22 Kasım 2024
  • İstanbul18°C
  • Diyarbakır15°C
  • Ankara17°C
  • İzmir21°C
  • Berlin2°C

HİZMET NİÇİN KAYBETTİ?

Etyen Mahçupyan

27 Kasım 2014 Perşembe 08:47

Siyasetin yalan söyleme sanatı olduğu minvalinde bir dizi söz var. Ama siyaset, bu uğraşı tümüyle fırsatları kullanma endeksli olarak tasavvur edenler için bile, aslında muhtemelen daha ‘ince’ bir iş. Belki yalana tevessül etmeden doğrulardan kaçınma sanatı denebilir. Çatışma dönemleri bu tavrın karşılıklı olarak yaşandığı ve herkesin kendi meşruiyet zeminine sıkı sıkıya sarıldığı zamanlar. AKP ile Hizmet hareketi arasındaki ‘ölümcül’ kavga da benzer bir atmosfer yarattı. Hükümet seçmen tabanına, seçim başarısına dayanarak kendini ayakta tuttu. Hizmet mensupları ise yaşadıkları mağduriyeti ve haksızlıkları konu ederek ‘mazlum’ kategorisine oturmaya çalıştı. Bu ayrışma demokrasinin iki ayağını birbirinden ayırarak onları ideolojik konumlar haline getirdi. AKP çoğunluğun iradesini vazgeçilmez bir kriter olarak sunarken. Hizmet insan haklarının vazgeçilmezliğine tutundu. Bir anda ‘asıl’ demokrasinin ne olduğu türünden bir propaganda savaşının ortasında kaldık.

Hükümet avantajlıydı. Çünkü çoğunluğun yönetimine cevaz vermeyen bir sistemin herhangi bir ölçütle ‘demokrasi’ olabilmesi zaten imkânsız. Öte yandan insan haklarına saygılı olmayan bir rejimin ‘eksik’ de olsa demokrasi olduğunu kabul etmek durumundasınız, çünkü insan haklarına her konuda tamamen saygılı olan bir devlet ‘ideal durum’. Demokraside kalite arayışında iseniz bile, önce rejimi demokrasi çerçevesine oturtmak zorundasınız ve bu da çoğunluğun engellenmeden yönetime gelmesini gerektiriyor. Bu koşulun ön şartı ise ifade özgürlüğü, çünkü aksi halde hangi fikrin çoğunluk olduğunu anlayamayız. Bu nedenle eğer ifade özgürlüğü olmasaydı AKP meşruiyet zeminini kaybedebilirdi. Ama Hizmet taraftarlarının bu alandan şikâyetçi olacak halleri yok. Herkes hakkında her şey söylenebildi ve halen de bu minvalde devam ediyor.

Çatışmanın seyrinde bir üst entelektüel etap meşruiyet dayanaklarının olabildiğince ‘evrensel’ ilkelere oturtulmasıydı. Hükümetin siyasetin, Hizmet ise hukukun meşruiyetinden medet umdu. Burada ibre görünüşte Hizmet’ten yanaydı, çünkü Batı dünyası için hukuk (Doğu’nun her an kontrolden çıkabilecek siyaset pratiği karşısında) bir tür olgunluk, gelişmişlik ima ediyordu. Bu bağlamda yargı bağımsızlığı en fazla kullanılan argümanlardan biriydi. Ancak olaylar oturmaya ve tartışma çeşitlenmeye başladığında, bütün propaganda bombardımanına rağmen, Türkiye’deki yargının öncelikle tarafsızlık sorununa sahip olduğu ortaya çıktı. Hukukun ideolojiden bağımsız olmadığı, hakemlik vasfında sorun olduğu görüldü. Ayrıca kırılmayı ima eden değişim dönemlerinde hukukun siyasete tabi olması da şaşırtıcı değildi.

Kısacası AKP’nin görünen tekdüze söylemine ve Hizmet’in bütün akademik seferberliğine karşın, meselenin kendine has koşulları hükümetin Hizmet karşısındaki meşruiyet savaşını entelektüel düzlemde de en azından kaybetmemesine yol açtı. Özellikle muhafazakâr kesimin daha sıradan insanları için ise ortada AKP lehine bariz bir durum vardı. Bunu anlamak için önce şu tespiti yapalım: Muhafazakâr kesim her iki tarafı da tanıyor ve biliyor. Yani kandırılması mümkün değil. Dolayısıyla tarafların ne denli samimi oldukları ve siyaseti ne denli kabul edilebilir bir ahlaki temelde yaptıkları önemli.

Tarafların bu gerilimde kullandıkları söylem üç nüansa sahipti: Ötekinin bizatihi yaptığı, ötekinin bana yaptığı ve benim yaptığım. AKP açısından Hizmet darbe girişiminde bulunmuş ve hükümeti arkadan vurmuştu. Yani hükümet ilk iki nüansı kullandı. Kendisinin ne yaptığını söylemedi. Ama muhafazakâr kesimin bile yarısı yolsuzlukların varlığına inanıyor. İnsanlar hükümeti zihinlerinde ve yüreklerinde aklamadılar…

Buna karşılık Hizmet hükümetin yolsuzluk yaptığını ve kendisini bitirmeye çalıştığını söyledi. Ancak ilk iki nüansla yetinmeyip üçüncüsüne geçti ve kendisini ‘masum’ olarak sundu. Bu tercih Hizmet’in ahlaki üstünlüğü kaybetmesine neden oldu, çünkü dediğim üzere insanlar olanı görüyor ve biliyor.

Taktiksel olarak doğrulardan kaçınabilirsiniz ama yalana tevessül etmemeniz lazım. Hükümet en azından bunu yaptı. Erdoğan veya bir başkası hiçbir zaman “yolsuzluk olmamıştır” demedi. Bunun bir ikrar olduğu söylenebilir ama kritik mesele yanlışın varlığı değil, onun farkındalığının dolaylı da olsa beyanıdır. Hizmet ise darbe girişiminin ‘safsata’ olduğunu iddia ederek üste çıkacağını sandı ve kandırma işlevini sürdürmüş oldu. Sonuçta AKP iktidarında yolsuzluklar yapılmış olsa da parti muhafazakâr dünyanın siyasete koyduğu ahlaki sınavı geçebildi.

Hizmet ise siyasi bir hamle yaptı ve onun ahlaki sorumluluğunu taşıyamadı…

Yorumlar
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.