19 Mayıs 2024
  • İstanbul21°C
  • Diyarbakır30°C
  • Ankara22°C
  • İzmir29°C
  • Berlin21°C

HAYATIN UZUN TIRNAKLARI

Güler Yıldız

07 Aralık 2011 Çarşamba 00:28

Bir çocuk öldürüldü yine… Diyarbakır'ın orta yerinde, sırtından tek kurşunla, gençliği düşürüldü yere... Soğuktan hastalanıp ölen çocuklar da var üstelik… Nasıl kazandıklarını az çok tahmin ettiğimiz hayatlarını nasıl kaybettiklerini izlemek düşüyor sadece bize.

Yoksul ışıkların aydınlattığı bir evin içinde, onlarca çocuğun sesine doğan bu ölü çocuklar, bize bir şeyler anlatıyorlar. Sonra öyle birer ikişer giderken, küt diye orta yerinden kırılmış dala benzerken nefesleri, aslında bir şey haykırıyorlar...

Bunca çocuk ve genç ölümlerin ardından "yaşamak bir mucize” değil mi?

***

Dün bir haber vardı gazetelerde... Hani şu 7 yıl önce tatil için gittiği İğneada'dan dönemeyen Tolga'nın akıbeti ile ilgili... İşte, annesi Eyüp Camii yakınında sokakta yaşayan ve akli dengesinin yerinde olmadığı belirlenen bir kişinin oğlu Tolga olduğu bilgisiyle, soluğu genç adamın yanında almış.

Yıpranmış, hırpalanmış, ağır yara izleri ile dolu bir beden, bir ameliyata ait kesik izleri, saç-sakal yığını arasında oğluna ait izler aramış Kadriye Hanım. Her olasılık oğluna doğru atılmış önemli bir adım sayıldığından, bu genç adamı temizleyip, Bakırköy Sinir Hastalıkları Hastanesi'ne "meçhul kişi” olarak yatırmış... Her gün gidip görüyormuş meçhul kişisini... Gözlerini dikip iyice bakıyordur. Ellerini avuçlarının arasına alıp okşuyordur. Üniversitede okurken sırra kadem basan bir gençlikte, kendine, analığına ait kokuya dokunmak istiyordur...

DNA raporunu bekliyoruz şimdi, çok yakında gelecek o rapor ve Kadriye Hanım'ın meçhul kişisi bir isme, geçmişe kavuşacak belki, bu sayede...

Beni asıl sarsan okuduğum haber içinde belki de yanlışlıkla yer alan bir cümle: "İğneada'da bir benzin istasyonunda kaçırıldığı ve tecavüze uğradığı…" diye devam eden bu cümle, yazgının aidiyete yaptığı yolculuğun da sonlandığı an gibi. Kaçırılıp, tecavüz edilen kişi yetişkin bir erkek! Ve sonra bir cami avlusunda yaşarken bulunan kişi ile aynıysa, başına neler getirildiğini düşünmek dahi istemiyorum, o annenin yerine koyarak kendimi. Sonra o ağır ameliyat izi... Çocukken çığlık çığlığa okuduğum Kemalettin Tuğcu romanlarının içinden geçiyordum sanki... Masumiyete ölümcül darbeler savuran Neşet'lerin, Kürşat'ların asıl kahraman olduğu bir ülkede yaşıyoruz şimdi... Onların huahaaaaa diye kükrediği tüm kareler, kitaptan sokağa fırlamış, epeydir canlı kanlı ensemizde...

Bir de bu nasıl bir cesaret?

Sokağa çıkmak daha tehlikeli olmaya başladı bu ülkede. İpin ucu siyasi tavırdan yana değil, yaşamdan yana kaçmış. Meğer ne kadar ahlaksız ve ne kadar zalimlerle birarada koyun koyuna yaşamış ve yaşamaya devam ediyormuşuz!

***

Memleketimizden ölme, öldürülme manzaralarına yenilerini eklemek ya da eklenmişleri burada sıralamak değil derdim.

Gitgide silikleşen ve anlamsızlaşan hayatın merdivenlerine atılan her adımın, içi kof bir beyinle, göçertilmiş gözlerle yapıldığını söylemektir niyetim.

Kadının ölümü, çocuğun ölümü bedenin ölümü değildir yalnızca. İnsanlık adına ne çok şeyin ölümüdür, anlatılması zor!

Hayatın uzun tırnakları iç odalarımızı deşiyor... Özcesi bu hayat içini bizi biçimsiz keserek dolduruyor... Hayat kokusunu çoktan kaybetmiş; tüm gözenekleri kanlı ve hayat sadece kan kokuyor!

Anna Ahmatova'ya düşürmeden sözün yolunu, olmaz:

"Yaban balı özgürlük kokar,
Toz, güneş ışını kokar,
Bir kızın ağzı -menekşe
Ve altın -hiçbir şey kokmaz altın.
Tereotu su kokar,
Aşk ise elma,
Ama biz, biliyoruz artık
Yalnız kan kan gibi kokar…"

Yorumlar
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.