HUKUKTA MİSYON
Murat Belge
04 Aralık 2011 Pazar 00:30
Türkiye’de modernleşme hareketi aşağıdan gelen bir hareket olmadığı gibi, aşağıdan pek olumlu cevap da almamıştı. Konuşulduğu, anlaşıldığı hiç söylenemez. Öte yandan, bunun mutlaka başlatılması gereğine inanan bir avuç seçkin zaten böyle bir şeye gerek (ve muhtemelen imkân) görmüyordu. Ahali bu hareketin öznesi değil, ancak nesnesi olabilirdi.
Cumhuriyet’in “Halkevleri” türünden girişimleri bu temel “aşağısı/yukarısı” yapılanmasında gedik açmaya yetmedi. Bu genel koşullarda “dönüşüm” hareketinin öznesi öncelikle bürokrasi, başlıca aracı da “hukuk” oldu. Toplumun dönüşmesi için “yasa” çıkarıldı, yasa uygulandı.
Dün, böyle bir “misyon” toplumunda, “medya” kurumunun nasıl özel bir işlevle donandığına değinmiştim. Bugün de “hukuk” alanında olanlara bakmak istiyorum. Benzer bir anlam ya da “görev tanımı” kayması da burada yaşandı –yaşanması zorunluydu.
Hukuk, aslında bu dönüşüm sorunlarının ön plana geçmesinden çok önce, devletin toplumu denetim altında tutmasının aracıdır. Ancak, Osmanlı toplumunun çok-parçalılığına (“çoğulcu” denilemez) uygun bir biçimde, hukuk da tamamen çok-parçalıydı), Bir yanda, “millet sistemi” çerçevesinde, varolan bütün cemaatlerin iç işlerinde uyduğu ve uyguladıkları hukukları vardı. Bir yanda, Müslümanlar’ın “kadı”nın yetkisine bırakılmış “medenî hukuk” vardı (yani, bugün “medenî hukuk” diye ayırdığımız alanda, daha çok eşit “yurttaşlar” arasında kuralları, prosedürleri belirleyen hukuk): hepsinin üstünde, devletin bütün tebaaya uyguladığı, gereğinde “karakuşî”leşebilen hukuk yer alıyordu.
Cumhuriyet, seçkinler/taban ilişkisinin niteliklerinden ötürü, hukuku bir yandan modernleşme girişiminin başlıca somut aracı olmak üzere yeniden düzenlerken, bir yandan da, istenildiği gibi davranmayanları cezalandırmanın aracı olarak düşündü ve kullandı. 12 Eylül döneminde Kenan Evren’in ağzından “Biz devleti bireye karşı koruyan bir anayasa yaptık” diye bir cümle döküldüyse, dünya hukuk kültüründe bir yeri olmayan bu cümle, Türkiye’nin yakın dönem tarihinde son derece “aşina” bir şeydir. Benzer vecizelerin eksiği yoktur: “mevzu-u bahis olan vatansa...” gibi. Ceza Kanunu’nun başkasından değil de İtalya’dan alınması gibi durumlar, yapılan işin rastlantısal değil, yeterince bilinçli olduğunu gösterir. Kanunu alır ve uyarlarken yapılan başlıca değişikliğin cezaları ağırlaştırmak olması da anlamlıdır.
Böylece “hukuk”un anlamı da değişmiştir. Modernleşme öncesinde Müslümanlar için varolan hukuk, İslâm’ın adalet anlayışını geçerli kılmak üzere oluşturulmuş “sultanî” hukuktu. Bu özelliğiyle, bir kutsallık taşıyordu. Modernleşmenin başlamasıyla, bu kutsallık devlete, onun projelerine, aklına, uygulamalarına kaydırıldı. Dolayısıyla, “adalet” kavramının tanımı da birtakım değişikliklere uğratıldı. Tabii bunların hiçbiri adı konularak, konuşup tartışılarak, böyle olmadı. Çok zaman, “böyle olduğu” telaffuz da edilmedi, söylenmedi, ama oldu.
2002’de AKP’nin iktidar olmasıyla birlikte başlayan kıran kırana kavgada “hukuk kurumu”nun nasıl tavır aldığını, nasıl yer aldığını gördük. 12 Eylül olduğunda Konsey’in önünde tebrik kuyruğuna giren kurumların mensupları burada, bu yeni ortamda, kahramanca savaştılar.
Değindiğim bu “anlam kaymaları”, hukukta, medyada, akademyada ve bütün ilgili alanlarda, bir muhayyel “fayda” hedefine doğru oluyor. “Memleket için faydalı” denebilir, “devlet için...” veya “milletimiz için...” denebilir. Ama ortada hep bir “fayda” var. Bu “fayda”, tartıştığımız alan her ne ise, o alanda çalışanların yapmaları gereken işi yapmalarının önüne geçiyor. Akademik çalışma, doğru bilgi üretmek amacıyla yapılır; medya, topluma olup bitenler hakkında doğru bilgi vermek üzere çalışır; hukuk kurumları toplumda (tanımlandığı ve kabul edildi biçimde) adaletin sağlanması ve varolan toplumsal mekanizmaların evrensel hukuk ilkelerine uygun bir biçimde çalışmasını sağlamak üzere işlev görür.
Burada böyle değildir. Burada birilerinin tanımladığı bir “fayda”, paralel bir değer olarak “doğru”nun, “adalet”in, “ilke”nin, her şeyin karşısına çıkabilir. Çıktı mı, kimin hükmünün geçeceği de bellidir.
- Geri
- Ana Sayfa
- Normal Görünüm
- © 2009 İlke Haber
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.