GÖZÜN İÇİNDEN GÖRMEK...
Cihan Aktaş
24 Ekim 2010 Pazar 13:27
I- Emir Kusturica’nın Antalya Film Festivali’ne jüri üyesi olarak katılmasına verilen tepkiler, kimi sanat çevrelerinde yüce sanatın siyasi meselelerle lekelendiği inancını dışavuran açıklamalarla karşılandı. Sanatın adeta dinin konumuna yerleştiği modern dünyada, siyasetin bir şekilde etkilemediği bir sanatsal etkinlik mümkünmüş gibi... Kusturica’nın jüri üyeliği bile başlı başına siyasal bir tercihi yansıtıyor hoş. Buna karşılık Çingeneler Zamanı’nın yönetmeninin Uluslararası Bursa Festivali’ne daveti, AKP’nin potansiyel “dinci” suçlamaları nedeniyle her kesime açık olma tutumunun maksadı aşan örneği.
Burjuva sanat beğenisi, kendi patentiyle konserve edilmiş bir sanattan yanadır; modern olsun, klasik olsun. Bu tür steril sanat algısı bizim ülkemizde ideolojik yargılarla pekişirken halkın büyük bir kesiminin estetik duyarlığını da “arabesk” diye damgalamıştır. İslami duyarlığa sahip sanatçı da, steril sanatın “habitus”uyla bağdaşamayacağı için liste dışı kalacaktır. Bu dışlamanın en yakın tarihlerdeki örneği, Hasan Nail Canat’ın 1991’de Antalya Film Festivali En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu ödülünden mahrum bırakılması oldu.
Söz konusu vakanın hikâyesini Gülcan Tezcan ayrıntılarıyla kaleme almış www.medyasofa.com’da.
II- “Bir yalana inanmaya yöneltiliriz gözün içinden değil göz ile gördüğümüzde”, diyor ya William Blake...
Semih Kaplanoğlu, gözün içinden görmeyi başaran bir yönetmen.
Hakiki bir sanatçı istemese de bir mücadeleye girmiştir. Bunu bize Aliya İzzetbegoviç söyler; Kusturica’nın geldiği ülkenin, yetkesini bilgeliğinden alan mücadele adamı. Hakiki sanat daima yalanın aleyhine şahitlik etme durumundadır, Aliya’ya göre. Sanatçıların kaçınılmaz mücadelelerinin zemini de, işte o şahitliği mümkün kılan konum olmalıdır.
Emir Kusturica ne demek istedi bize peki? Bosna katliamları, çukurlardan çıkartılan kemik yığınları, tecavüz kurbanı kadınlar ve bu tecavüzlerin sonucunda dünyaya gelen masum çocukları bekleyen güçlükler hafife alınacak gerçeklerdir, steril sanat bakış açısı nezdinde. Bu “duyarlılığı” biz başka bir tartışmadan da hatırlıyoruz: ABD işgali sırasında üç beş kız öldüyse ne olmuş, belki geride kalanlar arasından hâlâ Mozartlar çıkabilir; Fazıl Say’ın yorumuydu bu.
III- Hayattan gelen seslere, eleştirilere açık, başkalarının kötü kaderine sanatın eliyle merhem arama konusunda kaygılı sanatçılar eksik değil Allah’tan. Şanar Yurdatapan, bu açıdan bir fenomen. Sevilen şarkıların bestekârı bugün, 12 Eylül darbesinin ardından yaşadıklarının etkisiyle de üretimini başka bir ifadeyle sürdürüyor.
Yurdatapan, başörtüsü yasaklarına karşı eleştirel bir yaklaşımın henüz sol/liberal kesimde belirginleşmediği bir dönemde, karşılaşacağı tepkileri hiç dikkate almadan yasağın engellediği genç kızlara destek vermek üzere başını örterek eylemlere katıldı. Nerede bastırılan bir ses, acılı bir yürek var, Yurdatapan orada görünüyor, bazen Abdurrahman Dilipak’la birlikte. Dilipak evini barkını kaybediyor girdiği mücadelede, sözünü sakınmıyor yine de; Yurdatapan ise nihayet bestelerini satışa çıkartıyor, projelerini tamama erdirebilmek için.
Yurdatapan, sevilen şarkıların bestekârı ve söz yazarı olmanın yanında, Türkiye küçük Millet Meclisi isimli girişimle de tanınıyor. Benim de Kayseri’ye giderek dâhil olduğum TKMM toplantıları, büyük Meclis’e sesini iletemeyen herkese açık bir tartışma platformu olarak Türkiye’nin pek çok şehrinde farklı kesimleri biraraya getiriyor. Sorunlarımızın temelinde “konuşmadan hüküm verme” alışkanlığımız yatıyor. Dar bağlamlı sohbet toplantılarını farklı seslerin katılımıyla geniş kesimlere açmak gibi bir amacı var bu toplantıların.
Müzik pazarının ittiği, o pazarı iten sanatçı mücadelesinden mi vazgeçecek... Yurdatapan insan hakları mücadelesine ve Türkiye küçük Millet Meclisleri projesine gelir sağlamak amacıyla, bestelediği, sözlerini yazdığı iki eseri, Arkadaş ve İstanbul’da Olmak şarkılarını, sesi bu şarkılarla özdeşleşmiş olan Melike Demirağ’la birlikte iki ayrı single halinde seslendirdi. 20 eylülden bu yana www.sanaryurdatapan.net sitesinde satışta bulunan albümler, satın alan kişiler için özel mesajlarla dolu ve Demirağ ile Yurdatapan tarafından ıslak ıslak imzalanmış.
Arkadaş’ın ilk alıcısı da Sezen Aksu oldu.
Yurdatapan, sanatını toplumsal sorumluluk anlayışının zemininde var ederek kendi hayatını sanatlaştırıyor. Sanatı hayatın sesleriyle birlikte dönüştüren bir mücadele bu; yalana ve tahakküm bildiren yapılara karşı, gözün içinden görmeye çalışanların mücadelesi...
Burjuva sanat beğenisi, kendi patentiyle konserve edilmiş bir sanattan yanadır; modern olsun, klasik olsun. Bu tür steril sanat algısı bizim ülkemizde ideolojik yargılarla pekişirken halkın büyük bir kesiminin estetik duyarlığını da “arabesk” diye damgalamıştır. İslami duyarlığa sahip sanatçı da, steril sanatın “habitus”uyla bağdaşamayacağı için liste dışı kalacaktır. Bu dışlamanın en yakın tarihlerdeki örneği, Hasan Nail Canat’ın 1991’de Antalya Film Festivali En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu ödülünden mahrum bırakılması oldu.
Söz konusu vakanın hikâyesini Gülcan Tezcan ayrıntılarıyla kaleme almış www.medyasofa.com’da.
II- “Bir yalana inanmaya yöneltiliriz gözün içinden değil göz ile gördüğümüzde”, diyor ya William Blake...
Semih Kaplanoğlu, gözün içinden görmeyi başaran bir yönetmen.
Hakiki bir sanatçı istemese de bir mücadeleye girmiştir. Bunu bize Aliya İzzetbegoviç söyler; Kusturica’nın geldiği ülkenin, yetkesini bilgeliğinden alan mücadele adamı. Hakiki sanat daima yalanın aleyhine şahitlik etme durumundadır, Aliya’ya göre. Sanatçıların kaçınılmaz mücadelelerinin zemini de, işte o şahitliği mümkün kılan konum olmalıdır.
Emir Kusturica ne demek istedi bize peki? Bosna katliamları, çukurlardan çıkartılan kemik yığınları, tecavüz kurbanı kadınlar ve bu tecavüzlerin sonucunda dünyaya gelen masum çocukları bekleyen güçlükler hafife alınacak gerçeklerdir, steril sanat bakış açısı nezdinde. Bu “duyarlılığı” biz başka bir tartışmadan da hatırlıyoruz: ABD işgali sırasında üç beş kız öldüyse ne olmuş, belki geride kalanlar arasından hâlâ Mozartlar çıkabilir; Fazıl Say’ın yorumuydu bu.
III- Hayattan gelen seslere, eleştirilere açık, başkalarının kötü kaderine sanatın eliyle merhem arama konusunda kaygılı sanatçılar eksik değil Allah’tan. Şanar Yurdatapan, bu açıdan bir fenomen. Sevilen şarkıların bestekârı bugün, 12 Eylül darbesinin ardından yaşadıklarının etkisiyle de üretimini başka bir ifadeyle sürdürüyor.
Yurdatapan, başörtüsü yasaklarına karşı eleştirel bir yaklaşımın henüz sol/liberal kesimde belirginleşmediği bir dönemde, karşılaşacağı tepkileri hiç dikkate almadan yasağın engellediği genç kızlara destek vermek üzere başını örterek eylemlere katıldı. Nerede bastırılan bir ses, acılı bir yürek var, Yurdatapan orada görünüyor, bazen Abdurrahman Dilipak’la birlikte. Dilipak evini barkını kaybediyor girdiği mücadelede, sözünü sakınmıyor yine de; Yurdatapan ise nihayet bestelerini satışa çıkartıyor, projelerini tamama erdirebilmek için.
Yurdatapan, sevilen şarkıların bestekârı ve söz yazarı olmanın yanında, Türkiye küçük Millet Meclisi isimli girişimle de tanınıyor. Benim de Kayseri’ye giderek dâhil olduğum TKMM toplantıları, büyük Meclis’e sesini iletemeyen herkese açık bir tartışma platformu olarak Türkiye’nin pek çok şehrinde farklı kesimleri biraraya getiriyor. Sorunlarımızın temelinde “konuşmadan hüküm verme” alışkanlığımız yatıyor. Dar bağlamlı sohbet toplantılarını farklı seslerin katılımıyla geniş kesimlere açmak gibi bir amacı var bu toplantıların.
Müzik pazarının ittiği, o pazarı iten sanatçı mücadelesinden mi vazgeçecek... Yurdatapan insan hakları mücadelesine ve Türkiye küçük Millet Meclisleri projesine gelir sağlamak amacıyla, bestelediği, sözlerini yazdığı iki eseri, Arkadaş ve İstanbul’da Olmak şarkılarını, sesi bu şarkılarla özdeşleşmiş olan Melike Demirağ’la birlikte iki ayrı single halinde seslendirdi. 20 eylülden bu yana www.sanaryurdatapan.net sitesinde satışta bulunan albümler, satın alan kişiler için özel mesajlarla dolu ve Demirağ ile Yurdatapan tarafından ıslak ıslak imzalanmış.
Arkadaş’ın ilk alıcısı da Sezen Aksu oldu.
Yurdatapan, sanatını toplumsal sorumluluk anlayışının zemininde var ederek kendi hayatını sanatlaştırıyor. Sanatı hayatın sesleriyle birlikte dönüştüren bir mücadele bu; yalana ve tahakküm bildiren yapılara karşı, gözün içinden görmeye çalışanların mücadelesi...
- Geri
- Ana Sayfa
- Normal Görünüm
- © 2009 İlke Haber
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.