23 Kasım 2024
  • İstanbul15°C
  • Diyarbakır12°C
  • Ankara13°C
  • İzmir20°C
  • Berlin1°C

FERDA ÇETİN’İN EĞRİSİ, DOĞRUSU…

Faik Bulut

22 Aralık 2014 Pazartesi 11:56

Ferda Çetin, 8 Aralık 2014 tarih ve “Alev Alatlı, Yavuz Bingöl, George Orwell ve Erdoğan” başlığıyla Yeni Özgür Politika gazetesinde yayınlanan yazısında, beni güya eleştirmiştir.

Aslına bakılırsa; bu bir dost eleştirisinden ziyade kendince deşifre etme, karalama ve aşağılama tarzıdır. Bir yerde “racon kesme”yi veya Sıfırcı Hoca misali, not ve ağzının payını vermeyi hedefliyor.

Gazete köşesinde mail adresi olmadığından, kendisine direkt yazma olanağım olmadı. Bir dost üzerinden haber ilettim, umarım mesaj gitmiştir. Ona oluşmak için bana verilen diğer iletişim yolunu denemedim. Sözünü ettiğim töhmet ve suçlamalarından sonra kendisiyle telefonda görüşmenin zemini olmadığını fark ettim. Yazdığı gazeteye açıklama göndermeyi düşündüm, vazgeçtim. Zira 1997 yılında aynı gazetenin bir köşe yazarının bana yönelik ağır karalama, iftira ve suçlamalarına maruz kaldım. Bizzat yazıp, gazetenin o zamanki sorumlularına iletmek üzere Engin Erkiner’e teslim ettiğim açıklama ve tekzip yayınlanmadı.

Ferda Çetin’le tartışmaya girmeyeceğim. Sadece onun bana yönelik töhmet ve karalamanın gerçeklerle bağdaşmadığını açıklamaya gayret edeceğim.

Başlangıç olarak Ferda Çetin’in söz konusu yazısında benimle ilgili cümlelerini aktarıyorum: “Bizim tarafta da bir zamanlar devrimcilik, yurtseverlik yapmış; ama devran döndüğünde ‘Benden bu kadar’ diyerek rüzgarın yönüne yelken açan epey Alev Alatlı ve bol miktarda Yavuz Bingöl var.

Zaman’ın Kürt-Alevi-Kadın yazarı Bejan Matur’u. Sonra, Medya TV’ye telefonla katılımı istenince, ‘Kardeşim kaç kez söyledim, beni aramayın, ben sizin televizyonunuza katılmam’ diyen Faik Bulut’u. TRT Şeş’e balıklama atlarken yaptığı işin kötülüğünün de farkında olan Nilüfer Akbal’ı hatırladık.”

Şimdi açıklamamı yapabilirim:

Bir: Ferda Çetin’in Alev Alatlı, Yavuz Bingöl, Bejan Matur gibileriyle beni bir tutması, birlikte anması, onlarla aynı sepete koyması benim açımdan zül sayılır. Huyum huylarına, suyum sularına benzemez. DDKO günlerinden başlayarak yaklaşık 45 yıldır güttüğüm davam (Kürt halkının davası ve sosyalizm), onların eyyamcılıklarıyla bağdaşmaz. Basit bir örnek: Yavuz Bingöl Berkin Elvan mitingini AKP lehine eleştirip kötülerken; ben Berkin Elvan mitingine sonuna kadar katılmıştım. İstanbul’da gerçekleşen Roboski katliamı protestolarının birçoğunda bulunmuştum.

İki: Ferda Çetin, benimle ilgili olarak doğruya yaklaşmış ama onu da tek yanlı koymuş veya çarpıtmıştır. Çetin, benim ağzımdan şu cümleyi aktarmış: “Kardeşim, kaç kez söyledim; beni aramayın, ben sizin televizyonunuza katılmam’ diyen Faik Bulut’u…”

Sadece Medya TV değil; o geleneği ardı sıra sürdüren kanallardan arayan herkese tam tamına şunu söyledim: “Yayın organlarınızda, özellikle iki üç defa Özgür Politika gazetesinde, bir iki kez de televizyon kanallarında beni karalayan hatta ajan ilan eden yayınlar yapıldı. Açıklama ve yalanlama gönderdiğim halde bunları yayınlamadınız. Bu durumda, eğer ajan isem, niçin ikide bir açıp benden yorum, analiz ve açıklama istiyorsunuz? Ajan değilsem, niçin özeleştirinizi yapmıyorsunuz? ‘Bunlar bireysel tutumlardır’, diyerek sorumluluktan kaçmak olmaz. Sizler kurumsal bir hareketin parçasısınız. Birisine yönelik bir övgü veya suçlamanız, kolektifi yani hareket adına orada bulunanların hepsini bağlar. Özetle, 1997 ve sonrasında bana yönelik ağır suçlamalarınızın özeleştirisini yaparsanız. O zaman gelir TV kanalınızda konuşur ve gazeteye demeç veririm. Yahut kanaldaki yayına katılacaksam, daha önce bana atılan iftiralarınızı yeniden masaya yatırırım. Kendi açıklamamı yapıp, bundan sorumlu olan her kimse onu eleştiririm. Bunu kabul etmediğiniz müddetçe, benden, yayınlarınıza katılmamı beklemeyin! Bu sözlerimi sorumlu kişilere, özellikle Ferda Çetin’e aynen böyle aktarın!”

Bu arada belirteyim: Daha sonra Avrupa ülkelerine gittiğimde, aynı gazete ve Medya TV kanalı adına gelip söyleşi yapmak isteyenlere; daha önemlisi, bu meselenin üstünkörü biçimde kapanmasını “eski defterleri, hesapları silip yeni bir sayfa açalım” öneren belli mevkide sorumlulara da aynısını tekrarladım: Gidin konuşun; öncelikle bana bir değil, birkaç özür borçlular. Dolayısıyla özeleştiri vermeleri şart. Onlar Özeleştiri yapmazlarsa ve ben de kanala çıkacaksam, bu konuyu mutlaka gündeme getiririm. Yoksa çıkmam!

Demek ki, Ferda Çetin’in yukarıda kendince aktardığı ifadeler hem eksik, hem tek yanlıdır.

Niçin, bilmiyorum!

Üç ihtimal düşünebilir:

A) TV kanalıdan olup benimle telefon görüşmesini yapan kişiler, yukarıdaki sözlerimi Ferda Çetin’e olduğu gibi aktarmamış olabilirler. Yarım yamalak veya kafalarına göre nakletmişler. Bu, vahim bir durumdur. Çünkü sağlam bilgi akışına sadık değiller, emanet mesajı olduğu gibi iletmemişler.

B) Böyle bir durumda, bu tür insanlarla nasıl birlikte çalışıldığına dair ciddi soru gündeme gelir.

C) Benimle iletişim kuran Medya TV kanalı veya sorumlu mevkideki kimileri, yukarıdaki sözlerimi olduğu aktarmışlardır ancak Ferda Çetin, bunları eğip bükerek ve çarpıtarak yayınlamıştır. Bu da kendi saygınlığı ve kişiliği adına son derece vahim bir durum sayılır.

Peki, ister aracıların eksik aktarmalarına dayansın, isterse çarpıtılarak verilmiş olsun; benim ısrarla “özeleştiri vermeleri şartıyla TV kanalında konuşurum ve Özgür Politika gazetesine direkt demeç veririm” demenin arkasındaki gerçek neydi?

Sebep, benim korkmam olamaz. Kirli savaşın en acımasız dönemlerinde Özgür Gündem gazetesinde çalıştım. Gazetenin bombalandığının sabahı, Nuray Şen ve diğer arkadaşlarla birlikte İstanbul Haseki Hastanesi’nde yaralıları ziyaret ettim. Ardından destek ve dayanışma için basın çevreleriyle bir dizi görüşme yaptım. Gazetede sürekli bulundum ve çalıştım. Gazete bombalanmadan önce eleştirel nitelikli bir makalemin sansürlenmesi üzerine istifa kararı almama rağmen “korktu, kaçtı” denmesin diye aynı gazetenin devamında çalıştıktan sonra, temel görüş ayrılığı nedeniyle ayrılmak durumunda kaldım. Keza Med TV’nin birkaç programına telefonla katıldım. Bir keresinde aynı kanala, Abdullah Öcalan Şam’dan, ben de İstanbul’dan uzunca bir açık oturuma katılmıştık.

Ferda Çetin’in yersiz iddiasına bakılırsa, benim gibiler, geçmişte devrimci ve yurtseverken şimdilerde Alev Alatlı, Yavuz Bingöl ve Bejan Matur gibi rüzgârın esintisine kapılarak karşı saflara savrulmuşlarmış! Anılan üç ismin ne oldukları belli! Peki, Ferda Çetin, benim karşı tarafa geçip bir anlamda “boykotçu, hasmane” bir tutum aldığımı” nereden çıkarıyor?

Biraz yakından incelese, 1990’lardan bu yana BDP’ye kadar uzanan zaman diliminde sürekli Kürt halkının mücadelesinin saflarında olduğumu görebilir. Örneğin ilk kuruluşundan bu yana DTK delegesiyim. DTP’nin parti meclisi üyeliğim kapatılma kararına kadar sürdü. BDP’nin oluşturduğu Danışma Kurulu üyeliğim devam etmektedir. ANF, benimle birkaç kez söyleşi yaptı. İMC kanalının birçok programına katıldım. Halkımın davasına kendimce katkılarım sürmektedir. Son açılışından önceki Özgür Gündem geleneği, köşe yazısı yazmam önerisinde bulundum: “Olabilecek bazı siyaset ve kusurları eleştirebileceksem yazarım” şartını getirdim.

Ferda Çetin biraz sağlıklı bir mantık yürütse, gerçek nedeni kolayca bulabilir. Çünkü bazı olayların hem tanığı hem de tarafı olmuştu. Sözgelimi, şimdilerde gözden ve çaptan düşmüş bir zatla Özgür Gündem üzerinden yaptığım tartışmayı, nesnel açıdan benim aleyhimde olabilecek şekilde yarıda kesti. Çetin’e göre; muhtemelen o çapsız zat onlara daha yakındı ve içerlikli, ben ise mesafeli dışarlıklı olmalıydım. O dönem, maslahat yani halkımızın çıkarı açısından ses çıkarmadan tartışmayı kestim. 1997’de Özgür Politika gazetesinde bana resmen iftira atan bir zat peşi sıra iki makale yazarak “işbirlikçi, ajan” olduğumu ileri sürdü. Buna, kanıtlarıyla birlikte cevap ve tekzip gönderdim. Yayınlanmadı. Yetmedi, bir müddet sonra, kendilerine ait TV kanalında buna benzer ağır eleştiriler bir-iki kez tekrar etti. Selim Fırat, 2004 yılında Yılmaz Erdoğan ve benzerleriyle birlikte beni “Beyaz Kürt-Beyaz Türk” diye damgaldı. O tarihte Berlin’de bir konferanstaydım. Kendisini kitle önünde eleştirdim; iddiasını ispat etmek üzere buluşmaya davet ettim. Şunu da söyledim: “Aşiretine yönelik iki eleştirel yazısından sonra Hormekler (özellikle Mala Ferogiller) tarafından dışlandı. Onlarla mücadele edeceğine benimle uğraşıyor!” O sırada dinleyiciler arasında bulunan “heval” çevresinden birkaç kişi, yanıma gelip Selim’in bu tutumunu eleştirdi. Ona bu mesajımı ileteceklerini; “pratikte sokaktaki Kürt eylemliliklerine katılmayan bu zatın masa başında ahkâm kestiğini” söylediler. Meseleyi, bu haliyle kapattım.

Yukarıdaki haksızlıklar üzerine, “özeleştiri ve özür olmaksızın” Özgür Politika ve TV kanalına çıkmama kararı aldım.

Ferda Çetin’e naçizane üç önerim daha olacak:

Bir: Başında bulunduğu kurum ve yazdığı gazete, şahsi hesapların görüldüğü yerler değildir. Elinizde yeterli delil olmaksızın, işin doğrusunu iyice anlamaksızın yapılan itham, karalama ve iftiralar, adeta kör kılıcı alarak dört bir yana sallamaktır. Kamu malı sayılan bu köşeleri, kişisel hesaplarına alet etmektir. Oysa köşelerin insana verdiği ahlaki, vicdani ve siyasi bir sorumluluk vardır. İstismar edildiklerinde, dost yerine düşman kazanmaktan başka işlev görmezler.

İki: Ferda Çetin, yine iyice araştırmaksızın ve tek yanlı olarak George Orwell’i göklere çıkarmış. Biraz araştırsa, vicdan sahibi ve halktan yana görünen komünizm düşmanı bu liberal yazarın aslında Amerikan İstihbaratı’na çalıştığını ve daha vahimi, en yakın arkadaşlarının listesini CIA’ye verdiğini anlardı. En azından bu yöndeki doğru ve yanlış spekülasyonları göz önünde bulundurarak daha dikkatli bir değerlendirme yapabilirdi.

Üç: Benim gibileri mealen “dönek, hasım, karşı tarafa geçmiş, savrulmuş” gibi göstermesi, Sıfırcı Hoca’nın kötü tutumuna benziyor. Kendisini “devrimciliğin ana pusulası” olarak gördüğünden midir, nedir, bilmiyorum! Ona buna kötü notlar verip aşağılama ve yargısız infaz etme hakkını kendinde bulabiliyor. Ben, böyle bir pusula doğrultusunda gitmem! Zira özgürlük mücadelesi, hem halkın genel hem de aydınların/bireylerin kişisel davalarının olmazsa olmaz şartıdır. Kendisiyle benzerlerinin karalamalarına ve aşağılamalarına cevap vermemek, aynı zamanda özgürlüğümden bilerek vazgeçmek manasına gelir ki, bunu benden beklemesin. Yoksa “insanlık onuru” sloganıyla onca yıl protest tavır takınmazdık.

Kimse, terbiye edilmiş sirk hayvanı değildir. Karalayıp azarlandığında kuyruğunu kısıp köşesine çekilen, gel denildiğinde kuyruğunu sallayarak koşup gelenlerden olmadım. Böyle bir tutum takınmam, hem halkım hem de kişiliğim adına utanç verici olur.

Haksızlık yapılan bir ortamda eleştiri veya kendimi savunma hakkımı kullanır; karşı taraftan da özür ve özeleştiri beklerim. Bu haliyle bakıldığında Ferda Çetin, bana üç özür borçludur.

Beş yıl boyunca Brüksel’e üç kez gittim. Ferda Çetin’e yakın çevrenin davetlisiydim: Bir keresinde Avrupa Parlamentosu’nda Dersim meselesini sundum; birkaç ay önce Adem Uzun’la diplomasi konusunda söyleşi yaptım. Madem Ferda Çetin’in benden yana onca sancısı, birikmiş karın ağrısı varmış; o zaman Brüksel’de benimle yüzleşmeyi niçin aklına getirmedi? Kobane ve Kürtlerin birliği gibi stratejik meselelerin gündemde olduğu bir ortamda, Ferda Çetin’in bütün bu vur-kaç taktikleri, bana yönelik karalamasını sadece bir tesadüf olarak alıp almamak konusunda tereddütlüyüm! Acaba bunlar, dar bir kesimin çamur atarak yıpratma zihniyetinin kurnazca bir devamı mı yoksa başka bir şey mi, diye düşünmeden edemiyorum.

Özetle, Ferda Çetin geçmişte yapılan haksızlıkların özeleştirisini yaparsa veya yapmayı kabullenirse, davet ettiği TV kanalında Kürdistan ve dünya meselelerini tartışmak üzere katılmaya hazırım. Ayrıca benimle ilgili meselenin ayrıntılarını ve arka planını kendisiyle kamuoyu önünde tartışmaya da varım.

Mesele, bundan ibarettir. Tekrarlıyorum, bir polemikten ziyade açıklama ve savunma yapmış oldum.

Yorumlar
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.