HALKIN OYU GASP EDİLEMEZ
Nabi Yağcı
25 Haziran 2011 Cumartesi 09:54
Geliyorum diye diye gelen yeni bir krizin, yeni bir türbülansın içine girdik. Kolay çıkılamayacak gibi görünüyor. Herkes ötekini sorumlu gösteriyor ama sorunun kaynağı belli; hukuk ve yargı reformunda gecikilmesidir. Eğer mevzuattaki anti-demokratik hükümler, yasalar temizlenmiş olsaydı şimdi seçilen milletvekillerinin vekilliklerinin geri alınması, halkın verdiği oyların gasp edilmesi gibi bir durum yaşanmayacaktı. Bir kez daha bizde hukuk devleti değil yasa devletinin geçerli olduğunu görüyoruz. Hatip Dicle’nin milletvekilliğinin geri alınması yasaların arkasına sığınılarak hukuken haklı gösterilemez. Yalnız Hatip Dicle için değil Haberal, Balbay ve diğer vekil seçilmiş tutuklular için de bu durum geçerlidir.
Hatip Dicle olayında iki kere adalet ve hukuk çiğnenmiş oluyor. Birincisi, mevzuatımızda hâlâ “düşünce suçları” var. Hatip Dicle ne yapmış, eline silah alıp dağa mı çıkmış, molotof mu atmış? Hayır. Yalnızca düşüncelerini söylemiş. Bu nedenle hakkında dava açılmış. İkincisi, Dicle’nin milletvekili adayı olmanın şartlarını yerine getirmiş olduğu YSK tarafından tasdik edildiği halde, aynı kurum tarafından bu kez bu dava nedeniyle vekilliği elinden alınmış.
Bu durumun ateşe benzin dökmek anlamına geldiği açık. YSK bunu yapmıştır. Eğer KCK davasında yargılandığı için milletvekili seçilen başkalarının da vekilliği düşürülürse kriz daha da derinleşecektir. Hiç değilse Bülent Arınç’ın yaptığı yapılmalı çözüm için sağduyuya davet çıkarılmalıydı, anti-demokratik yasaları gerekçe göstermek değil.
Sokak mı, Meclis mi?
Yeni döneme yüksek gerilimle girildi, kötü girildi. Ortaya çıkan hak ve hukuk gaspına BDP ve bağımsız vekillerin tepki göstermesi yerindedir. Yalnız onlar değil AK Parti ve CHP içinden, kamuoyundan da tepkiler yükseldi. Yani adalet ve vicdan bu haksızlığa isyan etti.
Bu durum BDP’ye haklılık ve destek kazandırıyor. Fakat bu haklılık Meclis’e girmeme kararını da aynı ölçüde haklı kılmıyor. Meclis’te sorunun çözümü için mücadele etmeden çekilmek bana da yanlış bir siyasi karar olarak gözüküyor. Üstelik Meclis’ten çekilmek, boykot çok ciddi bir silâhtır, yalama edilmemelidir.
Halk sokakta muhalefet yapılması için değil, Meclis’te muhalefet yapılması için oy verdi. Böylece BDP ve bağımsız vekiller Meclis’te güçlü bir muhalefet yapma şansını elde ettiler. BDP fiili ana muhalefet partisi olabilir, demokratik muhalefet boşluğunu doldurabilir diye yazıldı, çizildi. Bu imkân henüz hiç kullanılmış değilken, Meclis’i boykot ana muhalefet misyonuyla da bağdaşır değildir. Bugün çıkan Dicle krizi ve temelde Kürt sorununun çözümü, yeni anayasa ve demokratik reformlara hız verilmesine bağlıdır. Bu gerçeği artık görmeyen kalmadı. Demokratik ana muhalefet rolü bu genişlikte sorunlara sahip çıkmakla kazanılabilir.
Hepimizin aklından geçen, AK Parti Milletvekili Galip Ensarioğlu’nun ise açıkça ifade ettiği gibi, YSK’nın bu kararı “birilerinin işiyse” o birilerinin BDP’nin Meclis dışında kalması ve bir gerilim doğması amacını güttükleri ortadadır. Böyle bir durumda Meclis’e girmeme kararıyla bu çevreler istediklerini almış olmayacaklar mıdır?
Tarihten bir ders aklıma düşüyor. 1960 sonrası Türkiye İşçi Partisi’nin (TİP) parlamento deneyi. Her toplantısı taşlı, sopalı, silahlı saldırıya uğrayan, dava üstüne dava açılan, bazı üyelerinin faili meçhule kurban gittiği bir partinin deneyi bu. Bu parti, o tarihte dişiyle tırnağıyla kazanarak 15 milletvekiliyle TBMM’ye girme başarısı göstermişti. Bu 15 milletvekili parlamento kürsüsünü öylesine etkili kullandılar ki kıyamet koptu. Bir gece Meclis toplantı halindeyken bu 15 vekil linç edilmek istendi, ağır yaralandılar. Başları sarılı sokaklara çıkıp, mitingler yaparak bu linç saldırısını halka anlatıp protesto ettiler.
Ama Meclis’i terk etmediler.
Zira zaten saldırganların niyeti onların Meclis’i terk etmeleriydi ama TİP bu tuzağa düşmedi. O tarihte bu gerçeklere rağmen TİP’e karşı öyle bir anti-TİP “solculuk” patlamıştı ki, keskin devrimci gerekçelerle sosyalistlerin parlamentoda olması “oportünizm”, “ihanet” ilân edilmiş, TİP yalnız bırakılmıştı. Bugün 12 Haziran seçimleriyle bağımsız vekil olarak Meclis’e girenlerin içinde bu deneyi hatırlayanlar var. Tarihin cilvesi işte. Umarım o zamanki yanlışlarından ders çıkarmışlardır.
Sokak mı, Meclis mi diye sorarken sokağı “parlamento dışı muhalefet” anlamında kullanıyorum, sokaktaki protesto eylemlerini kastetmiyorum. Gerçekte böyle bir ikilem yok, doğru olanı bana göre sokak destekli parlamento muhalefetidir.
***
Not: Sevgili okurlarım; yedi yıldır izin yapmadan gündelik gazete yazısı yazıyorum, gazetemden 15 günlük izin aldım, ilk yarısını kullanacağım, haftaya pazartesi görüşmek üzere hoşça kalın.
- Geri
- Ana Sayfa
- Normal Görünüm
- © 2009 İlke Haber
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.