FİKRE YASAK, ŞİKEYE ÖZGÜRLÜK
Nabi Yağcı
10 Aralık 2011 Cumartesi 08:29
Bu başlık son günlerdeki hâl ve gidişin encamını özetliyor. Futbolda şike yapanlara hoşgörü göstermede AK Parti iktidarı inanılmaz bir gayret içinde. Üstelik Başbakan AK Parti içinde çatlak yaratmayı dahi göze alarak yasanın istediği gibi çıkması için baskı yapıyor. Ama öte yandan cezaevleri hızla doluyor. Arada bir, iktidar sözcüleri ifade ve basın özgürlüğü için yeni yasal düzenlemeler yapılacağını açıklıyor iseler de ortada hiç bir şey yok, bu konuda acele etme ihtiyacını hiç duymuyorlar.
Futbolda şike yapmak yani halkı aldatmak gibi kamuoyunun hiç de hoşgörülü bakmayacağı bir ayıplı-suça karşı hoşgörülü olmada bu denli rahat olmak ama cezaevlerinin fikir ve ifade özgürlüksüzlüğü nedeniyle dolmasına duyarsız kalışın yarattığı derin çelişki kötü şeylerin de habercisi.
KCK operasyonları nedeniyle gözaltına alınan ama mahkemece serbest bırakılan eski DEP Milletvekili Mahmut Alınak’ın özel yetkili bir savcının itirazı üstüne bu kez tutuklandığını öğreniyoruz. Kendisiyle birlikte Mehmet Ayata, Yalçın Sarıtaş ve Sabahat Zeynep Arıtaş hakkında da yakalama kararı çıkmış.
Taraf yazarı Neşe Düzel’in PKK Avrupa Sözcüsü Zübeyir Aydar ve eski DEP Milletvekili Remzi Kartal’la yaptığı röportaj nedeniyle hakkında açılan dava karar aşamasına gelmiş. Yanlış bilmiyorsam Neşe Düzel hakkında açılmış başka soruşturmalar da vardı. Neşe Düzel kritik siyasi konjonktürlerde söylenmemişleri veya görülememişleri ortaya çıkaran tam isabetli cesur röportajlarıyla bilinir. Halkı aydınlatmak bir gazetecinin göreviyken, bunu yaptığı için Neşe Düzel cezalandırılmak isteniyor.
Dünkü basın haberleri içinde dikkat çekici bir başka haberi Taraf, “Basın özgürlüğünde Suriye ile aynı ligdeyiz” başlığı altında vermiş. Basın özgürlüğünü savunmayı misyon edinmiş bir sivil toplum kuruluşu olan Gazetecileri Koruma Komitesi dünyada hapis cezalarına çarptırılan gazeteci sayısının 1990 yılı ortalamalarına göre yüzde yirmi arttığını kaydediyor. Bu kuruluş, Türkiye’de son zamanlardaki Kürt gazeteci ve yazarlara yönelen tutuklamaların 1996’da yoğunlaşan tutuklamaları aratmadığını söylüyor. Basın özgürlüğü ihlalleri açısından Türkiye’nin adı Suriye, Burma, Eritre, Çin, Rusya ile aynı sıralarda geçiyor.
Oto sansür
Özellikle son KCK operasyonları ve Başbakan’ın, KCK’yı savunmadığı halde KCK tutuklamalarına karşı çakan ve çıkacak olanlara yönelik tehdit edici konuşmalarından sonra basında gördüğüm tehlikeli oto sansüre dikkat çekmek istiyordum. Meslekten gazeteci değil de salt köşe yazarı da olsam günlük bir gazetede yazmak insana başka gazetelerde yazılanları satır arası okuma sorumluluğu yüklüyor.
Geçmişte de siyasi konjonktür değişip, hava puslanmaya, ağırlaşmaya başladığında daha önce cesur yazılar yazanların dahi yaklaşan tehlikeye karşı kendisi için siper kazma manevraları yaptığına çok tanık oldum. Manevra inceliklerinin sanatı böylesi konjonktür değişimlerinde yazılıyor. Vaktim olsa ve içimdeki “ötekine acıma” duygusunu bastırabilsem 12 Mart, 12 Eylül öncesinden alarak “Yüz soruda siyasi manevra ustalığının incelikleri “ veya “Kendi vicdanını bastırma/ Oto sansür sanatı” üstüne bir kitap yazardım.
Gazetecileri Koruma Komitesi de bu oto sansür tehlikesine işaret etmiş. Komite, ana görüş medyalarda özellikle bağımsız araştırmacı gazetecilik yapanların hedef haline getirildiğini söyledikten sonra, “Kritik bir şekilde hükümetin zaaflarını ortaya çıkaran Ahmet Şık ve Nedim Şener gibi önde gelen yazarların tutuklanması, tüm gazeteciler için tehdit oluşturdu” denerek basında oto sansürün arttığı gözlemini yapmış.
Demek oluyor ki fikir ve ifade özgürlüğüne yönelik tehdidin vardığı incelikli boyutlar dışarıdan da görülür halde artık. Prof. Büşra Ersanlı ve Ragıp Zarakolu’nun tutuklanmalarıyla oto sansür çok daha belirgin hale geldi.
Yeni ittifaklar
Yasadaki, meşrebi geniş “Örgüte üye olmamakla birlikte örgüt adına suç işleyen” ibaresine dayanılarak terörle mücadele adı altında “değse de değmese de” tutuklamaları oluyor. Pankart astıkları için bu nedenle gencecik çocuklar gözaltına alınıyor, tutuklanıyor, aylarca hapis yatıyor. Vicdani ret yasalarımızda açıkça suç sayılmadığı halde “suçsuz ceza olmaz” hukuk kuralı açıkça ihlal edilerek retçiler suç işlemiş sayılıp cezalandırılıyor. Ne oluyor?
Şu oluyor: Silivri ve KCK operasyonlarıyla dolmaya başlayan cezaevleri yeni bir ittifak eğilimi yaratıyor. CHP’nin de içinde yer alacağını tahmin ettiğim, Ergenekon davaları ve KCK operasyonu tutuklularını birleştiren bir “ortak tepki” gelişmekte. Cezaevleri doluyorsa bu tepkiler haksız değildir. Ama bu arada kapıdan kovulan Ergenekon da bacadan giriverir.
İktidar, muhalefetsiz tek parti olmanın, “milleti devletle kucaklaştırmanın(!)” rehaveti içinde daha ne kadar uyuyacak bakalım?
- Geri
- Ana Sayfa
- Normal Görünüm
- © 2009 İlke Haber
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.