HERKESİN KEYFİ YERİNDE-2
Ece Temelkuran
03 Ağustos 2011 Çarşamba 22:43
"BENİM ve incelediğim herkesin gazete için köşe yazmaya devam etmesinin tek nedeni öfkedir." Jimmy Breslin (Amerikalı yazar gazeteci)
Bir önceki yazıyı özetleyemeyeceğim, merak edenler buradan okuyabilir:
http://www. haberturk. com/yazarlar/ece -temelkuran/653642-herkesin-keyfi-yerinde. Kaldığımız yerden devamla...
Tatilde bir sabah. Hakkımdaki insanı gülerken düşündüren(!) suçlamaları okumuşum ve demişim ki Twitter aracılığıyla, "Meydan sizindir, hayrını görün! Ben gidiyorum". Bu gidiş lafı acilen ve asla bana sormadan bazı medya sitelerinde, "Ece Temelkuran, Habertürk'le yollarını ayırdı" olarak haberleştiriliyor. Telefondan internete girmişim, dakika dakika hakkımdaki yalanların "oluşturulmasını" izliyorum. On dakika sonra başka bir haber sitesi, başka bir haber giriyor:
"Temelkuran bir yazı yazdı, yayınlanmadı, o da bastı istifayı!"
"Ben tatildeyim arkadaş, yazı filan yazmadım ki daha!" demeye kalmadan başka bir haber:
"Gazete yönetimiyle pazarlık sürüyor."
Tatilde arkadaşlarımla bir masanın etrafında oturmuş kahve içiyorum halbuki. Hep birlikte sinema izler gibi bu olayı izliyoruz. Derken bu yalan tomurcuklanmasına dayanamayarak "Bari" diyorum, "Açıklayayım şu gitme meselesini." Nitekim gazetenin sitesine açıklama yazıyoruz. Fakat durmuyor, durdurulamıyor "yavuz habercilik"! Aynı medya sitesi bu açıklama üzerine şöyle bir haber giriyor:
"Kriz çözüldü! Temelkuran ikna edildi, gazetede kalıyor!"
Ağzımız açık izliyoruz olayı. Bir de "ayrıntı" filan vermişler. Bir tane de değil site, bir sürü site kes-yapıştır yöntemiyle aynı haberi giriyor. Fakat kes-yapıştır anlaşılmasın diye her site kendi arzusuna göre başka "ayrıntılar" ekliyor habere. Fatih Altaylı'yla şöyle bir konuşma yapmışım, pazarlıkta şöyle demişim falan filan. Akıl almaz bir süreç. Derken efendim, o gün öyle bitiyor. Ertesi sabah, bir önceki gün beraber kahve içtiğim arkadaşlarımdan biri telefonda şöyle diyor:
"Abi sen meğer gazeteden atılmışsın. Sonra senin hakkında o yazıları yazan bu iki hanım yazar sayesinde geri dönebilmişsin."
"Nasıl yani?"
"Valla öyle. Yazar hanım televizyonda öyle diyor. İşini onlara borçluymuşsun! Onlara teşekkür etmeliymişsin!"
ÖFKESİZ YAŞAMAK
Şimdi ey kari, bu durumda sen ne yaparsın? Hakkımda gizli bir kız çocuğum olduğundan, aynı anda hem ulusalcı hem de Kürtçü olduğuma kadar her türlü palavra üfürülmüş bir insan olarak fazla öfkelenmeden yaşamayı öğrendim. Ama şuna öfkelenmeden edemiyorum:
Ben bir romanın hazırlıkları içerisindeyim. Gazetede yazmadığım kısıtlı zamanı bu konuda çalışmak, düşünmek, hayal kurmak için ayırıyorum. Gündelik hayatın içinde kırılıp dökülecek bir incelik ve naiflikte bir ruh halindeyim. Gerçekten de güzel şeyler yazmaya niyetim var. Şu dünyaya gelişimin hakkını vereyim, insanlığa tatlı bir şey hediye edeyim, beni bugünlere taşıyan bu memleket de benim mürüvvetimi görsün istiyorum.
Gel gör ki bu ülkedeki kimileri benden ben olma hakkımı, beni kendim şeyleri yapma hakkımı böyle bir vandallıkla gasp ediyor. İşte buna, hâlâ evet, öfkelenmeden, kızmadan edemiyorum.
GİTME MESELESİ
Şu gitmek meselesine de açıklık getireyim. Bilen biliyor, ben kitap yazmak için hep yurtdışına çıktım. Son dört kitaptır bunu yapıyorum. Bunun çeşitli pratik nedenleri var, saymayacağım. Bunun için zaten gitmeyi düşünüyordum. Sonra Arap Baharı patlak verdi. Tahrir'deki insanların yüzlerini hatırlarsınız, insan olmaya, birbirine, hayata, geleceğe inanan ve kendi kendilerini seven insanlar... Uzun süredir unuttuğumu fark ettim böyle bir insanlık halini.
Sonra olaylar gelişti. Tunus, Mısır, Suriye derken bunun bu çağın meselesi olabileceği ortaya çıktı. Sonra da zaten Afrika'nın Avrupa'ya değdiği yerden başka bir şey tutuştu, İspanya kaynamaya başladı. İnsanlar en "gelişmiş" sistemi de sorgulamaya başladılar. Ve ben burada ne ile meşgulüm? Yaşadığı önemli, büyük oranda da değerli ve fakat kendi çılgınlıklarını içinde barındıran bir değişim döneminin herkesi hafifçe delirttiği bir ülkenin gündelik olaylarıyla.
Yazının ona buna laf yetiştirmekle sınırlanması, tartışmalarda öfkenin ve kutuplaşmanın tek motivasyon haline gelmesi, iktidarın da muhalefetin de birbirini kısırlaştıran üslubu, muhalif olmanın bu değişimi tehdit eden bir düşmanlık olarak tarif edilip saldırılara uğraması, medyada ise "çakallar istedi diye atların ölmesi", ayak izlerinin ürkütücü bir biçimde birbirine karışması, bir evham terörüyle herkesin paranoyakça davranmaya mecbur edilmesi... Bütün bunlar beni boğuyor.
Bu yüzden "iç politikadan", hiç değilse bir süreliğine gidiyorum. Biraz Arap baharına gidiyorum diyelim, biraz romanıma gitmeyi ümit ediyorum. Oxford'da, Harvard'da ya da Beyrut'ta olduğu gibi göğüs kafesimi genişletmeye gidiyorum. Size de göğüs kafesinizi birazcık da olsa ferahlatacak hikâyeler yazmayı ümit ediyorum.
Ülkeyle ilgili son bir serin, tatlı yazı daha yazmak niyetindeyim. Kısmetse cumartesi gününe...
- Geri
- Ana Sayfa
- Normal Görünüm
- © 2009 İlke Haber
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.