FETO’YA DAİR BİR SKALA
Abdullah Can
26 Şubat 2017 Pazar 12:31
GİRİŞ:
Bildiğiniz gibi, bir önceki yazımda “Feto’nun günah gayyasında çırpınanlara rah-ı necat olur temennisiyle, bir kronolojik skala hazırlayacağım” demiştim. Bu yazıyı bir “giriş” kabul edip, müteakip yazıları inaşaallah sözkonusu skalaya ayıracağım. Kaynaklı ve kronolojik temelde hazırlayacağım skalada, hedefim, bu örgüt liderinin din perdesi altında dine(İslâm’a) ve Müslümanlara indirdiği darbeleri, verdiği zararları gözler önüne sermektir. Bunlardan, basında yer alanları malum ise de, çoklarınca unutulup gitmektedir. Kitaplarından alıntıladıklarım ise, okumayanlarca meçhuldür; bu vesileyle paylaşmış olacağız.
Öncelikle ve özellikle belirtmekte fayda görüyorum: Bütün yazılarım şahittir ki, önceliğim ırk, mezhep, meşrep, parti ve hizip değildir; İslâmî, insanî ve hukukî hassasiyetlerdir. İslâm’ın evrensel mesajı ve kucaklayıcı misyonu, bütün eğilimlerin fevkindedir. Mensubu olduğum dinin düsturlarını çiğneyecek kadar cesur değilim. Hem Müslüman’ım, hem de İslam’ı takmıyorum demek, “Semi’na ve aseyna”1(İşittik, lakin isyan ediyoruz” diyen Ben-i İsrail zihniyetine teşebbühtür. Biz, “Semi’na ve ata’na”(İşittik ve itaat ediyoruz) deriz. Dolayısıyla, durduk yerde, birbirimizi bir yerlere angaje etmeyelim. Nihayet, Feto’ya yüklenmelerim de aldanmış ve aldatılmış “ibadet” ehli üzerinden değildir; beyin tabakası ve militanları temelindedir.
Evet, tarihin hiç bir dönemin”de böylesi bir toplumsal kamplaşma ve kapışma yaşanmamıştır. Ortak paydalar yerine, taassup ve benmerkezciliğin esas alındığı bir vetireden geçiyoruz. “Ya bendensin ya düşman!”, “Ya sev ya terk et!”, “Doğrusu benim, gerisi külliyen yanlış” yaklaşımları, yazık ki, toplumun şirazesini dağıtmış, birleştirici-kaynaştırıcı bütün tutkalları etkisiz kılmıştır. Bize düşen, “Hakka hak, batıla batıl demek”tir. Kimden ve nereden olursa olsun, hakka sarılmak, batılı harim-i ismetimize sokmamaktır. Zan ve yanlış telakkiler, birbirimize sıçrattığımız telvisatlar, sadece amellerimizi zedeler, imanımızın tesirini kırar. Birilerine, bir yerlere yamandırma gayretleri, acizliktir. Acizler, tahribatçı olur. Üretmeyenler, tüketirler; inşa ve imarı beceremeyenler, tahrip ve tahrifi esas alırlar.
Konumuza gelirsek: Uluslararası emperyalizmin Asya, Ortadoğu ve Afrika’ya ihraç ettiği El-Kaide, Daiş ve Boko Haram ne ise, Türkiye özelinde besleyip büyüttükleri Feto da aynısıdır. Ortak özellikleri, dinî söylem ve argümanları kullanarak İslâm’ı, yerelde ve uluslararası platformlarda mahkûm etmektir. Böylece, İslâm’a olan teveccüh ve yönelimleri baltalamak; “Müslüman” imajını zedelemek, İslâmî çalışmaları akamete uğratmaktır. Nihayet, bu gün “İslâmî terör” algısını tedavüle sokan emperyalistler, iddialarına mesnet olarak, kendi beslemeleri olan bu örgütleri göstermektedirler.
Feto, zahiren yerli, ancak kaynak ve bağlantıları itibariyle uluslararası bir organizasyondur. Globalizmin hükmettiği dünyada, kimin kimlerle flört halinde olduğunu, ya kuvvetli bir feraset, ya köklü bir siyaset ya da ciddi sosyolojik analizler çözebilir. Zamanında ortaya konulan analizler, bazı paratönerlerce karşılanmış; malum örgüt hep himaye edilmiştir. Gelinen noktada, –geç de olsa– “Takke düştü, kel göründü” artık. ABD özelinde ortaya çıkan Feto-Büyük şeytan ilişkileri, bizi örgüt hakkında haklı olarak “Hizbüşşeytan” söylemine sevk etmiştir. Elebaşısının yıllardır ABD’de yuvalanmış olması, malikanesinin(kâşanesinin) yerli ve yabancı misyon şefleriyle dolup taşması, oradan gönderdiği talimatnamelerle ülkeyi dizayna kalkışması ve nihayet giriştikleri ihtilal teşebbüsü, iddiamızın isabetliliği hakkında yeterli delildir, zannedersem.
Örgütün, su üstüne çıkan zeytinyağı misali, profesyonel anlamdaki takkiyeciliği ve kamuflajcılığı, başta kendi ülkesi olmak üzere, dünya çapındaki aralıksız ve sınır tanımaz çalışmaları, onu dünyanın en güçlü örgütü kılmıştır. Birey ve sermayeyi ustaca kullanan örgüt, mutlak itaatle kendine ram ettirdiği mensuplarını, birer “fedai” olarak dünyanın dört bir yanına yönlendirebilmiştir. Feto’nun yaldızlı ifadeleriyle sahte cennetlere kanan bu teslimiyetçi güruh, akıbetlerinin hangi cehennemlerde sonlanacağından bihaber olarak dörtnala hizmete(!) koşmuş; ağababalarına daha çok himmet ve iane akıtmıştır. Bunu söylerken, denetimsizliğin, daha nice Feto’lara zemin hazırlayabileceğini de söylemeliyim. Çünkü zemin münbit, malzeme çok...
Bütün ortam ve iktidarlarda kamuflaj olmayı beceren Feto, çok geç tanınmıştır. Tanıyanlar da etkisiz kalmışlardır. Ancak, Allah, bu dinin sahibidir; mazlum ve aldatılmışların rabbidir; O, dinine reva görülen ihanet ve denaete ilânihaye müsaade etmez. Zamanı geldiğinde hainleri, birilerin eliyle zelil ve rezil kılar. O Allah ki, kavm-i Fira’avunu çekirgelerle, kavm-i Ebreheyi ebabillerle, Nemrud’u bir sinekle, Süfyan’ı bir mikropla helak edebilecek plan ve kudrete maliktir. Tarih bunun misalleriyle doludur; onun için hiç kimseye yaptıkları kâr kalmaz. Fir’avunların, Nemrudların, Şeddatların, Atillaların, Cengizlerin, Haccacların, Süfyanların akıbetlerine bakılabilir...
Feto, güçlü hitabeti, aralıksız gözyaşları, ayet ve hadis ve siyere olan vukufiyeti; bunları kitle psikolojisine ustaca uygulayabilmesiyle, yüz binleri kendi gayyasına, anaforuna çekmeyi başarmıştır. Islah ve irşat görüntüsüyle yola çıkan örgüt, kendisine taktığı “cemaat” ismini, zamanla “eğitim gönüllüleri” ve “gönüllüler hareketi” gibi kamuflajlarla daha da masumane bir pozisyona bürünmüş, kendini bütün zamanların en zararsız teşekkülü olarak göstertmiştir. Lakin yüzeyden derinlere kök salan örgüt, taktik aktrasyonlarıyla derinleştikçe derinleşmiş, yatay ve dikey istikamette, kontrol edilemez bir kıvama ulaşmıştır. Süreç içinde, yığdığı yığınların şartsız-itirazsız itaatleri, sair katmanların da gözlerini doldurmuş, iştiyaklarını celbetmiş; başta siyaset, bürokrasi, emniyet, sermaye ve medya çevreleri olmak üzere, milyonlarca sempatizan ve militanıyla dünya ölçeğinde en güçlü örgüte dönüşmüştür.
Eğitim, özel ilgi ve güçlü psikolojik ayaklarıyla, başta elit aile çocukları olarak, ülkenin en zeki ve istikbal vadeden beyinlerini çalarak, etki sahalarını daha da genişlettiler. Bu sayede, siyaset ve sermaye dünyasını da sızdılar. Yeni payanda ve rampalarla, dış dünyaya yayılma ve yuvalanma imkânı buldular. Benzer taktik ve tekniklerle harice de kök saldılar. İslâm’ın öngördüğü nübüvvet ve fütüvvet çizgisi, hainane emellere, dünyalık mezbeliklere alet edildi; “kâinat imamı” gibi saçmalıklarla iğfallere girişildi; masonların “kâinat imparatorluğu”na öykündüler. Amaç, siyasî, iktisadî ve kültürel darbe; araç, eğitim ve diyanet gibi masumane hizmetler... İşte Feto!
Şüphesiz, büyük düşünen hiç bir örgüt, marjinal fikir ve uygulamalarla ortaya çıkmaz. Önce bir alan taraması, bir zemin yoklaması yapar. Toplumsal teamül ve temayülleri dikkate alır. Temel ihtiyaç ve talepleri tespite çalışır. Hareketini, o temeller üzerine bina eder. Irkçılık, mezhepçilik, particilik, hizipçilik, kartelcilik, vb. girişim ve uygulamaları, bu esaslara istinat eder. Halkların önüne yem olarak sürülen ideolojiler, onların hassas noktalarına dokunduğu ve duygularını tahrik ettiği ölçüde, makes bulurlar. Bu durum, gelişme ve güçlenmenin temel dinamiğidir. Karşılığı olmayan hiç bir inanç ve düşüncenin, toplumsal tabanı olmaz; müşteri bulmaz. Dolayısıyla, neşvünema bulup meyve vermesi de mümkün olmaz.
Strateji, taktik ve konjonktür itibariyle bütün dönemlere uyumlu olan örgüt yapısı, yeri gelmiş hep ağlamış, sızlamış, cezbeye kapılmış; kutsallardan başka bir çağrısı olmamıştır. Devlet, siyaset, menfaat, şöhret, servet, saltanat, güç, iktidardan asla bahsetmemiştir. (Önümdeki ilk skala yazısında, çok ilginç bir Feto yazısını paylaşacağım. Bu yazıdaki taleplerle sonrasındaki uygulamalar arasındaki çelişki, aklı başında olan herkesi hayret ve dehşete düşürecektir.) Yeri gelmiş, dibe vurdururcasına kutsalları kullanmış, seviyesizce filmlerle Peygamberi ayaklarına getirtmiş; cennet-cehennem gibi gaybilikleri ayaklara düşürtmüştür. “Beşinci Boyut”, “Sırlar Dünyası” gibi maharetleriyle, –büyük fıkıhçıları da arkasına takarak– cahil insanlarımızın beynine, dinî, efsunlu ve esatiri bir formatta zerk etmiştir.
Aynı örgüt, yeri gelmiş, –yaraya tuz bandırırcasına– ırkçılığı kürükleyen filimler yapmış, bin yılı aşkın bir birlikteliği imhaya çalışmıştır. Örgüt-karşı örgüt ikileminden hareketle, şiddet ve kindarlığı alevlendirmiş, iki kardeş halkı kapıştırmak istemiştir. Bir tarafı uygar ve seçilmişler, diğerini kaba ve vahşiler gibi tasvir etmiştir. “Şefkat Tepe”, “Tek Türkiye”, “Adanmış Ruhlar”, bu hedefe hizmet eden birer şeytanî tuzak olarak önümüze kuruldu. Bütün itirazlara rağmen, bu toplumsal mühendislikler bize yaşatıldı. Din adına dinsizlik, kahramanlık adına ırkçılık fitnesi... Ya şu 33 dereceden mason olanın baldır bacaklı İslâm’ı(!)na ne demeli? Nerede etkili ve yetkili makamlar? Heyhat!...
Feto’nun bir başka operasyonu ise, “Mavi Rüya” ve “Şubat Soğuğu” gibi filmlerdir. Filmler, onun “paralel devlet” değil, “devletin sahibi” gibi davrandığının göstergesiydiler. Karşılıklı yakınlaşmalar, misyon değiş-tokuşunu doğurtmuştu. Cemaat hangisi, devlet hangisi kaosuyla yüz yüze geldik. “İrşat” ile “yönetme” erkleri yer değiştirmiş gibiydi. Bir dönemin enerjisi berheva edildi; maddi-manevî, dinî-dünyevî kayıplar, erozyonlar yaşandı. Birçok İslâmî kavram ve nezih hizmetler kirlendi; masonik gizemlerin, derin mahfillerin gölgesinde kaldı. Gelinen noktada, herkesin gemisini kurtaran kaptan misali sahillerde seyretmesi, inandırıcı gelmiyor. Etkin ve yetkinler, mahmurluktan uyanmalıdırlar artık!...
Ortada bir günah vardır; bu günah, işleyenlerle birlikte seyirci kalanların da günahıdır. Kimse mazurluğa sığınmasın!... Geçmiş; nice siyasîlerin, bürokratların, iş adamlarının, yazar-çizerlerin, akademisyenlerin, din adamlarının, kanaat önderlerinin Feto’ya dair methiyeleriyle doludur. Gizlenmek, saklanmak, kamuflaj olmak, kraldan fazla kralcılık, inandırıcı gelmiyor artık. An, herkesin muhasebe zamanıdır. Taşgetiren Bey’in vicdanî ve izanî yazıları, bu noktada dikkate alınmalıdır. Onun, “Bizler, diyorum, FETÖ çılgınlığını bertaraf ederken, ‘kendi kendini tüketme’ sendromuna fırsat vermemeyi başarabilseydik.”3 sözü yabana atılmamalı. Hükümetin nüfuzunu ağraz-ı şahsiyede istimal eden habis niyetlilere fırsat verilmemelidir.
Sormalı değil mi: Feto’nun habaseti önceden biliniyorduysa, neden müdahale edilmedi? Yok, bilinmiyor idiyse, siyasîlere, aydınlara, âlim ve akademisyenlere meçhul kalan komplike bir yapı, tabandaki “ibadet” ehline nasıl malum olsun? Örgüt başı ve asıl militanları, servet ve saltanatın hovardalığını yaşarken, aldanmış ve aldatılmış “dindar” kesimine; ilgisiz eş ve çocuklarına, belki de yaşlı anne ve babalarına bunca yüklenmeler, nafakalarına müdahaleler nasıl açıklanmalıdır? İslâm’ın, “Hiç bir günahkâr, bir başkasının günahını çekmez”4 hükmü ile evrensel hukukun “Suçun şahsîliği esastır”5 kaidesi nereye konulmalıdır?
Sultan Abdülhamid’e nisbet edilen bir uygulama vardır; kendisi, en muhalif Jön Türkleri dahi sürgüne yollarken, onların maaşlarını kesmez, çocuklarını nafakasız bırakmazmış. Aksinin, bir çok sendrom ve travmalara sebep olacağı kesindir. Şimdilerde hissedilen bu yöndeki rahatsızlıklar, gelecek adına hayra işaret etmiyor gibidir. “Terör” tanımlamasının bir mantalitesi ve ölçüsü olmalıdır; ölçüsüzlük ve sınır tanımayan uygulamalar, birilerin ellerini güçlendirirken, birileri için de nahoş akıbetlere müncer olabilir. Maddî mağduriyetlerin uhrevî boyutu ise, tarifi imkân haricidir. İyisi, acil çözümdür. Ta ki, mazlumun ahı yerde kalsın, arş-ı alâya yükselmesin!...
Adalet terazisi, zulmü kaldırmaz. “Bir topluluğa olan düşmanlığınız, sizi zulme sevk etmemelidir.”6 “Aleyhinize de olsa adaletten ayrılmayınız.”7 “Zalimlere meyletmeyiniz; zira meyledecek olursanız, onları yakan ateş, sizi de yakalayacaktır.”8 ayetleri hürriyet, adalet ve eşitlik taraftarları için ezeli ve ebedi düsturlar olmalıdır. Adalet herkese lazımdır; zulüm ise herkese muzırdır. Yıllardır, toplum ve devletin kılcallarına sinmiş bir zalim hizbin zulümlerine hep dikkat çektirildi, “Aman ha!”, “Sakın ha!” denildi, ancak hep korundular, elde-başta taşındılar. Gelinen noktada ise, tek taraflı değerlendirmeler; aklanma ve paklanma hamleleri... Denge, her halükârda esas olmalıdır.
Hâsılı: Herkes payına düşeni kabul etmelidir; mesuliyetin tüm ağırlığını “ibadet” tabakasına yüklemek; hele de “temas” ve “iltisak”ları sabit olmamışların hukukuna girmek, maddi-manevi mağduriyetler yaşatmak, ülke ve insanlık yararına bir adım olamaz. Aile ve akraba çevreleriyle milyonları küstürmek, incitmek, aleyhe çevirmek hayra değil, şerre işarettir. Kaybetmek kolaydır; önemli olanı kazanmaktır. Bizden söylemek; erk sahiplerine düşen ise düşünmek; isabetliyse, uygulamaktır.
Önümüzdeki yazıda, Feto’nun tenakuzlarla dolu ve zihinler dünyasını alabora bir yazısıyla, skala-1’i başlatıyorum. Min emanillah...
Bu makalede yer alan görüşler yazara aittir
1 el-Bakara, 93
2 el-Bakara, 285
3 “Hasbünallah”, Ahmet Taşgetiren, Star, 15 Şubat 2017
4 en-Necm, 38
5 TCK, Madde: 20
6 el-Maide, 8
7 bkz. en-Nisa, 135
8 el-Hud, 135
- Geri
- Ana Sayfa
- Normal Görünüm
- © 2009 İlke Haber
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.