GERİSİNİ İSRAİL DÜŞÜNSÜN!
Hilal Kaplan
04 Eylül 2011 Pazar 12:45
İsrail ordu güçleri Mavi Marmara'ya saldırdığından beri, Türkiye sıkı bir diplomatik mücadele yürüttü. Gazze ablukasının gayri hukukî ve gayri insanî olduğunun önce Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Konseyi ve sonra Birleşmiş Milletler Genel Kurulu'nca kabul edilmesine vesile oldu. BM Genel Sekreteri'nin atadığı dört kişilik panel "Palmer raporu" denen belgeyi hazırlarken -İsrail'in aksine- tam bir işbirliği içinde oldu. İsrail hükümetinin ek süre taleplerini olumlu karşıladı. Ancak ortaya çıkan tabloya bakılınca Türkiye'nin suhuletli tavrının bir karşılığı olmadığı açık.
Palmer raporu, BM Genel Kurulu'nun gayri meşru bulduğu Gazze ablukasını İsrail'in güvenliğini ilgilendiren sebeplerden dolayı meşru ilan ediyor. Yine aynı raporda BM İnsan Hakları Konseyi'nin yasadışı ilan ettiği Mavi Marmara saldırısını sadece "aşırı ve mantıksız" olarak niteliyor. Yani BM Genel Sekreteri'nin atadığı panelin raporu, BM'nin aldığı kararlarla çelişiyor.
Üstelik rapor kendi içinde de çelişkilerle dolu. Mavi Marmara'daki iki yolcunun daha askerler gemiye inmeden vurularak öldürüldüğünü kabul eden rapor, saldırıyı İsrail askerlerinin "organize ve şiddetli bir direniş"e karşı kendilerini korumak zorunda kalmaları olarak tanımlıyor. Uluslararası sularda, uluslararası denizcilik yasalarını hiçe sayarak sivillerden müteşekkil bir gemiye saldırıp dokuz kişiyi öldürmeyi yasadışı olarak bile niteleyemeyen bir raporun ciddiye alınacak hiçbir yanı yok gerçekten. Bu minvalde Cumhurbaşkanı Gül'ün rapora dair "yok hükmündedir" beyanatı oldukça isabetlidir. Zira bu kağıt parçası sadece vicdanen değil, hukuken de yok hükmündedir.
Bu netameli süreçte Türkiye, şimdiye kadar hiçbir Ortadoğu ülkesinin gerçekleştiremediğini başardı ve Batı'nın "ahlâkî üstünlük" iddiasının içinin ne kadar boş olduğunu yine Batılı değerler üzerinden gösterdi. Dünyanın geri kalanına "Batılı değerler" diyerek pazarlanan idealin yalan olduğu zaten biliniyordu ama şimdiye kadar "oyunu kuralına göre oynayarak" hakikatin bu kadar sarih biçimde tezahür etmesini sağlayan bir ülke olmamıştı.
Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu'nun New York Times'a sızdırılan Palmer raporunun içeriği ortaya döküldükten sonra yaptığı konuşma Birleşmiş Milletler şartlarına, uluslarası hukuka ve insanlık değerlerine referanslarla doluydu. Davutoğlu, bugüne kadar "insanlık" diyerek ağızlarını açtıkları her sefer insanlığı ayaklar altına alanları "insanlık değerleri" ve "insanlık vicdanı"na atıf yaparak uyardı. Uyarmaktan öteye giderek ilişkilerin kopma noktasına geldiğini diplomatik yaptırımları sıralayarak gösterdi. "Seyrüsefer serbestisi" vurgusuysa uluslarası sularda korsancılık yapan İsrail'e hukukun üzerinde olmadığını hatırlatmaktan ibaretti.
İsrail'in istediği gibi at koşturmasına öylesine alıştırılmışız ki, uluslararası denizcilik yasalarını ihlal eden İsrail değil, ona rağmen kendisinin uyacağını beyan eden Türkiye hayretle karşılanıyor. Hatta "İsrail'e seyrüsefer tehdidi" gibi manşetlerle esas kabadayının kim olduğu gizlemeye kendi basınımız da çanak tutuyor.
Mevcut durumda Türkiye, bu davada baştan ayağa haklı olmanın verdiği gücü, Batı'nın sahip olduğunu iddia ettiği değerlere verdiği referanslarla pekiştirmiştir. Üstelik sorunun İsrail halkıyla değil, hükümetiyle olduğunu vurgulayarak gelmesi muhtemel anti-semitizm suçlamalarını da bertaraf etmiştir. Ayrıca hem NATO'daki hem de Birleşmiş Milletler'deki pozisyonu gereği gözden çıkarılamayacak müttefiklerden birisi olmaya sürdürmektedir. Gerisini dünya kamuoyunda giderek yalnızlaşan İsrail düşünsün!
Ya İHH filoya katılsaydı
Geçtiğimiz yaz, İnsan Hak ve Hürriyetleri İnsanî yardım Vakfı'nın ikinci "Gazze'ye Özgürlük Filosu"na bir takım teknik sebeplerden dolayı katılmayacağını açıklaması büyük infial yaratmıştı. Daha bir yıl önce hayatını ortaya koyarak Mavi Marmara'da yerini almış olan İHH mensupları korkaklıktan çıkarcılığa kadar her tür suçlamaya maruz kaldı. O dönem, bu karar teknik meseleler dolayısıyla alınmış olmasa bile, İHH camiasının kendi nefslerini değil, Filistin davasının selâmetini ön plana koyarak davrandıklarından zerre şüphem olmadığını yazmıştım.
Bugün, bu kararın aslında ne gibi maslahatları öngördüğünü idrak etmek mümkün. Artık uluslarası sularda korsanlık yapan İsrail'e karşı uluslararası yasalar gereği elinden gelen tüm tedbirleri alacağını söyleyebilen bir Türkiye var. Halbuki İHH ikinci filoya katılmış olsaydı, Türkiye'nin eli bugünkü kadar güçlü olmayacaktı; çünkü şimdiki gibi tek cephede değil, çoklu cephelerde mücadele vermek zorunda kalacaktı.
Mavi Marmara şehitlerinin davası sadece Türkiye'nin değil, Filistin'in davasıdır. Yani ümmetin davasıdır. İnşallah, en azından bundan sonrası için, birbirimize hüsnü zanla bakmayı başarabiliriz.
- Geri
- Ana Sayfa
- Normal Görünüm
- © 2009 İlke Haber
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.