04 Aralık 2024
  • İstanbul8°C
  • Diyarbakır5°C
  • Ankara4°C
  • İzmir11°C
  • Berlin5°C

GÜNEY KÜRDİSTAN; UÇURUMUN KIYISINDAN YENİDEN (1)

Bayram Bozyel

07 Şubat 2018 Çarşamba 18:27

Görünen o ki Afrin daha bir süre gündemi işgal etmeye devam edecek. Şimdilik bu konuya ara verip Güney Kürdistan’daki gidişat üzerinde durmak istiyorum.

Ortadoğu’nun yeniden dizayn süreci oldukça sancılı ilerliyor. Kürdistan ise bu bölgenin tam merkezinde. Öyle olduğu için de bölgede yaşanan her sarsıntı burada daha şiddetli hissediliyor. Çünkü Kürdistan en büyük fay hattının üstünde. Fay hattındaki her bir kırılma doğal olarak Kürdistan’da sarsıcı sonuçlara yol açıyor. Öyle görünüyor ki bölgede taşlar yerli yerine oturuncaya ve durum tümüyle sakinleşinceye kadar söz konusu sarsıntılar ve yol açtığı alt üst oluşlar devam edecek.

Güney Kürdistan’da son 4 yılda yaşanan baş döndürücü gelişmeler bu gerçeği bütün açıklığıyla ortaya koymaktadır. 2014 yılında IŞİD’in ortaya çıkması ve bir anda Erbil’in kapısına kadar dayanmasıyla Kürdistan Bölgesi’nin karşı karşıya kaldığı yaşamsal riski hatırlayalım. Koalisyon Güçlerinin desteği ve Peşmergenin toparlanması sayesinde Erbil son anda düşme tehlikesini atlatmış, Kürdistan güçlerinin seferberlik ruhuyla başlattığı karşı saldırı sonucunda IŞİD püskürtülmüştü. IŞİD’e karşı yürütülen mücadele bir aşamadan sonra Kürdistan’dan kopartılmış bölgelerin tümünün Kürdistan Bölgesi’ne bağlanmasıyla sonuçlanmıştı. Başka bir ifade ile Kürdistan Bölgesi bir anda çöküşün eşiğinden toprak bütünlüğünü sağlayacak bir noktaya ulaşmıştı.

Kürdistan Bölgesi siyasal güçleri, iki yıl içinde kaydettikleri bu büyük başarı grafiği üzerinden bağımsızlık referandumunu gündeme getirmek için uygun anın geldiği kanaatine vardı. Daha önce de tartışılan bu konu, IŞİD savaşı sonrası elde edilen konjonktürde yeniden masaya yatırıldı. 7 Haziran 2017 tarihinde Kürdistan Bölgesi Başkanı başkanlığında toplanan Kürdistan siyasi aktörleri 25 Eylül 2017 tarihini bağımsızlık referandumu tarihi olarak deklere ettiler. Söz konusu karar dünyadaki bütün Kürtlerden yoğun destek gördü. 25 Eylül’de yapılan referandumda Kürdistan halkı % 92 gibi yüksek bir oranda bağımsızlığa evet yönünde oy kullandı. Bu, sadece Güney Kürdistan için değil, Kürdistan’ın dört parçası için gerçek bir tarihi andı. Kürt ulusal bilinci hiç olmadığı kadar yükseldi.

16 Ekim’de yaşanan bir ihanet sonucu Kerkük Irak ordusu tarafından ele geçirildi. Ve ardından, geçen dönemde büyük bedeller sonucu IŞİD’ten özgürleştirilen Mahmur ve Şengal gibi geniş bir Kürdistan coğrafyası Bağdat’ın kontrolüne geçti. Bir kez daha bütün dengeler ve duygular alt üst oldu. Neyse ki Kürt güçlerinin ortaya koyduğu büyük fedakârlık ve direniş, Kürdistan Bölgesi’ni daha kötü bir felaketin içine yuvarlanmaktan alıkoydu.

Görüldüğü gibi Kürdistan Bölgesi üç buçuk yıl gibi bir süre içinde iki varoluşsal badire atlattı ve iki kez de uçurumun tam kenarından dönüp yeniden tarihi başarılara imza atmayı başardı.

Kerkük faciasından sonra Kürdistan Bölgesi şimdi yeniden yaralarını sarma çabası içinde. Kökleri geçmişe dayalı bazı algıları düzelterek işe koyulmuş durumda.

Yanlış algılar…

Yanlış algılardan ilki, 25 Eylül Bağımsızlık referandumu sonrası yaşanan olumsuzlukların, askeri ve ekonomik alandaki kuşatmaların bütün faturasını Kürdistan Bölgesi Başkanı Mesut Barzani’ye çıkartmak olarak ortaya çıkmıştı. Bu yaklaşıma göre 25 Eylül referandumu olmasaydı ne 16 Ekim’de Kerkük ve diğer bölgeler Haşdi Şabi ve Irak güçleri tarafından işgal edilir ne de hava alanlarının kapatılması ve benzeri ekonomik ve siyasi ambargolarla karşı karşıya gelinirdi. Bütün bunlar yaşanmışsa, bunun temel nedeni Mesut Barzani’nin verdiği bağımsızlık referandumu kararıydı.

Oysa 25 Eylül bağımsızlık referandumu kararının tek başına Mesut Barzani tarafından alınmadığını, bu kararın 7 Haziran 2017 tarihinde yapılan toplantıda YNK dahil 16 Kürdistan partisinin ortak katılımıyla alındığını bilmeyen yok. Referandum günü Kerkük, Süleymaniye ve benzeri YNK’nin etkin olduğu yerlerde bağımsızlık yönünde ortaya çıkan yüksek sonuçlar da bağımsızlık referandumunun sadece Barzani ya da KDP’nin bir projesi olmadığını, aksine bağımsızlık talebinin Kürdistan halkının tümü tarafından sahiplenildiğini gösteriyor.

“Referandum yapılmasaydı, Kerkük’ün işgali dahil bilinen bütün o olumsuzluklar yaşanmazdı” iddiasına ve buradan yola çıkarak sorumluluğu Mesut Barzani’ye atmaya gelince…

Bir süre önce (14-22 Ocak) PSK olarak Kürdistan Bölgesi’ne gerçekleştirdiğimiz ziyarette görüştüğümüz tarafların hemen hepsinin görüş birliği etmişçesine söyledikleri şu:

Irak yönetimi, Musul’un IŞİD’ten temizlendiği andan itibaren Kerkük ve diğer bölgelerin merkezi yönetime devredilmesi için Kürdistan Hükümeti’ni sıkıştırmaya başlamış. ABD’nin ise bu yıl içinde yapılacak Irak seçimlerinde Ebadi’nin elinin güçlenmesi için böyle bir operasyona ta başından itibaren yeşil ışık yaktığı anlaşılıyor. Bu durumdan yola çıkarak Irak yönetiminin her koşulda Kerkük’ü işgal girişiminde bulunacağı söylenebilir. 25 Eylül referandumu ise böyle bir saldırı için Bağdat’a olsa olsa ekstra bir bahane sunmuş oldu. Gerçek şu ki 25 Eylül referandumu yapılmamış olsaydı da, Irak ordusu Kerkük’e saldıracaktı.

Gelinen aşamada Kürdistan siyasi cenahında, özel olarak YNK kanadında bu gerçeğin daha çok kabul edilip itiraf edildiğini söylemek mümkün.

16 Ekim’den sonra oluşturulan diğer bir algı da Kerkük’ün Irak ordusuna teslim edilmesinin sorumluluğunun bir bütün olarak YNK’ye yüklenmesi olarak ortaya çıktı. Bu yaklaşım sahipleri, YNK’nin bir süre önce vefat eden eski Genel Sekreteri Celal Talabani’nin eşi Hêro Xanım’ı da ihanetçi çetenin başı olarak ilan etmişti.

Oysa başta KDP yetkilileri olmak üzere süreci yakından gözlemleyenler gerçeğin başka türlü olduğunu ısrarla ileri sürüyorlar. Birincisi, Kerkük’ün rejim güçlerine teslim edilme ihanetinin YNK ile doğrudan hiçbir ilişkisi yoktu. Söz konusu plan esas olarak Talabani’nin oğlu ve yeğenleri tarafından planlanmıştı. YNK’nin Kerkük ihanetinde bir dahlinin olması bir yana, söz konusu ihanet ve işgal girişimine karşı savaşan ve bu uğurda yüzlerce şehit veren yine YNK’nin kendisi olmuştu. Kerkük’ün işgaline karşı verilen savaşta Kosret Resul denetimindeki yüzlerce peşmerge hayatını kaybetmişti. Kaldı ki YNK’nin belli başlı önemli aktörleri Talabani’nin oğlu ve yeğenlerinin yaptıklarının ihanet olduğunu kendileri dile getiriyorlar. Benzer şekilde bu işle (ihanetle) Hêro Xanım’ın bir ilgisinin olmadığını en başta KDP tarafı açıkça ifade ediyor.

KDP tarafı bu tutumuyla belki hem bir gerçeği teslim ediyor, öte yandan siyasal bir akılcılıkla davranarak YNK’nin tümünü ihanetle suçlayıp onu Kürdistan düşmanlarının kucağına atmak gibi bir tehlikeden kaçınıyor. Çünkü YNK’de daha çok kesimi ihanetçi ekibin kucağına itecek bir yaklaşımın hiç kimseye bir yararı olmaz.

Özetle bu ve benzeri algıların düzeltilmesi, en başta sürecin bütün gerçekliği ile orta ortaya çıkması açısından önemli. Ama daha da önemlisi bu tür yalan ve yanlış algıların giderilmesi, KDP ile YNK’nin yakınlaşması için uygun bir zeminin oluşumuna katkıda bulunmakta ve Kürdistan’ın içinde geçtiği darboğazın aşılmasını görece kolaylaştıracaktadır.

Devam edecek…


Bu makalede yer alan görüşler yazara aittir

Yorumlar
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.