GÖREV OLARAK DARBE
Murat Belge
20 Eylül 2011 Salı 10:05
Bir zamandır sosyalizm ve Marksizm’in bir bakıma eski sorunları üstüne yazarken, Türkiye’nin “yeni sorunları”nı ihmal ettim. Bugün, sosyalizm konusuna kısa bir ara verip böyle bir olgu üstüne birkaç düşüncemi yazmak istiyorum. 7 eylül cumartesi günü Hasan Cemal daha önce emekli Amiral Atilla Kıyat’ın bir TV programında söyledikleri üstüne, daha doğrusu onun söylediklerini aktaran bir yazı yayımladı. Ben de rastlantıyla, arabada giderken Kıyat’ın bu konuşmasını dinlemiş ve çok önemli bulmuştum. Bundan birkaç gün önce de, Mehmet Baransu’nun Taraf’ta, tutuklu subayların aileleriyle evlerinde görüşmesini anlattığı yazı ilgimi çekmişti. Yani, son analizde, bu ülkede Silâhlı Kuvvetler’in siyaset içinde yeri, sivil toplumla ve onun siyasi temsilcileriyle, toplumda varolan ideolojilerle ilişkileri sorununa, bütün bunların geleceği sorununa gelmek istiyorum.
Şu sırada devam eden yargılama bu sorunu keskinleştiriyor. Ama elbette sorun yargılamadan önce de vardı ve bu sorun varken Türkiye’nin çağdaş dünyanın saygıdeğer bir parçası olması da mümkün değildi.
Yıllar önce Almanya’da Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne katılmasının tartışıldığı bir toplantıdaydım. Yaşlıca bir Alman gazeteci, “Lafı dolandırmayalım” dedi, “bu ‘askerî demokrasi’nizle devam ederek, dünyanın neresinde yer alacağınızı sanıyorsunuz?”
Bu askerî demokrasi bugün hâlâ bu toplumda çok kişi ve kurumu rahatsız etmiyor. Geçtiğimiz yıllarda askerî vesayetin nasıl cansiperane savunulduğunu gördük. Ama TC sınırından dışarı çıkınca o gazetecinin sorusu ile karşılaşıyorduk. Evet, soru ve sorun buydu.
Şimdi çok şey değişti. Hasan Cemal TSK’nın yeni konumu için “bazı bakımlardan acıklı” demiş. Doğru.
Bu ülkenin sağlıklı bir hayata kavuşması için Ordu’sunun –en harbi deyimle– “haddini bilmesi” bir zorunluluk haline gelmişti. Bu tamam da, bir toplumun kendi Ordu’sunu cezaya koyması, “Git, köşede arkanı dön, öyle dur” demesi de normal bir şey değildir; sağlıklı bir gelecek için güven veren bir durum da değildir.
Bu işler, “Ergenekon” gibi bir suç örgütünü aşıp genişledikçe, hem doğru bir yola girmiş oluyoruz, hem de bu “doğruluk” endişe veriyor. Tutuklanan, yargılanan insanlar son kertede bazı bireyler; ama asıl yargıladığımız şey bireysel değil. Bütün bir zihniyeti yargılıyoruz aslında. Bunca insanın böylesine fütursuzca “nasıl darbe yapalım?” diye konuşturan bir ideoloji ve bir uygulama var bu ülkede. Ne zaman başlamış, diye sorarsanız gerilere gidebildiğiniz kadar gidin. Bütün modernleşme tarihini kapsıyor. Yargılanması gereken de, bütün bu geçmiş.
Bu cephe, bu süreçte, “en iyi savunma saldırıdır” taktiğini tercih etti. Kimse, “Evet, yaptım, çünkü...” diye konuşmuyor. Klasik “iftira”, “komplo” teraneleri, “Harbiye Marşı” falan filan. Bunlarla bu iş temizlenmez. Demek ki gene, hâlâ, her şey eskisi gibi olsun istiyor, ayak diriyorlar.
Dolayısıyla, bu ortamda, Atilla Kıyat’ın söylediği sözler veya bazı tutuklu subay ailelerinin düşman gibi görmeleri öğütlenen gazetecileri evlerine çaya çağırmaları bana anlamlı ve ilginç geliyor.
Çünkü sonunda konuşur, anlaşır hale gelmemiz gerekiyor. “Anlaşır” derken hepimiz aynı fikirde olalım diye bir derdim yok elbette. Bu zaten istenir bir şey değil. Ama bir şeye “masa” denmişse onun masa olduğunu, “sandalye” denmişse sandalye olduğunu anlayalım.
En önemlisi bu toplumu buralara getiren zihniyetin ne olduğunu anlayalım. Kiminiz buna hak verebilirsiniz; “bu koşullarda başka ne olabilirdi” sorusu büsbütün yersiz bir soru değil. Ama en azından, geleceğin belirleyici ilkelerini bu zihniyetten türetmenin yanlış olduğu konusunda anlaşalım.
Bugün (pazartesi) bizim gazetede Namık Çınar da aynı mantığı dile getiriyor. Darbe üstüne toplantı yapmak, bu geleneğin sonucunda, “rutin” bir iş haline gelmiş. Düzenleyen de, katılan da, normal görev çerçevesinde yapıyor bunu. “Niye katıldın?” “Orada ne söyledin?” hesabından önce, bu geleneği ortadan kaldırmak konusunda anlaşalım. Ama, sahiden anlaşalım.
- Geri
- Ana Sayfa
- Normal Görünüm
- © 2009 İlke Haber
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.