GERÇEĞİ KABUL ETMEK TEK ÇIKAR YOLDUR...
Mustafa Özçelik
21 Temmuz 2019 Pazar 11:06
Türkiye’de devlet yöneticileri, basın yayın organları ve şovenizmle hipnotize edilmiş toplumun geniş kesimleri için ‘Kürdistan’ ismi, uykuları kaçıran, bir öfke ve saldırganlık nedenine dönüşmüş.
Türkiye Devleti Cumhurbaşkanı ‘Bizde Kürdistan yok; Kuzey Irak’ta Kürdistan var. Kürdistan diyenler Kuzey Irak’a defolsun gitsinler’ diyor.
Anayasa Mahkemesi Kürdistan isimli partiler hakkında kapatma davası açıyor.
TBMM’de ‘Kürdistan’ sözcüğünü kullanana para cezası veriliyor.
Kürdistan bayrağını sosyal medyada paylaşanlara hapis cezaları veriliyor.
Kimlikteki adı ‘Kürdistan’ olan Güney Kürdistan vatandaşları Türkiye’ye sokulmuyor.
Trabzon’da üzerinde Kürdistan yazan atkıyı taşıdıkları için 50 kişilik Güney Kürdistanlı turist grubu Trabzonlu bir grup ırkçının saldırısına uğruyor, Güney Kürdistanlı grup linç girişimi ile karşı karşıya kalıyor.
Trabzon Valiliği, Güney Kürdistanlı turist gruba saldıran ırkçıları gözaltına alıp, cezai işleme tabi tutacağına; övünerek, ibret verici bir açıklamayla, saldırıya uğrayan, mağdur durumdaki Güney Kürdistanlı turist gruptan birilerinin gözaltına alındığını ve sınır dışı edildiklerini duyuruyor.
DHA ve Habertürk, ‘’Hewlêr’deki silahlı saldırı faillerinin yakalandığı’’na dair verdikleri bir haberde, Hewler’de Türkiye Konsolosluk görevlisi ve 2 Güney Kürdistan vatandaşının öldürülmesinin faili olarak tanıtılan kişinin basına dağıtılan fotoğrafının arka cephesinde bulunan Kürdistan bayrağını sansürlüyor.
Türkiye’de Cumhurbaşkanı’ndan tutun da basın-yayın organlarına, sıradan bir Türk’e kadar, Kürdistan ismine, Kürdistan Bayrağı’na karşı duyulan, gösterilen bu tepki, nefret, öfke ve düşmanlık; artık mızrağın çuvala sığmadığının, 96 yıllık ‘tek devlet, tek millet, tek vatan, tek bayrak’ siyasetinin iflas ettiğinin, bu siyasetin tam da bir çıkmaz sokağa saplandığının açık ve tartışmasız göstergesidir.
Evet, Kürtleri, Kürdistan’ı yok sayabilirsiniz. Hatta bu iki gerçekliği yok etmek için hep yürürlükte tuttuğunuz katliamlara, jenosidlere, yeni jenosidler de ekleyebilirsiniz. Ama artık bir güneş gibi parlayan, tüm dünya devletlerinin resmi olarak kabul ettikleri, Irak Anayasası’nda da resmi olarak tanımlanan Güney Kürdistan’daki Federe Kürdistan Bölgesi ve Yönetimi’ni ve Onun resmi bayrağını ne yok edebilirsiniz ne de yok sayabilirsiniz.
Artık ok yaydan çıkmıştır. Kürdistan’ın kendi bayrağı ile bir siyasi statü sahibi olduğu Güney Kürdistan gerçekliği, tüm Kürdistan parçaları için de bir örnek, bir ilham kaynağı ve manevi, siyasi ve milli açıdan büyük bir dayanaktır.
Evet o güneşi balçıkla sıvayamazsınız.
O güneşin bir parçası olarak bizleri, Kuzey Kürdistanlıları, kolektif milli haklarımızı, bizlerin kendi ülkemizde siyasi bir statü ile kendimizi yönetme hakkımızı yok sayamazsınız. ‘’Rojava Kürdistanı’nda hiçbir siyasi statüye izin vermeyiz’’ yaklaşımıyla, yanlış siyasette direterek olacağına varacak olan gerçekliğin önüne geçemezsiniz.
Bütün bu gerçeklikleri kabul etmek ve bu kabule göre doğru çözümler geliştiren makul adımları atmak tek çıkar yoldur...
Sizlerin, Türkiye Devleti yöneticilerinin, dönem dönem bu gerçeklik karşısında bocaladığını görüyoruz. Kürdistan bayrağının Güney Kürdistan yöneticileriyle görüşmelerde resmi protokollerde yer almasını kabul ettiğinizi, ‘Kürdistan’ ismini bazı konuşmalarınızda dile getirdiğinizi görebiliyoruz. Ama anlaşılan bu hiç de içinize sinmeyen bir ‘kabullenme’dir.
Türkiye Devleti, kafasını kuma gömen devekuşu gibi davranmaktan artık vazgeçmelidir.
Tarihsel gelişmeler tarafından kanıtlandığı gibi, Kürt milletini, ülkesini, değerlerini ve milli, demokratik hak ve özgürlük taleplerini yok saymak, engellemek, inkar ve imha siyasetiyle yok etmeye çalışmak, çıkar yol değildir. İki milletin eşit ortaklığını içeren bir siyasi statü temelinde kavgasız , gürültüsüz bir şekilde, birlikte yaşamanın en temel insani ve güven verici adımı olarak bir an önce yapılması gereken; Kürt diline, Kürdistan bayrağına, Kürdistan ülkesine, Kürtlerin milli varlığına , kolektif haklarına saygıyı ve kabulü içeren, düşünce ve örgütlenme özgürlüğünün güvenceye alındığı, savaş yerine diyalog ve siyasi çözümün esas alındığı yeni bir anlayış ve kültürün benimsenmesi ve bunun yasal, anayasal güvencelere kavuşturulmasıdır.
Türkiye Devleti, Kürtlerin 96 yıl boyunca, maruz kaldıkları tüm ölüm, yıkım, hapis ve soykırımlara rağmen bu meşru, haklı taleplerinden vazgeçmedikleri ve vazgeçmeyecekleri gerçekliğini de kabul ederek, artık yeni bir sayfa açmalıdır.
Peki bu mümkün müdür?
Elbette ki mümkündür. Yeterki Türkiye Devleti 96 yıllık bu tekçi ve yanlış paradigmasını bir tarafa bıraksın ve kısa, orta, uzun vadeli programlarla bu 96 yıllık siyasetin tahribatlarını onarmaya ve sözünü ettiğimiz yeni kültürü inşa etme konusunda samimi, gerekli adımları atmaya karar versin. Yeterki bu adımları atmak dışında makul bir yolun olmadığını artık anlasın, kabul etsin.
Eğer, Türkiye Devleti, bugüne kadar izlediği, çözümsüzlük ve öteleme siyasetinde inat ederse, sorunun gerçek çözümü için gerekli adımları atmazsa ne olur?
Hak verilmezse; elbette ki alınır.
Türkiye Devleti şiddet ve yasaklamalarla, Kürt karşıtlığı siyasetiyle, sorunun çözümü için adım atmamakta diretirse, Kürtler olarak, bizler de meşru, siyasal, demokratik ve sivil yol, yöntem ve araçlarla, meşru haklarımızı elde etmek için, elbette ki mücadeleye devam edeceğiz.
Dünya özgür ve eşit milletler sahnesinde, er ya da geç, yerimizi alacağımıza zerre kadar kuşkumuz yoktur.
Bu makale yazarın görüşlerini yansıtır. İlke Haber’in yayın politikası ve editoryal bakış açısı ile her zaman uyumlu olmak zorunda değildir.
- Geri
- Ana Sayfa
- Normal Görünüm
- © 2009 İlke Haber
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.