FAİLİ MEÇHULLER ZAMANI, BAŞBAKAN VE CUMHURBAŞKANI...
Ali Bayramoğlu
28 Ocak 2011 Cuma 11:56
Başbakan, Ukrayna'da, Dink cinayetiyle ilgili olarak "Biz tetikçiyi yakaladık ama ana kumanda kimde o bulunamadı. Ana kumanda kimde esas mesele bu..." diyordu...
Cumhurbaşkanı ise Starzburg'ta, Hablemitoğlu cinayetiyle ilgili olarak "İzler vardı, içeride, çok uğraştım, ulaşılamadı, çıkartılamadı, hâlâ da takip ederim..." diyordu...
Çarpıcı açıklamalar bunlar...
Peki sonra?
Sonrası gelecek mi?
Cumhurbaşkanı Gül'ün Dink cinayeti konusunda yeni bir hamle yaparak devreye girmesi, Devlet Denetleme Kurulu'nun konuya el alması, şüphe yok ki, önemli bir gelişme olur...
İç hukuk yolları tıkanmış dosyalar, katille resim çektiren görevliler, ihmali açık olmasına rağmen koruma altına alınan polislerle, askerlerle ilgili tablo belki bir kez daha etkili biçimde masaya yatırılır.
Ancak asıl önemli olan şudur:
Madem ki Cumhurbaşkanı ve Başbakan kimi siyasi cinayetler açısından aynı kanıyı taşıyorlar, o zaman yapılması gereken bunları yeniden ele alacak bir "hukuki ve idari sistematik" kurmak, gerekirse buna ilişkin yasal düzenlemeler yapmaktır.
Nasıl?
Faili meçhul cinayetlerin ya da siyasi cinayetlerin dönemlere göre hep bir rengi olmuştur.
Yoğun olarak Kürtlerin imha edildiği dönem ya da esas olarak sol aydınların katledildiği dönem, din-laiklik teması etrafındaki cinayetler evresi, onları hedefleri ve niyetleri açısından birbirinden ayırır...
Açıktır ki, 2000'li yıllarda özel ve öncelikli hedef gayrimüslimler oldu.
Son 6-7 yıl içinde biri Trabzon, diğeri İskenderun'da iki rahip öldürüldü.
Biri Mersin diğeri İzmir'de iki rahip bıçaklandı.
Malatya'da bir kitapevi basıldı, misyoner oldukları iddiasıyla 4 kişi gırtlaklandı...
Hrant Dink vuruldu...
Misyonerlik üzerine çalışan, Alman vakıfları üzerine yazdığı kitaplar iddianamelere esin kaynağı olan Hablemitoğlu öldürüldü...
Yapılması gereken tüm dosyaların tekrar ve birlikte ele alınmasıdır...
Bunu mümkün kılan düzenleme ve görevlendirmelerin yapılmasıdır...
Kaldı ki bu araştırmanın derinliği olacağı şimdiden varsayılabilir...
Nitekim Cumhurbaşkanı Strazburg'da bu derinliği "Türkiye'de AB karşıtlığı ile beraber bir içe dönük politik tutumlar oldu..." sözleri ve ima yoluyla açıklıyordu.
Nitekim öldürülmesinden bir yıl önce Hrant Dink, Antalya'da yaptığı bir konuşmada "AB etrafında yaşanan iktidar kavgasının milliyetçiliği yükselteceğini, Santoro'nun bu açıdan önemli olduğunu, yeni cinayetler işlenebileceğini" söylemişti...
Yazdığı kitaptan ötürü bir beyaz bere ve 4 kurşun gönderilen Adem Yavuz Arslan'ın yazdıklarını bu açıdan önemsiyorum, önemsenmesi gerektiğini düşünüyorum:
Örneğin "Jandarma İstihbarat Değerlendirme Merkezi'nin 2003-2004 istihbarat bültenlerinde yer alan şu satırlara yer veriyor kitabında:
"Hıristiyan misyonerlerin, AB uyum yasalarının sağladığı uygun ortamdan da faydalanarak organize bir şekilde hareket etme gayretlerine, önümüzdeki dönemde artırarak devam edecekleri, Trabzon İl Merkezi'nde faaliyet gösteren Santa Maria Katolik Kilisesi'nde görevli Andreo Silvio Santoro'nun misyonerlik faaliyetleri kapsamında her biri ayrı ayrı olmak üzere 7-8 kişilik bir gruba İncil dersleri verdiği..."
17 Kasım 2003'te Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreterliği'nin 'Misyonerlik Faaliyetleri, Misyonerlik Faaliyetlerinin Önlenmesine Yönelik Alınmasında Fayda Görülen Tedbirler' başlıklı bir dokümanı Kara, Deniz, Hava, Jandarma Komutanlıkları ile İçişleri'ne, Diyanet İşleri'ne, Genelkurmay'a ve Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreterliği'ne gönderdiğini de ondan öğreniyoruz...
Kanımız odur ki, darbe girişimleri, milliyetçi dalga, iktidar kavgaları, siyasi cinayetleri iç içe sokan bu dönemin kilit noktalardan biri devlet içinde esen misyonerlik fırtınasıdır...
Bunun sonuçları ve amaçlarıdır...
DDK'nın devreye girmesi bile bir başlangıç olabilir...
- Geri
- Ana Sayfa
- Normal Görünüm
- © 2009 İlke Haber
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.