GÖKLER DELİNİYOR, YER ALTIMIZDAN KAYIYOR MU?
Fatma Barbarosoğlu
11 Haziran 2010 Cuma 18:07
Yağmur üzerine yazı yazmaktansa, dış politika üzerine "ahkâm kesme"nin daha muteber olduğunun, daha çok raiyting getireceğinin farkındayım.
Yağmur meselesi, alt yapı meselesi güneş açtıktan sonra yeni bir yağmura kadar unutulur gider. Unutmamamız gerekiyor oysa.Esas günlük güneşlik günlerde taleplerimizi dile getirmekten vazgeçmemiz gerekiyor.
İstanbul'un her sağanakta şehitleri oluyor artık.
İki yıl önce yağmayan yağmurlardan dertliydik. Evvelki sene bir yıl beklen yağmur, bir ramazan gününde göklerden yere bereketli damlalar olarak düştü. Ne düşüş. O gün bu gündür yağmurun fazlasından fena halde muzdaripiz.
İstanbul'un zamanını, birinci sel baskını, ikinci sel baskını diye mi dilimleyeceğiz bundan böyle.
9 Eylül 2009'u hatırlıyor musunuz?
Bebeklerinin cesedini günlerce arayan anne babayı hatırlıyor musunuz? Silivri'de sele kapılan bebek, günler sonra Marmara'nın karşı kıyısında balıkçıların ağına takılmıştı. Annesinin o masum bakışları, babasının evladını bulma gayretleri bu gün gibi aklımda.
İstanbul'da yaşıyor ve hatırlamıyorsanız vebal altındasınız. Bu kadar kolay unutma hakkımız yok çünkü.
Pazartesi gününden itibaren yaşadıklarımız konusunda uzmanlar ikiye ayrılmış durumda. Bir tarafta yağmurların o eski yağmurlar olmadığını söyleyenler var, bir tarafta sağlam bir alt yapı olmadığı için bunları yaşıyoruz diyenler.
Ben ne taraftayım?
"Yağmur yağdı böyle oldu" açıklamaları bendenizi fena halde rahatsız ediyor. Sel üzerinden, deprem üzerinden gelen ölümlerin "kader" üzerinden açıklanıp yetkililerin hiçbir mesuliyet almamalarına, vicdan azabı çekmek yerine, okul münazarasını kazanmak üzere kelimelerden savunma kuleleri dikmelerine itirazım var.
Kader konusunu doğru anlamamız için Hz.Ali'nin deve'yi sağlam yere bağla ikazı üzerinden tedbir bahsini lütfen akılda tutalım.
Yağmur göklerden geliyor. Amenna. Deprem toprağın yedi kat dibindeki kaymadan kaynaklanıyor. Amenna.
Yağmurun ne kadarın alt yapının yetersizliği ile alakalı ne kadarının küresel ısınma ile alakalı olduğu hakkında fikir beyan etmeden önce, Sakarya fay hattı ile ilgili olarak yapılan tartışmaları kendimize ayna edinelim. Vatandaş olarak "hayat bilincine" sahip olmadığımız hakkında bizi "BİZ"e gösterecek endam aynası Sakarya'daki fay hattı ile ilgili yapılan değişmeler.
Diyorsunuz ki ne oldu Sakarya'da? Sorun da bu ya zaten. İletişim çağında bizi yakından ilgilendiren konulardan haberdar olamıyoruz.
Haber Şu:
Başbakanlık Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı, Sakarya'nın Akyazı ilçesinde 17 Ağustos 1999 Marmara depreminin ardından fay hattına 150 metrelik uzaklığa ev yapılmamasına yönelik imar yasağını 20 metreye düşürdü.
1999'dan itibaren "Deprem ile birlikte yaşamak" diye bir slogan herkesin dilinde olacak ve depremin göbeğindeki imar izni olmayan araziyi vatandaş istedi "arsam değersizleşiyor" dedi diye iskâna açacaksınız.
Arsasını "değerli değerli" satmaya kalkan o vatandaş, televizyonda müstehcen bir görüntü gördüğünde "ahlak elden gidiyor" diyordur büyük ihtimal.
Haram ve helal ayırımı, sadece cinsel ahlakın sınırlarını belirlemiyor. Hadi soralım şu soruyu: Ayıplı mal satma konusunda Türkiye'de vicdanlar ne tarafa düşüyor?
Tedbir alınmadığı için gelen ölümler kaza mıdır cinayet mi?
Sorun bu soruyu kendinize.
Ya tedbir alındığı halde "vatandaş istiyor" diye o tedbiri ortadan kaldırmanın adı nedir?
Demokrasi bu değil! Demokrasi bazın vatandaşların isteklerinin "öteki" vatandaşların hayatını imha etme hakkı değil.
Sadece 150 metre 20 metreye insin diye talepte bulunanlar, bu talep pek yerinde bir talepmiş gibi iki eli kanda bu talebi yerine getirenler suçlu değil.
Yapılan yanlışın düzeltilmesi için kamuoyu oluşturmak yerine, bu haberi siyasi malzeme olarak, gerektiğinde ortaya çıkarmak için bekleten medyada suçlu.
Bu durumda taşı kim atabilir?
- Geri
- Ana Sayfa
- Normal Görünüm
- © 2009 İlke Haber
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.