GEZME CEYLAN BU DAĞLARDA...
Sırrı Süreyya Önder
03 Mayıs 2011 Salı 13:37
Kandıra bölgesindeki ormanlar, eskiden geyikleriyle anılırmış.
Bir yandan avlanma yoluyla, diğer yandan ekosistemin talan edilmesiyle bir tek geyik bile yaşamaz olmuş.
Doğa Koruma ve Milli Parklar Genel Müdürlüğü, yaklaşık iki yıl önce bir dişi bir erkek geyiği ormana salmış.
Bölge halkı, yıllar sonra gördükleri geyikleri korumaya alıp, neredeyse elleriyle beslemeye başlamışlar.
Bir de yavru ceren dünyaya gelmiş.
Ömer Çakır ve Vedat Kaygısız isimli iki vatandaş, yaklaşık 3 ay önce, Bollu köyünde düzenlenen mevlid cemiyetinden dönerken yolda dişi geyik ve yavrusuyla karşılaşmışlar.
Geyikler de bunları diğer insanlarla karıştırıp, insan bellemişler, kaçmamışlar...
İşte bundan sonrasını anlatmaya içim elvermiyor.
Yavru ceylan öksüz kalmış diyeyim, gerisini siz anlayın.
Hayvanlar da ümmettendir
Bu cinayeti işleyenler tespit edilmiş ve mahkemeye sevkedilmiş.
Muhtemelen 11.000 TL ceza ödeyerek serbest bırakılmışlardır.
Ben en çok, bu canilerin Mevlid-i Şerif’i nereleriyle dinlemiş olduklarını merak ettim.
O maneviyat ikliminden çıkıp, böyle bir cinayeti, üstelik yavru ceylanın gözü önünde nasıl işleyebildiklerini anlamaya çalıştım.
Kuran-ı Kerim, ekolojik sistemin önemli üyeleri olan hayvanları, “ümmet” olarak isimlendirmektedir.
En’am Suresinin 38. Ayetinde; “Yeryüzünde yürüyen hayvanlar ve (gökyüzünde) iki kanadıyla uçan kuşlardan ne varsa hepsi ancak sizin gibi ümmettir. Biz o kitapta hiç bir şeyi eksik bırakmadık. Nihayet (hepsi) toplanıp Rablerinin huzuruna getirilecekler” buyrulmaktadır.
Gökteki kuştan yerdeki karıncaya kadar herkesin bu evren üzerinde bir hakkı olduğunu öğütleyen peygambere edilmiş bir duadan çıkıp, bu vahşetin faili olmayı nasıl içlerine sindirebildiklerini düşündüm.
Henüz 12 yaşında olan bir başka Ceylan daha öldürülmüştü bu topraklarda.
Ceylan Önkol’un, Diyarbakır’ın Lice ilçesi Şenlik köyü Xambaş mezrasında, Tabantepe Taburu’ndan atılan bir havan mermisiyle parçalanarak öldürülmesine itiraz etmeyen gönüllerden, bu vahşete bir ses vermelerini nasıl bekleyebiliriz ki?
Kaygusuz Abdal
Gaybi, zamanın Alanya Beyi’nin oğludur, ava meraklıdır.
Bir gün avda bir ceylan vurur.
Ceylan kaçarak Elmalı’daki Abdal Musa Sultan’ın dergahına girer.
Gaybi, dergahtaki dervişlerden vurduğu ceylanı ister.
Dervişler böyle bir ceylan görmediklerini belirtirler, tartışma çıkar.
Tartışmaları duyan Abdal Musa dışarı çıkıp ne olduğunu sorunca, Gaybi olup biteni anlatır.
Abdal Musa, abasını kaldırıp böğrüne saplanmış oku göstererek “attığın ok bu muydu?” diye sorar.
İşte Gaybi o gün o dergaha kul olur.
Vazgeçtiği cümle şeylerden dolayı ona “Kaygusuz Abdal” mahlası verilir.
Bu toprakların en güzel yergilerini, taşlamalarını yazar.
Bana kimileri “Niçin Kürtlerle berabersin? Bak sanatçısın, gazetede köşen vardı, herkes seni seviyordu...” diye soruyor.
Şüphesiz, Kaygusuz Abdal’la tartılacak kadar hadsiz değiliz ama Ceylanlara atılan her oku böğrümüzde hissetmeye yetecek kadar insanlığımız vardır.
Kimileri, sadece baskı, eza, cefa ve yorgunluktan ibaret bu sorumluluğu, iktidarla karıştırıp, “vay Sırrı vay” diye yazılar döşeniyor.
Bir de sap yeyip saman üretenler, hicvedeceğim derken gülünç olanlar var.
Hepsini hizalayıp tek bir cevap vermek gerekirse şudur:
Kendinizi zorlamayın, sizin bileceğiniz bir hal değildir.
Bilmeniz gereken tek şey haddinizdir.
Bir de şu atasözü: Aqlê sivik barê girane!
Hepinize merhaba...
Not: Asuri, Keldani, Süryani ve Ermeni halkı başta olmak üzere, gönlünde bize yer açan, varını yoğunu seferber eden tüm kardeşlerime gönül dolusu teşekkür ederim.
Özgür Gündem
- Geri
- Ana Sayfa
- Normal Görünüm
- © 2009 İlke Haber
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.