22 Kasım 2024
  • İstanbul18°C
  • Diyarbakır10°C
  • Ankara14°C
  • İzmir19°C
  • Berlin2°C

HAZİN TARTIŞMALAR...

Ali Bayramoğlu

24 Ağustos 2013 Cumartesi 09:30

Siyasi aktörler tercihler yaparlar. Önlerindeki seçeneklerden en doğru bulduklarını seçerler. Ancak bu, gözardı ettikleri diğer seçeneklerin kimi doğru yönleri olmadığını göstermez. Zira her seçeneğin doğru ve yanlış yönleri, faydalı, erdemli ve zararlı, düşük tarafları bulunur.

O zaman en doğru karar dahil her karar, belli seçeneklerden ve onların faydalı yönlerinden vazgeçmeyi zorunlu kılar.

Sonuçta, her tercih aynı anda kazanım ve kayıpları kaçınılmaz kılar.

Burada mesele sadece kararların doğru ve yanlış olması değildir. Zira onlara temel olacak tek bir 'iyi' ya da tek bir 'doğru' yoktur. Ve hiç bir tercih, hiç bir analiz, hiç bir siyasi mantık 'iyi'nin tüm yön ve şekillerini yakalayamaz.

Bir siyasetçinin, bir yorumcunun ya da bir vatandaşın bunu bilerek akıl yürütmesi kendi başına önemlidir.

Çünkü bu anlattığımız siyasete, hayata dair, düşüncede, algıda ve analizde çoğulculuğa kapı açan bir bakış açısıdır...

Nitekim çoğulculuk sadece bir 'sistem' değil, aynı zamanda bir 'zihniyet' meselesidir.

Bir de başka bir bakış açısı ve zihniyet vardır.

Bu bakış açısı 'mutlak yararlar ve göze alınabilir zararlar' fikri üzerine kuruludur. Tercihler ve ima ettikleri önermeler doğru ve yanlış olanlar olmak üzere ikiye ayrılırlar. Siyasi açıdan bakıldığında bu bakış açısı karşımıza mutlak bir faydacılığı, bir savaş mantığını çıkarır: Ya hep ya hiç...

Bu bakış açısına göre 'çoğulculuk fikri' bile mantık dışıdır. Çoğulculuk bir kategori olarak ya bir yanılgıdır ya doğruyu sulandıracak kasıtlı bir araçtır ya da kandırmacadır.

Türkiye'ye bakalım...

Her zaman olduğu gibi semalarımızı ikinci bakış açısı kaplamış bulunuyor.

Ve özel bir dönemden geçiyoruz, siyasi gündem bir yönüyle çoğulculuk-çoğunlukçuluk tartışmaları üzerinden yürüyor. Yerleşik zihniyetin cenderesinde çoğulculuk beklentileri, çoğulcu özellikler taşıyan yaklaşımlara yönelen öfke ve hoyratlık yükseliyor ve çeşitleniyor.

Asılda hazindir...

Düne kadar Kemalist kesimleri, ulusalcıları, militarist zihniyeti kuşatan bu tutum bugün siyasi partiler arenasına, basına, yeni kalem erbabına, siyasi iktidara kadar her yanı kuşatmış bulunuyor.

Siyasete, komplolara, siyasi kurguya endeksli, kurgu içinde tek ve sıkça dışsal bir faktör, 'bozan el' mantığı üzerine oturan, toplum tasavvuru eksikliğiyle malül bu durum aslında bir zihniyet haritasına işaret eder.

Bu zihniyet, kendiliğindenlikten, yaşanan çıplak toplumsal, siyasal gerçekten ve onun çok boyutluluğundan, özellikle değişim ve iç dinamikler ilişkisinden haz etmez.

Bugün olduğu gibi siyasi analizleri dahi 'olması gereken'in ya resmedildiği ya zorlandığı bir araç olarak görür ve kullanır.

Bugün olduğu gibi çoğul nitelikli meşruluğu dahi tekil ve tek doğruya endeksli hale getirir, 'egemenlik' ile 'meşruiyet' kavramını birbirinin yerine geçirir.

Bugün 'ora'dan ya da 'bura'dan olmak kavgası sadece polemikleri, kişilik imhalarını, sembolik infazları tahrik etmiyor.

Aynı zamanda kavramları da kirletiyor.

Hürriyet Gazetesi'nin bir dönem karşı kamptaki bir hukukçuyu, Sami Selçuk'u itibarsızlaştırmak için yaptığı, kitabında verdiği referansları taşlama eylemi, Foucault'yu homoseksüel, Voltaire'i dinsiz, Dostoyevski'yi arsız ilan etme işi, bugün başkaları tarafından başka formlarla devam ettiriyor.

O başkaları askerin bir dönem yaptığı çıkışları dahi sürdürüyor.

Değil mi ki, asker bildirileri 'hain, nifak sokan, yıpratma, maşa' gibi tabirlerle kendisine yönelik eleştirileri ya da kimi siyasi tahlil ve saptalamaları boğmaya, düşünceyi kriminalize etmeye çalışırdı.

Bugün kimi analizlerin, bırakın analizi açık çatışmaların veya çözülmelerin tespiti bile fitne, bölücülük, vs gibi laflarla karşılanırken, durum dünden çok farklı mıdır?

Bugün çoğulculuk fikri ve kavramı dahi siyasi iktidarın varlığını hedefleyen, hatta gayrimeşru hamleleri temsil eden bir çerçevede algılanıp lanse edilmiyor mu?

Hazindir...

Türkiye bugünleri de geride bırakacak...

Not. Bir yanlış anlamayı düzeltmem gerek. Bir ittifakın çöküşü başlıklı yazımda sözünü ettiğim 'demokrat-liberal kesim' sadece kalem erbabından oluşmuyor. Aynı zamanda 2002 sonrası AK Parti'nin reform politikalarını sandıkta, meydanlarda, sivil yapılarda, siyasi ilişkilerde destekleyen bir toplumsal dokuyu içeriyor.

Yorumlar
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.