22 Kasım 2024
  • İstanbul7°C
  • Diyarbakır6°C
  • Ankara11°C
  • İzmir17°C
  • Berlin-2°C

FÖTR VE KASKET

Nabi Yağcı

02 Eylül 2010 Perşembe 13:16

Kemal Kılıçdaroğlu’nun referandum için miting meydanlarında yaptığı konuşmaları izliyorum. Söylediklerinden çok tavrını, duruşunu. Söyledikleri siyasi açıdan henüz kalıcılığına güven duyulan sözler değil. Bunu herkes görebiliyor. Bu nedenle söylediklerinden çok çizmeye çalıştığı imaj daha önemli geliyor bana. Kafasına geçirdiği kasket o imajın simgesi.

Kasketli Kılıçdaroğlu ya da “Halkçı Kemal”

Evinde, parti binasında, sokakta kasket takmayıp da miting alanlarında kasket takmanın iğretiliği nasıl da görülemiyor? Fakat, bu sırıtan çelişki basit bir imaj yaratıcılık hatası değil, tarihimizle bağlı bir ironi. Bizde Cumhuriyet tarihi fötr şapka ve kasketin derin çelişkisinin tarihidir denebilir. Bülent Ecevit de miting meydanlarında mavi gömlek giyer kasket takardı. İğreti gelmemişti kimseye. Çünkü zamanı ve CHP’de yapmak istediğiyle kasketi bir çelişki yaratmıyordu.

Tek parti döneminden beri CHP, balo kıyafetlerini, yani fötr şapka ve kuyruklu siyah frakı siyasetin sokağa da yansıyan simgesi haline getirmişti. Balo salonlarındaki insanlarla, onları uzaydan gelmiş yaratıklar gibi şaşkınlıkla izleyen fakir, perişan Ankara halkı arasındaki büyük kopukluk Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun romanlarında çok iyi anlatılır. Bu kıyafet taklitçi, özentili Batılılaşmanın siyasi bir figürüydü. Bu tür taklitçi Batılılaşma ya da taklitçi modernizm, Kemalist Cumhuriyet rejiminin sahibi bürokratik elitin “Halka rağmen halk için” felsefesiyle çok uyumluydu.

Devir değişmişti. 1945’lere gelindiğinde artık tek parti rejimi ve felsefesi iflas etmişti. “Devlet bizimdir” diyenler “Yeter, söz milletindir” şamarını yemişlerdi. Şimdi millet, devlet olmak istiyordu. Çünkü hep söylediğim gibi bizdeki devlet-ulus idi, ulus-devlet değil. Artık millet, her klasik modern devlette olduğu gibi devletin asli sahibi olarak sözüne sahip çıkıyordu.

Bizde tarih treni hep rötarlı gelir. Millet devlet olmak istiyordu ama kapitalizmin azgelişmişliği ve Batı’daki gibi bir burjuva devrimi yaşanmamış oluşu buna imkân vermiyordu. Askerler “milletin” devlet olmasına izin vermediler, bu süreci 27 Mayıs darbesiyle kestiler. Ne var ki, tarihi hareket ettiren dinamikler direngendir, süreç kesildi, geciktirildi ama durdurulamadı. Adnan Menderes’ten sonra sahneye elinde fötr şapkasıyla Süleyman Demirel çıktı.

O da Menderes gibi devlet olmak istiyordu. Fakat 1960’lar artık “millet adına”dan “halk adına”ya geçildiği zamanlardı. Solun ve özgürlükçü, halkçı düşüncelerin yükseldiği zamanlardı. Demirel devlet olmak istiyordu ama halkçı da olmak istemiyordu. Meydanlarda fötr şapkasını kapmak isteyen halka karşı şapkayı kurtarmak için olağanüstü çaba harcıyor, köşe kapmaca oynuyordu.

Yükselen trendi gören CHP, İsmet İnönü’nün icazetiyle “Ortanın soluna” geçmişti. Ecevit, CHP’nin altı okundan “halkçılığı” parlatmak istiyor ve CHP’yi devlet partisi olmaktan çıkarıp popülist bir halkçı/sol çizgiye çekmeye çalışıyordu. İşte bu nedenle Ecevit’in kasketiyle, o zamanın koşulları ve Ecevit’in yapmak istediği uyumsuz değildi. Ne var ki, ne devlet ne de onun has partisi CHP bu değişime izin verebilirdi, vermedi de. 12 Eylül dikta rejimi her şeyi değiştirdi. Eğilimi, tehlikeleri gören askerler devletin militarist ve vesayetçi elitist yapısını güçlendiren olağanüstü önlemler aldılar. En önemlisi halkın sözünü söylemesini, demokratik ve özgürlükçü değişimleri önleyecek bir muhkem duvar ördüler: 12 Eylül Anayasası.

Bu arada zaman yine değişti. Soğuk Savaş bitti. Bizim tren yine gecikti. Soğuk Savaş sonrasının değişim rüzgârlarının ülkemizi etkilemesini 12 Eylül dikta rejimi önledi. Bu büyük şanssızlık oldu. Sol da demokratlar da bu değişimi fark edemediler ya da çok geç fark ettik. Hâlâ da bu değişimin anlamı tartışılmakta.

Basitleştirerek söylersem dünyada değişimin yeni momentumu, “koruyucu, gözetici devlet baba” misyonunun da, solun “kurtarıcı” misyonunun da bittiğini, sivil toplum güçlerinin yükseliş trendini söylüyordu bu yeni zamanlar. Bu değişimi basitleştirerek şöyle de söyleyebilirim: Sağda “Halka rağmen milli irade için” felsefesi de, solda “halka rağmen halk için” felsefesi de sönümlenmekteydi. Yeni ve şimdi içinde olduğumuz zamanı “halkın kendi eliyle kendisi için” olarak formüle edebiliriz diye düşünüyorum.

İşte bu nedenle Bülent Ecevit’te o koşullarda iğreti durmayan şapka bugün Kılıçdaroğlu’nun kafasında komik duruyor. CHP’nin ve halka rağmen halkçılık yapan solun referandumda “hayır” demelerini de bu genel çerçeve içinde görüyorum. Çünkü soruyorlar; “Bu anayasa değişikliği size ne verecek?”

Bu soru tipik “halka rağmen halkçı” mantığın sorusudur. Vermek değil almak açısından bakamıyorlar bir türlü. Aynı mantıkla bakan pek çok samimi hayırcı, bu Anayasa değişiklik paketinin halkın kendi eliyle kendi sözünü söyleyebilmesi için 12 Eylül’ün tahkim ettiği vesayet rejiminin kalbinde çok ciddi bir delik açtığını göremiyorlar.

Kasketçi olmak yerine yapabilirseniz zaten lime lime olmuş fötrü çıkarıp atın kafanızdan. 

Yorumlar
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.