaline yol açan geniş yetkiler, öbür yandan yargı yolunun kapalı olması, yürütmenin durdurulmasına karar verilememesi ve karar alanların hukuksal, idari, cezai, sorumlulukları bulunmaması. Bunların ötesinde, KHK’ların Anayasa ve AİHM’nin öngördüğü sınırlamalara uymaması. Bütün bunlar bir araya getirildiğinde, ortaya binlerce insanın mağduriyetine, hak ihlallerine yol açan hukuk dışı bir rejim ortaya çıkıyor. Üstelik bu rejimin kalıcı, ya da geçici olup, olmadığı belli değil.
Şimdi yapılması gereken OHAL rejimini hukukun içine çekmek ve bir an önce sona erdirilmesini sağlamak. Bunun için yargı organlarına, özellikle Anayasa Mahkemesi’ne ve AİHM’e çok iş düşüyor. OHAL KHK’larının uygulanmasındaki hukuka aykırılıkları saptayacak olan bunlar. Bu yargı organlarının verecekleri kararlar Türkiye’nin nasıl bir rejim ile yönetildiğinin fotoğrafını çekecek ve geleceğine yön verecek.
- Geri
- Ana Sayfa
- Normal Görünüm
- © 2009 İlke Haber
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.