FUENTES’İN ÖZGÜRLÜK ÇAĞRISI
Orhan Miroğlu
19 Mayıs 2012 Cumartesi 08:15
Fuentes öldü.
Oysa ben onun yeni bir romanının yayımlanmasını sabırsızlıkla bekliyordum.
Bazı yazarlar vardır okursunuz ve geçersiniz, bundan sonra ne yazacağını merak etmek içinizden geçmez.
Ama bazı yazarlar vardır ki, okuyup bitirdiğiniz her eserinden sonra, başka bir eserini okumak istersiniz. Yazdıklarının tümünü okuduysanız, sabırsızlıkla yeni bir şey yazmasını beklersiniz.
Fuentes benim için böyle bir yazardı.
Diyarbakır cezaevinde iki romanını okumuştum. Artemio Cruz’un Ölümü ve Deri Değiştirmek. Otuz yıl geçmiş aradan..
Ama insan, Terra Nosta’yı okumadan bu büyük yazarı tanımış olmaz.
Milan Kundera’nın, “ölmekte olan roman sanatını tamamen yenileyen ve roman tarihini değiştiren üç büyük yapıttan biri” olarak tanımladığı Carlos Fuentes’in romanı Terra Nosta- Bizim Toprak’ı okuyalı yedi yıl olmuş.
Terra Nosta, Fuentes’in adıyla özdeşleşmiş bir romandır ve eleştirmenlerin ortak yargısıyla, dünya roman sanatının üç büyük yapıtından biridir
1108 sayfadan oluşmuş romanıyla Carlos Fuentes, çağlar ve yüzyıllar boyunca reenkarnasyon geçiren kişilerinin, tarihsel süreklilik içindeki rollerini, tutkularını, aşklarını, ve bence en önemlisi de yeni dünyalar keşfetmeye ve yeni bir insanlık tarihi kurmaya yönelmiş o bitmez tükenmez meraklarını anlatıyor.
Kimi zaman Mezopotamyalı bir dengbêji ya da bir masal anlatıcıyı dinler gibi oluyorsunuz; keyif verici, abartılı ve şaşırtıcı bir edebiyat diliyle baş başa kalıyorsunuz; kimi zaman, kıyametin ve tarihin başlangıç dönemlerine uzanıyor, gerçekdışına, yani düşsele başvuran yazarın sizi soluksuz bırakan doludizgin metinlerine yetişmeye çalışıyorsunuz.
Fuentes’in romanı, “bir romanda değişik tarihsel zamanların birarada” olması gibi temel bir özelliğe sahiptir.
Romanda, değişik zamanların ve tarihsel dönemlerin birarada bulunması (coexistence), yazarın, her şeyden önce teknik bir yığın sorunla uğraşmasını ve bu teknik sorunların üstesinden gelmesini gerektirir:
Romanın bütünlüğü bozulmayacak ve tarihsel sürekliliğe uyan roman kişilerinin, reenkarnasyonu belirli bir bütünlük içinde anlatılacak ve her şey, sonuçta romanı var eden bütünün bir parçası haline gelecektir.
Zor bir iş, edebiyat dünyasında bunu başaran yazarların sayısı çok değil.
Milan Kundera, Ölümsüzlük’te bunu yaptı, Salman Rushdie, onu ölüme mahkûm eden bir fetvayı hâlâ boyunduruğunda taşıyor olma pahasına, Şeytan Ayetleri’nde böyle bir şey başardı; Şeytan Ayetleri’nde, Gibreel Farishta, baş melek Cebrail’e dönüşür ve böylece bu zamanlarüstü, ya da tarihüstü ilişkiyi, Rushdie, roman kişilerine yaptırdığı ruhsalgöçle sağlar.
Fuentes’in ve Rushdie’nin roman kahramanları, “bir çağdan bir başka çağa kendilerinin ruhgöçü olarak geçerler”.
Fuentes’in kişileri, inanç sahibidirler, bir şeye inanır ve bu inanç uğruna ömürlerini bitirir, bir hayatı bu inanç uğruna gözlerini kırpmadan feda ederler..
En büyük tufanlar, zulümler bile onlara kâr etmez.
Pedro, daha yirmi yaşında “zengin ya da yoksulun olmadığı, hayvanların ve insanların keyfî olarak yönetilmediği bir dünya” hayali kurar ve hayalini kurduğu bu dünyanın keşfine çıkar; ilk deneyiminde başarısızlığa uğrar; hiçbir zorluk onu yıldırmaz; yetmiş yaşında yeniden yeni bir dünyanın keşfi için, onu neyin beklediğini bilmeksizin, yeni ve zorlu bir yolculuğa çıkar; bu ikinci yolculukta hayalini kurduğu dünyayı bulur –ki ilk yolculukla ikinci yolculuk arasında elli yıl, yani yarım asır vardır; ama bu akıp giden zaman, Pedro’nun ne sabrını tüketmiş ne de yeni bir dünyaya dair merakını yok edebilmiştir.
Ölüm ve yaşam arasında gidip gelinen uzun bir zamandan ve içinde bulunduğu gemiyi paramparça eden büyük bir fırtınadan sonra nihayet yeni dünyanın incilerle dolu sahiline ayak bastığında şöyle diyecektir:
“Artık emeklerimin meyvesini benden alabilecek, evimi yakabilecek, kadınlarıma tecavüz edebilecek ve oğullarımı öldürebilecek bir senyör yok. Artık özgürüm. Nihayet kazandım.” Yanında tek sağ kalmış gence ise, yeni bir dünyanın keşfedildiği o anda, şunları söyler Pedro: “Ateşi canlı tut. Birbirine çarpınca kıvılcım çıkaran şu taşlar epey işimize yarar. Bol bol kuru odun da ver. ...sakın söndürme. Yeni dünyada yakılan ilk ateştir bu.”
Romanın en önemli kişilerinden, hayalî ülkenin kralı El Senor, insanları iki sınıfa ayırmaktadır ve olaylar öylesine gelişir ki, kişisel inancınızı zorlasa da El Senor’un haklı olduğuna inanmak zorunda kalırsınız: “...imanımı güçlendirmek için, kendi kendime soruyorum, gerçekten ötesi var mı diye o iki yolun: zulmeden olmak, ya da zulüm gören olmak.”
Ütopyasız tek kişisi yoktur Fuentes’in.
Ruhu, yüzyılların içinden geçip ölümsüzleşen Celestina için ütopya ve gelecek, “hiçbir şeyin yasak olmadığı bir dünyadır, her erkek ve her kadın en çok beğendiği kişiyi sevebilecektir, çünkü aşkın kendisi doğal ve kutsal sayılacaktır”.
Yeni dünyanın keşfine çıkanlardan biri, Keşiş Simon şöyle tanımlıyor bu henüz keşfedilmemiş dünyayı: “Bu dünyaya doğan herkes, sonsuza kadar dünyada kalacak, yeryüzü cennet olacak ve cennet yeryüzünde yaşanacak.”
Yeni bir dünyanın keşif kervanına katılan öğrenci Ludovico, bu büyülü ve zorlu görevin farkındadır, çünkü böyle bir keşif dünyanın bütün gidişatını altüst edecek kadar büyüktür: “...ama bu, Tanrı’nın olmadığı bir dünya gerektirir. Hayalini kurduğumuz dünyada iktidar, ya da para, yasaklar, acı ya da ölüm olmadığından, her insan bir tanrı olacaktır. Tanrı bir yalana dönüşecektir. Çünkü onun özellikleri her erkekte, her kadında, her çocukta olacaktır: İnayet, ölümsüzlük, yüce iyilik gayesi.”
Hz. İsa, bizzat kendi doğumu ve yeryüzüne gelmesiyle başlayan tarihle ve böyle bir tarihi başlatan kişi olarak yaptığı çağrıyla, Fuentes’in roman kahramanlarına cesaret verir, onların yeni bir dünyayı keşfetmeye ve insana ait yeni bir tarih yaratmaya dair tutkusuna ve sabrına sahip çıkar:
“Yalnızca fedakârlıklarla yeni dünyalar doğar. Ama insan hep feda edilegelmiştir. Bu yüzden yeni bir şeye kalkışmıştır: Bir tanrıyı feda etmek. Eski tanrılar ve onların ilahi tarihi, insanın fedasıyla olmuştu. Şimdi de ilahi fedayla insan tarihi doğacaktır. Benim ve izleyicilerimin başına gelenlerin bir önemi yok.. bizim yarattığımız şeye tarih denir.”
Ve işte yaratılan bu yeni tarihin içinde ilerleyip duran kahramanlarımız, takip edilirler, yenilirler, ama bütün bu yenilgilerden yeniden doğarlar, insanlara unuttukları şeyleri hatırlatmak için geri dönerler, bu onların kaderi gibidir; dünyanın güçlüleri tarafından çünkü, yeniden yenilirler ama, hep hatırlanırlar, görevleriyle birlikte hatırlanırlar, ki bu görev, görevlerin en acı verici olanıdır, bir çok insan tarafından temsil edilen tek kelimelik bir görevdir bu:
Özgürlük..
Terra Nostra’da anlatılan tarihin sürekliliğinde ve yazara göre aslında çoktan tamamlanmış olan bu tarihin odağında, Meksika halkının bu tamamlanmış tarihin evladı olarak çektiği acılar, direnişler, ihanetler ve beyaz yalanlar vardır.
İhanetler ve Meksika’nın yaralı gövdesine Tiranların dayattığı adaletsizlikler yüzünden, kahramanlar ve direnenler çoktan ölmüş ve yenilgiye uğramış olarak kabul edilmektedirler. Ve okur, romanın direnen, ama hep yenilgiye uğrayan kahramanlarıyla birlikte şu soruyu soracaktır kendine:
“...hepsi bunun için miydi, bin yıllar boyu mücadele, acı ve baskıya karşı isyan, yüzyıllar boyunca yenilginin yenilmezliği, kendi küllerinden tekrar doğan bir halk, hepsi böyle bir son için miydi? Kökenlerin törensel imhası, başlangıçlarındaki sömürgeci baskılar, sonuçta ise beyaz bir yalan...”
Ya buna rağmen direnmek ve hem Meksika tarihini hem insanlık tarihini zulmedilenlerden yana döndürmek gibi bir ihtimal, bu akla hiç gelmeyecek midir?
Hayır, o artık boşunadır; kahramanca ama faydasızdır, birkaç tane baldırıçıplak gerilla, hiçbir zaman yenemeyecektir, dünya üzerindeki en güçlü orduları; ve ne Meksika’da ne de yeryüzünün başka ülkelerinde hiçbir şey değişmeyecektir.
Ama yine de kabul edelim ki, Terra Nostra’da Pedro’nun özgürlük adına bize önerdiği tek şey vardır, o da özgürlük için tatmamız gereken yenilgidir ki, bu hem tarihin sürekliliğini sağlayacak olandır, hem de bu yenilgi aslında zulme karşı elde edilecek zaferin de ta kendisidir:
“İnsanın ilk yürüdüğü sahildir özgürlük. O özgürlüğün adı cennetti. Adım adım yitirdik onu. Adım adım yeniden ele geçireceğiz.. ölüme rağmen özgürlük varolacak. Onun adı dilden dile dolaşacak. Şarkılarda söylenecek. Aşklarda yeniden canlanacak. O özgürlüğün hayali kurulacak. O özgürlük arzulanacak. Özgürlüğün için savaş!. Yenileceksin!. Özgürlük namına sana önerdiğim zafer budur!.”
Fuentes’in artık yaşamıyor; ama bize “özgürlük namına” önerdiği ve hiçbir zaman elde edilmemiş olan o büyük zafere olan tutku, o büyük zafere aşkla bağlılık, insanoğlu varoldukça, yeryüzünde yaşamaya devam edecek..
- Geri
- Ana Sayfa
- Normal Görünüm
- © 2009 İlke Haber
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.