05 Mayıs 2024
  • İstanbul13°C
  • Diyarbakır15°C
  • Ankara11°C
  • İzmir14°C
  • Berlin15°C

GENÇ GAZETECİ, İHTİYAR GAZETECİ

Ece Temelkuran

28 Ekim 2011 Cuma 11:36

Son dönemde yaptığı işleri heyecan ve sevinçle izlediğim (herhalde hepimizin izlediği) sevgili Ezgi Başaran dün bir yazı yazdı. Rejinin Sesi başlıklı. İçinde Mısırlı bir gazetecinin Tahrir Meydanı'ndaki eylemcileri terörist olarak adlandırması istendiğinde işini bırakan televizyoncu Şehire Amin'la sohbetinden söz etmiş. Amin, işi bırakıp Tahrir Meydanı'na kendini attıktan sonra nasıl hissettiğini anlatırken gençleştiğini söylemiş. Bunun üzerine söyleyecek bir kaç sözüm olacak.

Bu sabah şöyle bir yazı başlangıcı düşünüyordum:

Ben bu dünyanın alakasız yerlerinde dolaşıp size hiç görmediğiniz, büyük olasılıkla da hiç görmeyeceğiniz insanlardan söz ediyorum ya, bunu şu nedenle yapıyorum. İnsanlığın kaderinin birbirinin içine geçmiş olduğunu anlatmaya çalışıyorum esasen, hiçbir benzerliğimizin olmadığı insanların tıpkı biz gibi olduğunu ya da hiçbir benzerliğimizin olmadığı insanları anlamanın içimizi zenginleştirdiğini... İnsan, ne kadar dünyayla bir olursa o kadar bereketli bir hayatı olur çünkü. O yüzden mesela bugünlerde hiç tanımadığınız Tunuslu bir takım insanlardan söz ediyorum. Muhtemelen Şehire'nin Ezgi'ye söyledikleriyle ilgisi var bunun. İnsanlığın kaderiyle bir olunca, kalabalıklarla hemhal olunca canlı hissediyorsun. Kendini daha genç gibi hissettiğini düşünmenin nedeni tekrar yaşamaya başlamış olman. Kendini dışardan izlemekle, bir sonraki zaman diliminin nasıl geçeceği konusunda endişelenmekle ya da yapman gerekenleri yapmakla değil, yaşamakla meşgul oluyorsun bir tek. Dünya ile bir olmuş akıyorsun. Bu da bir çok insanın sadece gençken yapmaya cesaret edebildiği bir şey olduğu için... Neyse uzatmayayım. Konuyu şuraya getireceğim.

Şimdi ekranlarda süslü püslü genç hanımlar ve bir takım genç adamlar doğuyor. Bir yıldız doğuyor gibi yani. Rejiden ses gelmiş, önlerini ilikleyip aynen ekranda tekrar ediyorlar. Durmadan da çoğalıyorlar bunlar. Durmadan ihtiyarlıyorlar. O kadar yaşlanıyorlar ki durduk yerde mesleğimizin yaş ortalaması yükseliyor! Söyleyeyim, çok para kazanacaklar, kesinlikle çok ünlü olacaklar ve iktidara yakın çevrelerde de prestij garanti. Ama ihtiyarlayacaklar. Hızla. Göreceksiniz bakın. Ferleri sönecek. Çünkü insanın ancak Şehire'nin yaptığını yaparak canlı kalabileceğini henüz bilmiyorlar. Stüdyo makyajları, stüdyo mimikleri, stüdyo tonlaması, stüdyo hallenmeleri... Hepsi üzerlerine yapışacak ve bütün bu örtünün altında ruhları çürüyecek. Çok kötü bir şey bu. Kendilerine yaptıkları büyük bir zalimlik. Üstelik bize de zalimlik yapıyorlar. İnsan bu kadar küçük bir şey değil çünkü. Bazı anlarda insanın bu kadar küçük bir şey olduğunu sanmamıza neden oluyorlar. Neyse uzatmayayım...

Büyük felaketlerin küçük bir yararı da insan denen kırılgan ve güçlü varlığın kalbini bir berzaha koyması. Ezgi'nin sözünü ettiği gibi gazetecinin de kalbi, haysiyeti, hakikati bir berzaha düşüyor: Latif Demirci'nin dün Hürriyet'in birinci sayfasında yaptığı gibi megagonla "Nerede bu deprem vergileri?!!" diye sorup, insanlığın kaderiyle bir olup genç kalanlarla "Şimdi efendim, şöyle yani, nasıl desem..." diyerek kendini insanlığın kaderinden ayrıştırmaya çalışırken ihtiyarlayanlar keskin bir virajla ikiye ayrılıyor. Tahmin edeceğiniz kısmı şarampolden yuvarlanıp insanlığın cehennemine düşüyor. Hasbelkader bir kaç viraj atlatmış biri olarak söyleyeyim, yol stabilize, asfalt değil. Ama sonunda kendine varıyor. Kendine varamayanlar ise... Onlar için Allah selamet versin demekten başka çare kalmıyor.

Mühim not: Cüneyt Özdemir'e de insanlığın tarafını tuttuğu için hasleten selamlar!

Yorumlar
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.