EYLÜL EN ZALİMİDİR AYLARIN
Cihan Aktaş
19 Eylül 2009 Cumartesi 16:39
I- Yine Eylül; dönüşümlerin, dönüşlerin, yeni adımların mevsimi.
Her şey yeniden başlayacak, artmalar ve eksilmelerle. Takvimin koparılan sayfalarından önce ağaçlar yapraklarını dökerken bildirecek: İşte, bir yıl daha eksilmekte ömründen.
Kuşlar kümeler halinde geçiyor. Kar yağmadan yetişecekler yeni yurtlarına.
Yolcu da yolunda gerek, hava muhalefetine rağmen.
T.S. Elliot, “Nisan en zalimidir ayların”, diyordu Çorak Ülke’sinde.
Bana kalırsa Eylül’dür acıma hissinden, mühlet tanıma insafından nasibini en az almış ay. Dakik, sert ve buyurgandır. İster istemez başlamaya, bitirmeye, harekete geçmeye, bir gecenin yarısında elde bavullarla trene uçağa yetişmeye çağırır.
Nisan’da coşup da felakete yol açması beklenen sular seller, Eylül’de nasılsa her zaman hazırlıksız yakalar insanları/bizim insanlarımızı. Sel suları şehrin yoksullarını bodrum katlarından, dere yatağı kondularından kopartıp eski zamanların felaket hikâyelerine iliştirir bir anda.
Tarih ve coğrafya karışır. Yetkililer mahcup açıklamalara girişir.
Ölüme kadar biteviye tekrarlanacak olanı, vedaların ve buluşmaların ertelenemezliğini, yeni başlangıçların kaçınılmazlığını hatırlatır Eylül.
Kayıtlar başlıyor, yeni kararlar, yeni adres/ikamet arayışları... Trafik karışıyor.
Yeni isimler, etiketler... Dünya Başkenti olmaya hazırlanan İstanbul, tabiatın sınavına maruz kalıyor önce.
***
II- Yine Eylül; arada kaynamaya izin vermeyen, talepleriyle kişiyi tetikte durmaya çağıran ay. 114 numaralı otobüse yetişmek üzere erkenden kalkıp yollara düşüyorsun. Bir darbeyle daha sarsılmış ülke. Okul polisi çantandaki kitapları, dergileri birer suç aleti gibi görüyor. Anton Çehov komünist, Muhammed İkbal şeriat düzenini çağrıştırıyor. Başına örttüğün renkli şal göze başka türlü görünüyor.
Kitabın, derginin suç aracı sayıldığı yıllara başlangıç olmuştu, 12 Eylül.
Eylül, yıkar, yeniler öte yandan. Yeniden başlamaya karar vermişse kişi, Eylül olacaktır attığı adımların ulaştığı yeri bildiren ay.
Felaketler için tabiat gibi siyaset de Eylül’ü seçiyor.
Darbe ve karşı darbeler Eylül’de buluşuyor. Mevsim rengini karartmak için bu aya dikiyor gözünü ve onu Kara Eylül olarak işaretliyor.
11 Eylül’ü izleyen aylarda yolum Hollanda’ya düşmüştü bir atölye çalışması için, yağmurun kovalarla boşandığı Amsterdam’a.
Başımdaki örtüyle gönlümce dolaşamamıştım kanallar boyunca.
Yaşlı Avrupa her zamankinden daha sert ve öfke doluydu Müslümanlığın göstergelerine karşı. Yanımdaki Ortadoğu kökenli iki arkadaşım, canlarını güvende hissetmedikleri için başörtülerini çıkartmışlardı.
***
III- İstanbul’da hemen her zaman Ağustos’un son haftasında başlar, Eylül’ü de kuşatırdı yağmurlar.
Ağustos’un yağmurları gecikerek, sel halinde geldi şimdi, dere yataklarını kuşattı.
Asfalt caddeler suyu tutmuyor, yağmur suyu kolektörleri yetersiz... Bodrumlarda yaşayanlar yine su içinde yüzüyor, eşyalarıyla.
Parke taşlardan, ağaçlardan yoksun caddelerden hızla akıyor sel, kabarmaya devam ederek.
Çevrede o kadar da ağaç kalmamış, ama adam bulduğu bir ağaca tırmanıyor çaresizce, yoksa boğulacak. Helikopterden ip sallayarak yukarı çekiyorlar. İşçileri servis aracında yakalıyor ölüm. TIR’lar dalgaların önünde savruluyor. Dünya Başkenti olmasına sayılı aylar kala İstanbul, binlerce yıl öncesinde yaşanan afet manzaraları sunuyor. İnsanlar canlarını kurtarmak için evlerin damlarına çıkıyorlar. Sel, ev eşyalarını önüne katarak sahipsiz kılıyor.
Yalova’dan Bursa’ya doğru ilerliyor otobüsümüz. Sel yolu aşağıya doğru çekmiş. Yol araçları yığılmış kenara, çalışıyorlar. Aşağıya inen yolun yanındaki yolda ağır ağır ilerliyor trafik.
Su yolunu bulur, diye bir söz var. Derenin yatağını değiştirmişler ve yol yapmışlar yerine. Su sele dönüşerek aktı. Eski güzergâhını aradı, buldu.
Dere yatağı yapılan makyajlara kanmıyor, kökenini unutmuyor, ilk fırsatta suyu çağırıyor. Dere yatağına TIR garı yapıyorlar. Sel basıyor, canlar alıyor.
Bir ülkeyi çoraklaştıran sebepler sularının sellerinin eksikliği değil de sorular karşısında verilen cevapların kısırlığında kendini gösteriyor olmalı.
Dereyi ıslah etmeden yolunu değiştirmek, şöyle bir zihniyetle yapılıyor: Bir şey olmaz, şimdi bir şey olmaz.
Küresel ısınmanın etkileri, klişe bir cevaba dönüşüyor, felaketler, afetler karşısında.
Sel yıkım ve ölüm getiriyor, bir de yağma... Sanki ağır çarpmalarıyla içine kattığı çamaşır makinesini, tabak ve kaşığı hatta, sahiplerinin izlerinden arındırıyor.
Zayıf olan varıyla yoğuyla telef oluyor kabaran selin önünde. Metropol, köy maskesini takınıyor.
Maskeleri çıkarmaya, ilkel insana özgü korkularını hatırlamaya zorluyor Eylül. Arabasıyla birlikte sele kapılıp giden kişi, tabiatın kükremesi karşısında ilk çağlardaki hemcinsi kadar savunmasız.
- Geri
- Ana Sayfa
- Normal Görünüm
- © 2009 İlke Haber
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.