HRANT DİNK DAVASI BÖYLE SONA ERMEMELİ
Joost Lagendijk
16 Kasım 2011 Çarşamba 00:15
Temmuz 2007'de, aynı yılın ocak ayında Hrant Dink'i öldürmekle suçlanan zanlılara açılan davanın ilk duruşmasına katılmıştım.
Hrant'ın arkadaşı olarak ailesine moral destek vermek ve Avrupa Parlamentosu'nun bir mensubu sıfatıyla da Avrupa'nın Türkiye'de ve dışarıda birçok insanı şoke eden bu cinayete büyük önem verdiğini göstermek için oradaydım.
Beşiktaş'taki tıka basa dolu mahkeme salonunda ruh hali üzüntüyle, Hrant'ın öldürülmesine dair gerçekleri tam manasıyla ortaya çıkarma kararlılığının bir bileşimiydi. Hatta bu defa cinayetten sorumlu olanların adaletten kaçamayacağına dair belli bir iyimserlik de vardı. Herkes daha önce neler yaşandığını hâlâ hatırlıyordu; 1980'ler ve 90'larda pek çok gazeteci öldürülmüş, fakat bu cinayetlerin hiçbiri aydınlatılmamıştı. Ben de dahil birçok insan, bu davanın farklı olabileceğine yönelik umutlu bir beklenti içindeydi, zira Türkiye değişmişti ve eski-yeni cinayetlerle yüzleşmeye gönüllü bir hükümet iş başındaydı. Yüz binlerce Türkiye vatandaşı da Hrant'ın cenazesinde, suçluları adalet önüne çıkarmak yönünde elden gelen çabanın gösterilmesine desteğini ilan etmişti.
Birkaç gün önce, Hrant'ın birkaç yüz arkadaşının arasındaydım: Aynı Beşiktaş mahkemesinin önünde, davanın son dört yıldır görülme şeklini protesto etmek için toplanmıştık. Hüzün, kızgınlık ve adli makamların kendilerinden bekleneni yerine getirmemelerine ve hükümetin duruma müdahale edip mahkemenin bu davayı yüzüne gözüne bulaştırmasına engel olma isteksizliğine duyulan öfkenin karışımından oluşan bir ruh hali vardı.
Cinayetten bu yana geçen dönemde birçokları başbakanı ve diğer iktidar partisi liderlerini adım atmaya ve Hrant Dink davasının Türkiye'nin alnında kara leke gibi duran çözülmemiş cinayetler yığınında yerini almasını engellemeye ikna etmeye çalıştı. Dink ailesinin avukatları soruşturmaların ölçeğinin yargılanan bir avuç Trabzonlu milliyetçi gencin ötesine genişletilmesi yönünde birçok başvuruda bulundu, çünkü cinayetin asıl planlayıcılarının onlar olduğuna kimse inanmıyordu. Tetiği çeken Ogün Samast ve arkadaşlarının suikasttan çok önce Trabzon'daki devlet yetkililerinin kontrolü ve takibi altında olduğuna dair bir yığın kanıt vardı. Yerel polis ve jandarmayla bağlantılar açığa çıkarıldı, fakat bu yetkililer soruşturulmadı. Başka emniyet görevlileri de Hrant'ın tehdit altında olduğunu biliyordu, fakat harekete geçmemişlerdi. Onlar da yakalarını kurtardı. Devlet kurumları bu bağlantılara dair kanıtları kaybetti, fakat yine bir şey olmadı.
Bu utanç verici ve suç teşkil eden ihmalin en son örneği Telekomünikasyon İletişim Başkanlığı'nın (TİB) bazı zanlıların ve suç ortaklarının nerede olduğunun tespitine yardımcı olacak hayati önemdeki kayıtları vermek konusundaki gönülsüzlüğü. Mahkeme, TİB'den bu bilgiyi sunmasını talep etti, fakat TİB bugüne kadar talebi reddetti. Adaletin önüne bu bariz engel, doğrudan hükümet kontrolündeki bir kurum tarafından konuluyor. TİB'i kim, niye koruyor?
Bu, Ankara'daki mevcut makamların sorumluluğuna dair sorulabilecek pek çok sorudan sadece biri. Tam manasıyla işleyen ve hukukun üstünlüğünün tartışma götürmediği bir demokraside, yürütmenin oynayacağı hiçbir rol olmadığı ve davaların yargıya bırakılması gerektiği öne sürülebilir. Türkiye'de ise bu yasalcılığın arkasında saklı kötü bir şaka var. Türk yargısı ne tarafsız ne de bağımsız. Hiçbir zaman da öyle olmadı. Önceki hükümetlerin yaptığı gibi AKP hükümeti de reformları ilerletmek veya belli çıkarları korumak adına gerekli gördüğünde yargının işleyişine müdahale ediyor.
Hrant Dink davasında perde arkasındaki belli şüpheliler üzerinde baskı kurmaya çalıştıklarını biliyorum. Bu çabaların başarılı olmadığını görmek üzüntü ve endişe verici. Sebebi ya hükümetin yeterince kuvvetli bastırmaması ya da hâlâ var olan derin devlet yapılarıyla tehlikeli bir kapışmaya girişecek kadar cesur olmamasıydı. Türkiye'de cinayetler, devlet aygıtının bir kısmı yardım ettiği ve kol kanat gerdiği, hükümet de dokunulmazlık zincirini kırmaya muktedir ve istekli olmadığı için işleyenlerin yanına kâr kalabildiği sürece Türkiye gerçek bir demokrasi haline gelmek için doğru yolda ilerlediğine kimseyi ikna edemeyecektir.
- Geri
- Ana Sayfa
- Normal Görünüm
- © 2009 İlke Haber
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.