GERİ DÖNÜŞÜ OLMAYAN YOLDA
Etyen Mahçupyan
02 Ekim 2013 Çarşamba 08:20
Hükümetin açıkladığı demokratikleşme paketinin beğeneni beğenmeyeni tabii ki olacak.
Ancak önemli olan nokta, toplumun geniş kesimleri için bu iki değerlendirmenin birbirini dışlamaması… Beğenenler beğenmeyenlerin görüşüne, beğenmeyenler de beğenenlerin görüşüne büyük ölçüde katılacaklar. Çünkü böyle bir paketin değerlendirilmesinde iki farklı referans var ve ‘beğeni’ sizin hangi referansa baktığınıza bağlı. Diğer taraftan hangi referansı önemsiyor olsak da diğerini göz ardı etmiyoruz. Söz konusu iki referans çok basit bir tanımla geçmiş ve gelecektir… Geçmişe bakarken bu paketi beğenmemek mümkün değil. Buna karşılık geleceğe bakarken paketi yetersiz bulmamak da imkansız. Bu bir ayrışma da değil, çünkü hemen herkes bu iki referans arasında gidip geliyor. Örneğin Kürt siyasetinin en radikal, çıtayı yüksekte tutan ideolojik militanları bile geçmişe baktıklarında AKP’nin beklenmedik değişimlere imza atan reformist bir yanı olduğunu söylüyorlar. Ancak aynı kişiler geleceğe bakıp, yapılmasını istedikleri hamleleri temel aldıklarında, bu kez de aynı AKP’nin devletleştiğinden dem vurabiliyor.
Yüzeyde bu iki söylem arasında farkın bir ‘gerçekçilik’ algısına dayandığı öne sürülebilir. Paketi beğenenlerin daha ‘gerçekçi’ olduğunu, toplumun zihniyetini, devletin ideolojisini ve yönetimdeki direnci dikkate aldıklarını öne sürebiliriz. Beğenmeyenlerin ise olması gerekenin peşinden gittikleri için tatmin olmadıklarını düşünebiliriz. Bu yargı bir yere kadar doğru. Ne var ki gerçekçilik, toplumun geleceğe dönük hayal ve tercihlerinin de dikkate alınmasını gerektiriyor. Dolayısıyla en doğrusu paketi değişim sürecinin parçası olarak sunmak, böylece hem geçmişten ve bildik gerçekçilikten uzaklaşmamak, hem de geleceğe yönelik umudun taşınmasını sağlamaktı. Nitekim Başbakan da böyle yaptı… “Ne ilk ne de son” vurgusuyla, “ulaşılması gereken değil, ulaşılan noktanın tezahürü” olarak tanımlarken, bir yandan paketi Cumhuriyet’in kuruluşuna bağladı, aynı anda da o Cumhuriyet’in ‘millet istediği için ve milleti bütünlüğü içinde korumak amacıyla’ ucu açık bir dönüşüm yolunda yürüdüğünü söylemiş oldu.
Bu bağlantı hamasi bir söylemin ötesini ifade ediyor. Türkiye gibi kimliksel kırılmalar ve karşılıklı kültürel yabancılaşmalar yaşayan, millet olmaya çalışırken ‘toplum’ olamamış, cemaatçı bakışı aşamamış ülkelerde toplumsal desteğe dayanarak reform yapabilmek, ister istemez toplumsal vasatide ‘neyin normal hale gelmiş olduğuyla’ bağlantılı. Başbakan, bu noktada da doğru bir teşhisten hareket etti. Halka rağmen adım atmanın mümkün olmadığını vurgularken, örnek olarak sadece ‘tek tipçi’ rejimleri değil, demokrasiyi de zikretti. Kısacası, iyi ve doğru olanın ne olduğu bilinse bile, bunun hayata geçmesini toplumun ikna edilmesine ve söz konusu olgunluk seviyesine gelmesine bağladı.
Burada da ikili bir değerlendirme mümkün. Liderliğin bu olmadığını, hele evrensel hak ve özgürlükler konu olduğunda toplumun zihniyetine bakılmaması gerektiğini öne sürebiliriz. Demokratik adımların halkın demokrasi kültürüne tabi olmaması gerektiğini savunabiliriz. Ama bunun hiç de demokratça olmadığını da görmek durumundayız. Demokratlık bir usuldür… Ve kalıcı reformlar da toplumun içselleştirmesini, sahiplenmesini gerektirir. Diğer deyişle toplumun ikna edilmesi meselenin esasıdır. Bu açıdan bakıldığında AKP’nin toplumu ikna çabalarını yetersiz bulabilsek de, bunun sadece iktidara düşmediğini unutmamakta yarar var. AKP yeni anayasa çalışmasının da gösterdiği üzere, muhalefete de el uzatarak toplumsal algıyı zorlamaya hazır. Ama birçok örneğin ortaya koyduğu gibi, tek başına bırakıldığında da toplumun genel kabulünün ötesine geçmekte isteksiz. Bu durum AKP’yi kendiliğinden ‘demokrat’ yapmıyor. Ancak iktidarın yapmadıklarını tekrarlamak da muhalefettekileri demokrat yapmıyor…
Öte yandan çıkan pakette toplumun gerisinde kalan konular da var. Alevilerin talepleri ve Heybeliada Ruhban Okulu belli başlı iki örnek... Burada iktidarın kendi tabanına yönelik sıkıntıların ve bir hak meselesini dış politika malzemesi kılmaya dönük faydacılığın işaretleri var. Kürtlere yönelik adımların da yeterliliğini kimse savunamaz. Ama artık o yönde ve geri dönüşü imkansız bir yola girdiğimizin herhalde herkes farkındadır. Bu ortam Alevilerin hak ve özgürlüklerinin de gasp edilmesinin mümkün olmayacağı bir yeni döneme işaret ediyor.
Başbakan’ın vurguladığı üzere “geri döndürülemez şekilde demokrasiye ilerleniyor” ve Türkiye’nin temel gerçeği bu. Siyaset yapanların bu gerçeği temel almaması halinde ise gidecekleri yol yok.
- Geri
- Ana Sayfa
- Normal Görünüm
- © 2009 İlke Haber
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.