HAYIR!
Hilal Kaplan
17 Mart 2013 Pazar 08:33
İmralı sızıntısı, bir gazetecilik başarısı değildi. Daha önce Oslo sızıntısını da gerçekleştiren odağın, bu sefer yükü paylaşmak için merkez medyadan en uygun adresi seçip uygulamaya koymasından ibaretti. Konuşmalar bağlamından çıkarılmış, belli kısımlar kırpılarak 'taşeron'a teslim edilmişti.
Halkın haber alma hakkını engelleyen bir durum da söz konusu değildi. Çünkü görüş odasının mahremiyetinde konuşulanların bilinmesinin halka kazandırdığı bir yarar yoktu. Bilakis halkın güvenliğine zararı olabilir, süreç çökebilir, yine binlerin öleceği bir noktaya bizi taşıyabilirdi. Ama ne gâm! Ya Ak Parti fobisinden ya da 'arkadaş milliyetçiliği'nden 'gazetecilik mesleğinin onuru, medya etiği' gibi afili kalıplarla savunan çok olacaktı nasılsa.
Üstelik, gerine gerine evrensel gazetecilik ilkelerinden bahseden yazı işlerinin de işlerine gelen isimleri çıkarıp, metni yayınladığı ortaya çıktı. Anlaşılan bu ilkeler içerisinde, yazarların hedef gösterilmesine vesile olarak hayatlarını tehlikeye atmamak yoktu ama kendi yazarlarını kayırmak vardı.
Ancak, bu sorumsuz gazetecilikten ötürü kabak nasıl oldu da Hasan Cemal'in başına patladı, anlamak zor. Evet, Başbakan, 'Batsın böyle gazetecilik' diyerek, sonuçta olabilecekleri düşününce haksız bulamadığım bir öfke gösterdi. Ama patronajın, bundan yola çıkarak, mevzuu Hasan Cemal'in 'dinlendirilmesine' vardırması anlaşılacak iş değil.
Zaten hükümet kanadında da bundan ötürü bir rahatsızlık olmasaydı, Başbakan Erdoğan'ın Siyasi Danışmanı Yalçın Akdoğan, meseleye dair ortaya atılan spekülasyonlara karşı ardarda iki yazı kâleme almazdı sanırım. Ki o yazılardan birisi şöyle bitiyordu:
'Başbakan Erdoğan, doğru bulmadığı hususları çıkar dobra dobra söyler, kendisini savunur, gerekirse hukukî yollara başvurur. Bunun ötesinde kimse kendi tasarruflarına hükümeti alet etmesin, ürettikleri tezviratlara bizim ismimizi karıştırmasın.'
Eğer gazete patronajına tepkiyse, bu da bir tepki değil midir?
'Anladık da, yazının başlığı neye 'Hayır!'' diyeceksiniz. Hatırlatayım.
Altı yıl önce, merkez medya sakinleri, 27 Nisan muhtırasını allaya pullaya bitiremez haldeydi.
Örneğin Hasan Cemal'in Milliyet'inde, nasılsa şimdilerde 'Kürt dostu' kesilen bir 'sinyorita', sadece muhtırayı değil, Cumuriyet Mitingleri'ni de aklama derdindeydi: 'Genelkurmay'ın açıklamasıyla mitinglerin daha da coşmuş olması bu mitingleri otomatik olarak militarist yapmaz.'
Bir de eskiden Genelkurmay'dan, şimdilerde Ak Parti'li bakanların yanından çıkmayan 'duayen' gazetecimize kulak verelim: 'TSK, türbanın ve temsil ettiği zihniyetin Çankaya'ya çıkmasına karşı ilkesel bir duruş sergilemiştir.'
Milliyet'te bu yazılar çıkarken, muhtıranın hemen ertesinde, 'Hayır!' başlıklı bir yazı kâleme alan Hasan Cemal ise şu cümleleri demokrasi tarihimize kayıt düşmüştü:
'Askeri müdahaleyle ne demokrasi yapılır, ne cumhuriyet korunur, ne de laiklik.
Hiçbiri olmaz.
Cumhuriyet de, laiklik de en iyi demokrasiyle korunur.
Askeri müdahaleyle değil.
İşte bunun içindir ki, askerin gece yarısı muhtırasına tek kelimeyle hayır diyorum.'
Ve her pazar olduğu gibi 'İyi pazarlar!' diye değil, yine 'Hayır!' diye biten o yazı, Cumhurbaşkanı Gül'den hükümet çevrelerine kadar herkesin, bugün bile 'Aydın namusu budur' diye andıkları bir yazıydı.
Her şey bir yana, o yazının hatırına 'Hasan Ağbi'nin bir an önce yazmasını bekleyen bir okuru olarak, bu zoraki dinlendirilmeye 'Hayır!' dediğimi not düşeyim istedim.
- Geri
- Ana Sayfa
- Normal Görünüm
- © 2009 İlke Haber
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.