HASAN CEMAL, BOMBACILAR VE KUŞKULU İŞLER
Ersin Tek
28 Ağustos 2012 Salı 21:14
''Uludere katliamından dolayı nasıl devlet, hükümet özür dilemek zorundaysa, Gaziantep katliamından dolayı da Kandil, PKK özür dilemek, hatta günah çıkarmak zorundadır. PKK’nın katliamı üstlenmemiş olmasının herhangi bir inandırıcılığı yoktur. Geçmiş sicilindeki kara lekeler, böyle bir inandırıcılığı havada bırakmaktadır.''
Bu sözler Hasan Cemal'e ait.
Sayın Cemal'in de bir inandırıcılığı yoktur nazarımda, sıradanlaşmış bir kalemdir; Kandile gidip röportaj yapacaksın, Mardin'de Ahmet Türk'ün Mardin'deki Kasrında oturup yıldızlara karşı içerek, Kürtlerin siyasetini, acılarını yarım ağızla, ne kaz yansın ne tavuk havalarında yazacak para kazanacaksın, Başbakanın uçağına binip demokrasi martavallarını seslendireceksin, sonra da kalkıp Kürt meselesini analiz edip, Roboskî ile Gaziantep'i karşılaştırarak akıl vereceksin, öyle mi?
Hayır, bunu yapamazsınız Sayın Cemal!
Ve 'hatta günah çıkarmak zorundadır' türünden resmi tarihle kirlenmiş bilinçaltınızı belli ettiğiniz bu cümlelerle devleti üstte tutarak, değiştirilemez, güçlü ve masum gösteremezsiniz.
Öncelikle şunu çok iyi bilmek gerek, Roboskî ile Gaziantep'teki patlamayı kıyaslamak doğru değildir. Ne failler üzerinden, ne özürler, ne de sonuçlar üzerinden. Ölümler karşılaştırılamaz, hele de sivil ölümler asla ve asla karşılaştırılamaz, yarıştırılamaz ve bunun üzerinden siyaset yapılamaz. Yapılan siyasette alçakça bir siyasettir.
Roboskî'nin faili bellidir, ama Gaziantep'teki patlamanın faili meçhuldür şimdilik. Ve fail bulunmadığı sürece de, kimse suçlu ilan edilemez; masumiyet karinesi geçerlidir.
Kısa bir süre içerisinde Antep bombacısını yakaladığını söylüyor devlet.
Sizler inanıyor musunuz buna?
Ben inanmıyorum.
Yaratılmak istenen algı; her Kürt, makam mevkisi, eğitim düzeyi, düşüncesi dikkate alınmadan potansiyel bir suçlu ve yok edilmesi gereken bir tehlike olarak algılanmalıdır.
Bu ‘bombacı yakalandı’ haberlerine hemencecik inananlar, devletin yıllardır toplumun bilinçaltında yaratmak istediği şeyi onaylıyor, teslim oluyor ve sistemin yaratmak istediği düşünceleri içselleştiriyor farkında olmadan.
Bu yüzden inanmıyorum, inanmak istemiyorum.
Güngören'de patlayan bombayı ve bombacı haberlerini hatırlayanınız var mı?
Hatırlayın.
O gün dönen dalaverelerin aynısı bugün dönüyor.
''Güngören'de meydana gelen patlamaya ilişkin başlatılan soruşturma kapsamında tutuklanan ve patlamayı organize ettiği iddia edilen 3 ay önce kandil'den çıkış yaptığı öne sürülen Hüseyin Türeli’nin 8 yıldan bu yana İstanbul’da sigortalı bir işte çalıştığı öğrenildi. Türeli'nin ailesinin avukatları aracılığı ile söz konusu haberi yapan gazetelere tekzip yollayacağı öğrenildi.
Dicle Haber Ajansı’nın haberine göre, Güngören'de meydana gelen ve 17 kişinin yaşamını yitirdiği patlamaya ilişkin başlatılan soruşturma kapsamında tutuklanan 8 kişi hakkında yeni bilgilere ulaşıldı. Birçok gazetede 3 ay önce eğitim gördüğü kandil'den giriş yaparak eylemi organize eden kişi olarak itham edilen Hüseyin Türeli’nin 8 yıldan bu yana İstanbul’da sigortalı bir işte çalıştığı öğrenildi.
Polis ifadeleri dayanak gösterilerek yapılan haberlerde, Türeli’nin önce susma hakkını kullandığı, ardından da suçunu itiraf ettiği iddia edilirken, Türeli’nin yakınlarının verdiği bilgiye göre, Türeli’nin bütün sorgularda susma hakkını kullandığı öğrenildi.
Öte yandan Türeli’nin ailesinden alınan bilgilere göre, avukatları aracılığı ile haberi yapan bütün gazetelere tekzip gönderileceği öğrenilirken savcılığın davaya ilişkin gizlilik kararı koyduğu bildirildi.'' (alıntıdır)
Ayrıca o günlerde Taraf Gazetesi Güngören’deki patlamalarla ilgili ilginç bir iddiayı gündeme taşımıştı. Gazete, Bakan Beşir Atalay’ın bombacıları açıkladığını hatta bombayı atanın da Hüseyin Türeli olduğunu söylemişti; ancak mahkemenin bu kişileri 'örgüt üyeliğinden' tutukladığını yazmıştı.
Ne ilginç değil mi?
Bakan bir şey söylüyor, mahkeme başka bir şey söylüyor. Tutmuyor birbirini. Bu ülkede hep bunlar oldu ve oluyor. Hep de yutturuldu bize. Biz de yuttuk, sorgulamadık. Sorgulayanların da sesi bastırıldı.
Ama artık yeter!
Ben bu sisteme hiçbir şekilde güvenmiyorum; ne mahkemelerine, ne eğitim kurumlarına, ne siyasetçilerine, ne aydınlarına, ne övgücülerine…
Şu an devletin elinde ne kadar gayrı resmi tutuklu bulunduğunu bilen var mı? Bunlardan herhangi birini bombacı ilan etmek çok mu zor? Ya da medyanın bugüne kadar kaç masumun hayatını kararttığını hiç düşündünüz mü?
Oturun bunları düşünün biraz.
Bu ülkenin tarihini sistem dışı bir bakış açısıyla, adilce ve ferasetlice okuduğunuzda göreceksiniz ki fitnenin başı devlettir; yani suyun başı bulanıktır, çözüm isteyen, günahı temizlemek iteyen, şiddeti bitirmek isteyen, sorunu doğru anlamak isteyen o başa gitmeli, oradan başlamalıdır.
Yüz sene önce bu ülkede kurulan tezgâhın işleyiş biçimini ve bu tezgâhı kuran mantığı(Emperyalizmi-Kemalizmi) doğru bir şekilde analiz etmeden, çözümlemeden, Şeyh Said kıyamı irdelenmeden, Diyarbakır Zindanı gerçeğini, Kürtlerin sürüldüğü uçurumu, konjonktörel ilişki ağlarını açık açık konuşmadan ve son on yıl içerisinde bu ülkede ortaya çıkan bilgi/belge/itirafları/gerçekleri göz önünde bulundurmada konuşmamalıdır kimse, aksi takdirde böyle çuvallar, adil bir çözüm ve şiddetsiz bir gelecek lafları havada kalır.
Somut ve gündelik gerçekçikler üzerinden, vakalar üzerinden kesin değerlendirmeler yapmak sığ bir bakış açısının ürünüdür. Bu ülkede temel sorun, bu sığ bakış açısıdır. Yani sorunun gerisindeki asli sebep hep ıskalanmıştır. Bu yüzden, medya ve siyaset dünyası toplumda hep sonuçlar üzerinden kınamalar, üzülmeler, tenkitler, analizler ve beklentiler oluşturmuştur. Tabii bunların hepsi hüsranla sonlanmaya mahkûm olmuştur. Sadece toplum oyalanmış ve aldatılmıştır. Bugün de aynı görev icra ediliyor bu kafalar sayesinde.
Hasan Cemal ve diğer kalem sahiplerinin bu gerçekleri doğru anlaması gerek; bu iki katliamın da gerçekte yalnızca bir faili vardır, o da devlettir!
Ahmet Altan o günlerde Güngören bombacısı, adalet ve suçlular için kendi köşesinde yazdığı yazıya şöyle başlamıştı:
‘‘Adaletin asıl amacı suçluları yakalamak değildir.
Adaletin asıl amacı masumları korumaktır.
Suçluları masumları koruyabilmek için yakalayıp cezalandırır.
Ve, adaletin en büyük endişesi bir suçsuzu cezalandırmaktır.
‘‘Bir suçsuz mahkûm olacağına, bin suçlu cezasız kalsın’’ anlayışı adaletin belkemiğini oluşturur.
Biz, adaleti bir tür ‘intikam’ gibi gördüğümüzden bizim için ‘cezalandırmak’ asıldır, arada suçsuzlarında kurban edilmesine pek aldırmayız.
Hatta kurban ayinleri düzenleriz.
Son Güngören saldırısıyla ilgili yakalananlar konusunda doğrusu adaletin bütün ölçülerine dikkat edildiğine pek emin değilim.
İçişleri Bakanı’nın, onu desteklediğini açıklayan AKP hükümetinin, hükümetin bu olaydaki tutumuna destek olmaya koşan medyanın açıklamaları bende çok ciddi kuşkuları uyandırıyor. …’’ (Kuşkulu İşler / 05.08.2008)
Bilinmelidir ki, amacımız şiddeti onaylamak veya savunma yapmak değildir. Şiddet kimden gelirse gelsin kabul edilemez ve onaylanamaz. Bunu yapmaktan ve yapanlardan Allah’a sığınırız.
Tek muradımız sorunun kökenine inmek, aydın namusunu hatırlatmak, kuşkulu işleri anlamak, anlatmak, durdurmak ve adaletin tesisine yardımcı olmaktır.
- Geri
- Ana Sayfa
- Normal Görünüm
- © 2009 İlke Haber
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.