GÜNEYDOĞU NOTLARI (16): ÇÖZÜM
Etyen Mahçupyan
22 Ağustos 2013 Perşembe 08:35
Kürt meselesinde ‘sorun’ devletin Kürtlere yaptıkları, ama ‘çözüm’ salt bu yapılanların telafi edilmesi anlamına gelmiyor. Çünkü dünya ve çevre koşulları yeni imkânlar ve ihtimaller yaratmış durumda.
Bugün Kürtlerin bir bölümü için devletin demokratikleşmesi, çözümü sağlamak açısından ne gerekli ne de yeterli. Genelde ifade edildiği biçimiyle ‘ortada bir coğrafya ve bir millet’ var. Bu bakış meseleyi ‘Kürt halkının hakları’ ya da ‘Kürtlerin ulusal hakları’ şeklinde tanımlamaya eğilimli. Son kertede ayrılıkçı ve bağımsızlıkçı olan bu bakış şu an için azınlıkta. Ne var ki devletin her yanlışı Kürtlerin önemli bir kısmının en azından psikolojik olarak bu uca savrulmasına neden olabiliyor. Öte yandan ayrı devlet kurmanın gerçekçi bir ihtimal olmadığı da teslim ediliyor. Bu sıkışma devletin muhatap alınmasına neden oluyor ve böylelikle Kürt cenahının kendisini bir devlet gibi hissetmesini sağlayarak gideriliyor. Ne var ki psikolojik ihtiyaçla siyasetin buluşması, maksimalist bir siyaset tarzı üretmiş durumda: Kürtlerin önemli bir bölümü siyasetle elde edilebilecek olanı doğrudan ‘devletten’ beklerken, çözümü de kendi taleplerinin karşılanması olarak tanımlıyorlar. Oysa çözüm sadece Kürtlerin değil, herkesin kabul edebileceği bir yeni düzeni ima ediyor ve böyle bakıldığında siyaseten Kürtlerin hak ve özgürlüklerini aşıyor. Diğer bir deyişle çözüm için gereken, herkesin üzerinde anlaştığı bir ‘yeni devletin’ oluşması. Bunun başarılması ise Kürtlerin haklarının verilmesini veya iadesini değil, birlikte inşasını gerektiriyor. Yakın geçmişte yaşananları bugünün dünyasının normları ile karşı karşıya getirdiğimizde, aradaki açığın ancak bir birliktelik modeli içinde aşılabileceği açık. Kürt meselesinin çözümünü ne devlet, ne de Kürt siyaseti sağlayabilir. Çözüm ‘toplumsallaşmaya’, vatandaş tarafından birlikte yaşamanın zemini olarak sahiplenilmeye muhtaç.
Bölgede bir vatandaşın söylediği üzere, eğer çözümü salt Kürtlere yapılanlardan hareketle tanımlarsak çözüm hiç de zor değil. Ancak eğer çözüm Kürtlerin de Türklerin haklarına sahip olmasını ifade ediyorsa o zaman çözüm kolay olmayacak. Ne var ki geri dönüşü olmayan, kalıcı çözüm tam da bu... Ortaya çıkacak olan ‘yeni devlet’ kendisini kimliklerden kurtarmak, özgürleşmek, vatandaşa bu eşitlikçi zemin üzerinden yaklaşmak zorunda. Aynı şekilde bu ‘yeni devlet’ vatandaşla ve kültürel yapılanmalarla arasında bir hiyerarşi olmadığını da içselleştirmek, tevazuyu devlet olmanın vazgeçilmez koşulu olarak benimsemek durumunda. Ancak en önemlisi bu sonucun devlet eliyle ortaya çıkmaması... Çünkü devletin toplumdan bağımsız bir aktör gibi telakki edilmesi, ataerkil zihniyetin ‘doğal’ durum olarak yaşandığı bu coğrafyada her an eskiye dönüş eğilimini de canlı tutar. Çözümün siyasetle, toplumun müdahil olmasıyla, katılımcı ara mekanizmaların sisteme dâhil edilmesiyle ve yaşanarak yerleşmesi lazım. Kürt meselesinin çözümünün ‘aynı anda’ cumhuriyetin de yeniden inşası olduğunu bilerek bu kapıyı açık tutmak gerekiyor.
Çözümün sadece Kürt meselesinin değil, onu yaratan nedenlerin de çözümü olduğunu idrak ettiğimizde, Türkiye’yi demokratik anlamda sıçratacak bir hamlenin de önü açılacak. Bu yolun birlikte düşünülmesi, yüreklerinin bir köşesinde ayrılıkçılığı ve bağımsızlıkçılığı taşıyan Kürtlerin de kendi çözümlerini ‘burada’, bu ülkede aramalarını sağlayacaktır. Herkesin bilmesi ve kabullenmesi gereken, söz konusu sürecin adım adım gideceği ve bize uzun gelse de, tarihsel açıdan epeyce hızlı bir dönüşümü ifade edeceği... Dikkat edilmesi gereken en kritik unsur, atılan hiçbir adımda geri dönüşün olmaması ve adımların birbirini besleyerek hem Kürtlerin konumlarını bir bütün olarak iyileştirmesi, hem de var olan rejim ve sistemin yeniden yapılanması yönünde açık bir işlev görmesidir. Bu bağlamda yerelde yönetimi güçlendirecek olan yeni bir idari mekanizmanın hayati önemde olacağı açık. Ancak karşılıklı küçük jestlerin yapılması, özlenen duyarlılıkların sergilenmesi belki onun kadar önemli olacak. Çünkü toplum kardeşlik kelimesini duymak değil, artık onun ima ettiğini yaşamak, yolun hep birlikte yüründüğünü görmek ve kendisini iyi hissetmek istiyor.
Nihayet bu çözüm ilahi ve adil bir kudret tarafından değil, kendi elimizle ve belirsiz bir gelecek karşısında hayata geçecek. Nasıl gideceğini ve nasıl sonuçlanacağını kimse bilmiyor... Ama ona rağmen bu belirsizliğe razı olmak, hatta onu kucaklamak gerek. Çünkü geleceği bilmeyi çok fazla isteyenler, daima o geleceği onlara söyleyenler tarafından yönetilirler...
- Geri
- Ana Sayfa
- Normal Görünüm
- © 2009 İlke Haber
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.