21 Kasım 2024
  • İstanbul6°C
  • Diyarbakır11°C
  • Ankara14°C
  • İzmir19°C
  • Berlin1°C

FARE KAPANINDAKİ PEYNİR

Nabi Yağcı

12 Mart 2012 Pazartesi 07:15

Türkiye’de şoven milliyetçiler ne zaman küçüklük kompleksleri depreşip dünyaya kafa tutmak, kükremek ihtiyacını duymuşlarsa Kıbrıs akıllarına gelmiştir hep. Arada bir çözüm lafları edilmiş olsa bile aslında Ada dış dünyaya karşı bir rehine olarak kullanılmıştır. Gerçekte ise Ada Türkiye’yi rehin almıştır.

2. Cumhurbaşkanı Talat ile Hristofiyas arasında süren ve her şeye rağmen olumlu kazanımlar da elde edilen ve yeni Cumhurbaşkanı Eroğlu ile gönülsüz devam eden müzakereler bugün kopma noktasındadır. Bu duruma gelişin en açık göstergesi Egemen Bağış’ın “KKTC’yi ilhak ederiz” açıklamasının ardından, KKTC Cumhurbaşkanı Eroğlu’nun şu sözleridir: “48 yıldır devam eden müzakereler artık insanları sıkmaya başladı. 48 yıldır görüşülüyor. Bir soruna 48 yılda çare bulunmamışsa, kronikleşmiş, çözümü zor hale gelmiştir. 1 temmuza kadar anlaşma olur mu, olmaz mı onun arayışı içindeyiz. Bu sene bu olayı bitirmek istiyoruz.” Müzakerelerin bittiği durumda ise ne olacağını Eroğlu şöyle ifade ediyor: “Ama eğer masadan bir anlaşma olmadan kalkarsak, biliniz ki KKTC devleti devam edecektir. Bunu dünyanın gözüne sokmak istiyoruz.”

Sayın Eroğlu aczini söylediğinin farkında değil.

Yıllardır, devlet gibi duran ama devlet olamayan, ne kuş ne deve ne de devekuşu olabilen KKTC dünyaya kabul ettirmeye çalışıldı ama olmadı. Zira dünya aptal değildi, KKTC’nin Türkiye’nin vesayeti altında olduğunu, uluslararası hukuk açısından meşru temellere sahip bağımsız bir iradeye sahip olmadığını bizlerden daha iyi biliyordu. TC devleti de zaten bu durumu her fırsatta “sizi biz besliyoruz” diyerek Kıbrıslı Türklerin kafasına kakmaktan geri durmuyordu.

Yenidüzen gazetesinde Cenk Mutluyakalı,
Egemen Bağışın “KKTC’yi kendimize bağlarız” açıklamasını eleştirirken durumu şu sözlerle gayet veciz ifade ediyor: Bütçe bağlı, asker bağlı, camiler bağlı, oteller bağlı, merkez bankası bağlı, itfaiye bağlı, polis bağlı, haberleşme bağlı... Ve nüfus bağlı ve Başbakan bağlı... Ne kaldı? Türkiye’yi yönetenlerin, Kıbrıslı Türklerin umutlarını, kaygılarını, gelecek beklentilerini çok da umursadıklarını düşünmüyorum artık. ‘Önce can sonra canan’ hesabı hepsi...”

Türkiye dünya önünde “bir opsiyon olarak KKTC’yi kendimize bağlamayı düşünüyoruz” diye açıklama yapıyor, öte tarafta KKTC Cumhurbaşkanı Eroğlu ise “Eğer Rumlarla anlaşma olmazsa biz ayrı devlet olarak varlığımızı sürdürürüz” diyor. Kim inanır? Bu çelişki hem Türkiye açısından hem KKTC açısından, aslında dünyayı enayi yerine koymak demek olan bir diplomasi skandalıdır. Gülünçtür. Çocukçadır.

Büyük devlet kompleksi

Kıbrıs meselesine dikkat çekişim yalnızca Kıbrıs’la alâkalı değildi. Söyledim. Türkiye’deki kimi gelişme eğilimlerini teşhis edebilmek için Kıbrıs’ta olan bitene bakmak gerekir. Türkiye kendini ne zaman sıkışmış hissetse büyük devlet kompleksi depreşir. Devlet milliyetçiliği yükselir. Yedi düvelle kavga hamaseti –sanki geçmişte böyle bir şey gerçekten olmuş gibi, her yanı kaplar.

Korkarım yine o havalara giriliyor.

Ermeni soykırımı meselesinde Türkiye kendi eliyle kendini dünyadan tecrit etti. Ermenistan ile ilişkilerini Karabağ sorunu nedeniyle bloke etti. AB üyeliğini Kıbrıs sorununa endeksleyerek, onu da getirip limanlar meselesine kilitleyerek bir çıkmaza girdi. Türkiye’nin Ortadoğu politikası ise Arap Devrimi ardından birçok belirsizliklere gebe.

Bütün bu göstergeler Türkiye’nin yeniden içe kapanma sendromuna girdiği kuşkusunu uyandırıyor bende. “Türkün Türk’ten başka dostu yoktur” havası esiyor. Bu şoven milliyetçi havanın koyulaşması Kürt sorununun çözümü yönünde de umut kırıcıdır ve yeni bir şiddet dalgasının doğması durumunda işlerin nereye varacağını kimse önceden kestiremez. Böyle bir durumda sürmekte olan Ergenekon davalarının niçin açılmış olduğunu herkes birbirine sorar hale gelebilir. Dahası bu davanın tutukluları “fikrimiz iktidarda biz içerideyiz” diyebilirler.

Büyük devlet kompleksi hastalığının sendromlarının Kıbrıs üstünden test edilebilir olduğunu söylüyorum. Kıbrıs’ta “çözümsüzlük çözümdür” politikasının akıl hocalarından Mümtaz Soysal “Aklını Kıbrıs’la Bozmak” adlı kitabında Kıbrıs’ın Türkiye için ‘sembolik’ anlamını çok açık ifade ediyor. “Türkiye ve Türkiye’nin dış politikasını yönetenler her şeyden önce gösterebilecekleri en büyük kararlılığı Kıbrıs konusunda göstermelidirler” diyor ve eğer bunu yapamıyorsak “Bosna Hersek ya da Dağlık Karabağ ve Nahçıvan konusundaki kükreyişlerimiz kimi korkutur?” diye ekliyor.

Ne var ki akıl hocası çok yanılıyor; Türkiye hep kükreyen fare oldu bugüne dek, elde edebildikleri ise ortada; Fare kapanındaki peynir...

Yorumlar
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.