23 Kasım 2024
  • İstanbul17°C
  • Diyarbakır10°C
  • Ankara10°C
  • İzmir19°C
  • Berlin3°C

GÜNEY AFRİKA'DAN KÜRT MESELESİNE - 3

Ali Bayramoğlu

04 Mayıs 2013 Cumartesi 08:35

'Zamana zaman vermek' ya da barış için 6 yıl

Beyaz Afrikalılarla görüştüğünüzde, aklınıza gelen ilk soru kaçınılmaz olarak şu oluyor: Ekonomik ve siyasi kaynakları tekeli altında bulunduran yüzde 10'luk beyaz azınlık çözüm fikrine, rejimi değiştirme aşamasına nasıl gelmişti? Bu kritik aşamayı Dave Steward birden çok faktörle açıklıyor.

Frederik Willem de Klerk 1989'da Güney Afrika cumhurbaşkanı olduğu zaman 1993'de Nobel Barış ödülünü alacağını, ertesi yıl makamını hapishaneden çıkardığı ve birlikte ödül aldığı Mandela'ya devredeceğini muhtemelen hayal bile edemezdi. Boerlerin hakim partisi Ulusal Parti'nin lideri Klerk, Güney Afrika'nın yaşadığı barış ve çözüm öyküsünün Mandela'yla birlikte başaktörüdür.

Önceki gün görüştüğümüz Klerk'in cumhurbaşkanlığı döneminde sağ kolu ve kabine şefi olan Dave Steward, Güney Afrika'da çatışmanın çözülmesinde kuvvetli ve kararlı liderlerin öneminin altını ısrarla çiziyordu.

AKLA GELEN İLK SORU

Beyaz Afrikalılarla görüştüğünüzde, aklınıza gelen ilk soru kaçınılmaz olarak şu oluyor: Ekonomik ve siyasi kaynakları tekeli altında bulunduran yüzde 10'luk beyaz azınlık çözüm fikrine, rejimi değiştirme aşamasına nasıl gelmişti?

Bu kritik aşamayı Steward birden çok faktörle açıklıyordu: 'Alternatif yoktu, çatışmalar ülkeyi allak bullak ediyordu, beyazlar olarak hakim konumumuzu sürdüremeyeceğimizi biliyorduk. Ayrıca beyaz azınlık kendileri olmadan siyahların ülkeyi yönetemeyeceğini de biliyordu, değişim olsa da bir tür gücü koruyacaklardı.

MANDELA FAKTÖRÜ

Nelson Mandela başka önemli bir faktördü. Beyazlara güven verecek şekilde davrandı. Ekonomik olarak da apartheid sistemi sürdürülmez noktaya gelmişti. Güney Afrika'ya yönelik yaptırımlar etkili olmaya başlamıştı. Önemli faktörlerden birisi meşruiyet meselesiydi, beyazların içinde farklı eğilimler doğuyordu, Berlin Duvarı'nın yıkılması bu açıdan hayati bir rol oynadı. Reformlar ve müzakereler beyaz kamuoyuna yol aldırdı, öylesine ki, beyazlar içinde hiç bir değişime yanaşmayan kitlenin oranı yüzde 30'lara indi…'

ÇATIŞMANIN KAZANANI YOK

Steward'ın bu açıklamalarını, Türkiye'de siyasi jargonuna tercüme edersek durum şu: 'Tarafların, özellikle hakim tarafın çatışmanın tahribatını ve kazananı olmayacağını görmesi, toplumsal değişim ve meşruiyet, dünya konjonktürü ve dış dinamiklerin yönlendirici etkisi…'

Bu, dünyanın her yerinde böyle oluyor, aynı bugün bizde olduğu, tartışıldığı gibi… (Türkiye'de de değişim karşısında her zaman, ne olursa olsun kesin ret tavrı alan yüzde 30'luk bir 'Türk beyaz' kitlesi olması ve değişimin onlara rağmen, onları da kuşatacak biçimde yaşanması ne kadar ilginç). Toplumlar ağır çatışmaları sırtlarında çok uzun süre taşıyamıyorlar, eninde sonunda konuşarak, müzakere ederek çözme yoluna gidiyorlar.

Güney Afrika'da değişimin böyle bir duyguyla, bir bakış değişiklikliğiyle başladığına şüphe yok.

Klerk'in, cumhurbaşkanı seçildikten bir süre sonra ilk demokratik adımları atmaya karar vermesi bu değişimin işaretiydi. İlk adımlar, Apartheid karşıtı partilerin faaliyetlerine müsaade edilmesi, Mandela'nın serbest bırakılması, sürgünlere dönüş imkanı verilmesi ve Apartheid yasalarından açılan davaları için af çıkarılması oldu.

Kendi dilimizle 'açılım politikaları' diyelim…

ÖNCE HAZIR OLMAK GEREK

Bu politikaları uzun ve karmaşık bir müzakere süreci takip etti. Cap Town'da görüştüğümüz Hakikat ve Uzlaşma Ensitüsü direktörlüğünü yürüten Fanie du Toit, Güney Afrika müzakere ortamını şöyle açıklıyordu:

'Önce hazır olmak gerek. Bizim ortak zeminimiz uzlaşmaydı. Uzlaşma birlikte yaşamaktan, tahammül ederek yaşamaktan farklı bir şeydir. Üç noktada uzlaşma sağlamıştık. İlki karşılıklı bağımlılığın sindirilmesiydi, yani sen kazanırsan ben de kazanırım. İkincisi bir ilkeydi, buna göre herkes mutlaka masada olacak, her mesele mutlaka masaya getirilecekti. Üçüncüsü, barış politikalarının mutlaka herkese değmesi, herkesin bunu deneylemesi, bu politikalardan herkesin yararlanması konusuydu….'

ADIM ADIM ŞEKİLLENDİ

Türkiye'yi düşünüp hemen umutsuzluğa kapılmamak gerek. Fanie du Toit'ın anlattığı bu zeminin bir anda meydana gelmediğini, adım adım ve aşama aşama şekillendiğini özellikle belirtelim.

Nitekim Güney Afrika'da 1990'da başlayan müzakereler ile 1996'da kabul edilen anayasa arasında tam 6 yıl var. Müzekereler ilk faslı oluşturuyor, ikinci fasılda anayasa, son fasılda yüzleşme ve affa işaret eden Hakikat Komisyonları var.

G. AFRİKA'NIN BARIŞ YOLU

Güney Afrika'nın barış yolunu madde madde, özetleyelim:

1. Mandela'nın serbet bırakılmasının ardından Klerk hükümetiyle AUC arasında 1990 yılı içinde ilk üç tur müzakere yapılır. İlk tur müzakereler, kısmi af, apartheid'e karşı mücadele edenlere dokunulmazlık verme ve güvenlik mevzuatını elden geçirme kararlarıyla sonuçlandı. İkinci tur müzakerelerden hemen önce AUC silahlı mücadeleyi durdurduğunu açıkladı ve bu durum anayasaya dair ilk görüşmeleri mümkün kıldı. Üçüncü turda silahlı mücadelenin kesin olarak sona erdiğini bildiren Malan anlaşması imzalandı. 1991'den itibaren ise taraflar görüşmelerde anayasanın ve anayasa hazırlık sürecinin gerektirdiği ilkelerin çalışmasına yoğunlaştılar.

2. Bu çalışmalar esnasında Güney Afrika'da her şeyin yolunda gittiğini sanmamak gerekir. Tersine, ülke 1992-1994 arasında yeni çatışmalarla, yeni bir şiddet dalgasıyla tanışmıştır. Müzakere karşıtı grupların tahrikleri, siyasi boşlukla birlikte başlayan yerel egemenlik kavgaları, özellikle siyah kabileler, yerli halk arası çatışmalar, Zulular ve Bantular arasındaki olaylar, 1992 Haziran'ında 48 kişinin can verdiği Boipatong katliamı gibi vahşetler, müzakere masasındaki tarafların birbirini tedbir almamakla, olaylara seyirci kalmakla suçlamasına kadar gidecektir.

3. Bu güven boşluğu iki kuvvetli liderin Mandela ve Klerk'in yoğun çabaları, siyah ve beyazları teskin ve ikna etmeleriyle, iradeleriyle aşılacaktır. Nitekim 1992 Eylül'ünde, Boipatong katliamının yarattığı endişeyle iki lider bir anlaşmaya varır. Buna göre anayasa, meşruiyet bakımından tüm grupların temsil edildiği seçilmiş bir meclis tarafından hazırlanacak, Milliyetçi Parti ve AUC ise geçici bir hükümet kuracaktı. Bu çerçevede İki parti 1993'te geçici anayasayı hazırlayıp, anayasa mahkemesine onaylattılar.

4.1994'te Mandela başkan seçildi, ulusal birlik hükümeti kuruldu ve meclis anayasa çalışmalarına başladı. Ve bu dönemde normalleşme de devreye girdi ve şiddet olayları önemli ölçüde sona erdi. Tam Temsil meşruiyetine sahip bir meclis anayasayı iki yıl içinde hazırlayacak, 1996'da yeni metin onaylanacaktı. O günden bugüne anayasaya uyuldu, hukuk üstünlüğü sağlanmış ve sivil haklar korunma altında tutuldu. Velhasıl çatışma çözüldü.

Güney Afrika öyküsünün çatışma, müzakere, anayasa faslının özeti bu: Uzun süre, uzun gayret, toplumsal ikna ve meşruluk, birlikte inşa ederek uzlaşma, toplumsal inşanın tüm aktörleri işin içine katması…

UZLAŞMA ARAYIŞI ÖNEMLİ

Dinamikler elbet farklı, ama tüm bunlar bize, 'zamana zaman vermek' gerektiğini, meşruiyet ve katılım meselesinin, gerçek bir uzlaşma arayışının ne denli hayati ve kurucu olduğunu gösteriyor. Belki de bizim barış sürecimizdeki sabır ve yaygın uzlaşma sorunlarına işaret ediyor.

Son fasılda yüzleşme ve affa işaret eden, Güney Afrika deneyiminin ruhunu oluşturuyor, cinayetlerin, katliamların, infazların itirafı, mümkünse affı üzerine oturan Hakikat Komisyonları var. Salı gününe…

Yorumlar
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.