EYLEMİN DİLİ, "İMRALI"YA ÖZGÜRLÜK OLUNCA…
Fatma Barbarosoğlu
09 Aralık 2009 Çarşamba 10:03
I-
8 Kasım'da,Küçükçekmece'de bir İETT otobüsüne molotof kokteyli atılması sonucu yanarak yaralanan Serap Eser, hayatını kaybetti. Yanık bedenin içinde 28 gün yaşadı Serap.
Katili önce onu yaralayan molotof kokteyli attı, sonra maskesini çıkarıp olanı biteni seyre durdu. PKK sempatizanı bir "seyirci" olarak teröristin gözlerinin olduğunu öğrendik böylece. Kalbi olmadığını zaten biliyorduk.
II
6 Aralık 2009'da Diyarbakır'da çıkan olaylarda Dicle Üniversitesi öğrencisi 23 yaşındaki Aydın Erdem hayatını kaybetti. Vücuduna isabet eden tek kurşunla.
Ölümünden mesul olanlar için hayatının bir kıymeti yoktu Erdem'in. Gençliğinin ve yarına ektiği umutların hiçbir değeri yoktu.
III
7 Aralık günü Tokat Reşadiye'de pusuya düşürülen jandarma erlerinin yedisi şehit düştü, üçü yaralandı. Yıllar sonra Tokat halkı bir defa daha, yangını ağırladı yüreğinde.
Yukarıya aldığım örnekler son bir ayda yaşadığımız örnekler.
DTP'nin "açılım" politikasının bir parçası olarak okuyacağımız, teröre şehit verdiğimiz ölümler bunlar. İle de bizim partimizi kapatın. Kapatın ki hiçbir siyasi projemizin olmadığı olamayacağı anlaşılmasın. Biz bir dahaki sefere içi iyice boşalmış şiddetin frekansını iyici arttırmış olarak geri dönelim temalı terörden medet uman "çalışmaları" DTP'nin.
DTP'nin "Açılım" politikası bütün Kürtleri bir tek "Kürt"e indirgeme politikası. Hepsi bu. Bütün haklar, bütün özgürlükler İmralı için.
DTP'nin dili; kalbi olan bütün Kürtlerin anlayacağı kadar aşikar.
Ve nihayet demokrat, İslamcı Kürt aydınlar ses veriyor. Her şey İmralı için değil, her şey demokratik haklar için diye.
Önümüzdeki günlerde İmralı için eylem dilini her vesile ile görmeye devam edeceğiz.
Sakinliğin dili bütün eylemleri imha eder.
Ne ki, neden susulduğu ve neden sakin durulduğu akılda tutulmuş olsun.
Aşağıda okuyacağınız satırlar bizzat bu satırların yazarının tanıklığıyla kaleme alındı.
Büyük hikâyenin, küçük hikâye üzerinden "açılım" sahnesi olarak okunsun lütfen.
IV-
Maltepe minibüsündeyiz. İçerisi durgun bir sessizliği ağırlıyor. Sanki minübüs bile, gitmiyormuş gibi gidiyor caddenin üstünde. Soğuğun etkisiyle öğleden sonra mahmurluğu herkesin bedeninde misafir.
Derken iki kadın ve altı çocuk bindi minibüse. Kadınların giyimleri otantik. Sim sırmalı uzun elbiseler. Bellerinde kalın kemer. Başlarında beyaz tülbent var.
Kadınlara yer verildi.
Her şey normal.
Her şey yolunda.
Gibi.
Kadınlar oturur oturmaz konuşmaya başladı. Normal.
İki kadın daima erkekleri ve o anda sohbet edecek kimseyi bulamayan öteki kadınları kıskandırır.
Kadınlar Kürtçe konuşuyor. Konuşsunlar. Normal.
"Burası Türkiye, vatandaş Türkçe konuş" diye ikaz edecek insanlardan oluşmuyor minibüsün yolcuları.
Ama hayır. Kadınlar seslerini artırdıkça artırıyor.
Kürtçe konuşmayı bir eylem dili olarak uygulamak istiyorlar.
Seslerini yükselttikçe yükseltiyorlar.
Minibüsün içindeki herkes kendi kabuğuna çekiliyor. Kabuğunu biraz daha kalınlaştırıp dışarıdaki "taciz" den kendini korumaya çalışıyor.
O kadar yüksek sesle konuşanlar Türkçe konuşsa çoktan bir ikaz yemişlerdi. Bu tür ikazlara şahitliğim vardır nitekim. Bazen emekli bir amcanın, "Olmuyor hanımlar burasını kabul gününe çevirdiniz" ikazı. Ya da emekli öğretmen kimliği ile dolaşan yaşlı hanımların, "Hiç terbiye kalmadı canım bu ne saygısızlık! Öğretmenleri de bunlara hiçbir şey öğretmiyor" ikazı. Ya da şoförün çok gürültü yapan öğrencilere, "Topunuzu indiririm şerefsizim. Kafa bırakmadınız adamda be" ikazı.
Bütün bu ikazlara "minibüs milleti" olarak aşinayızdır.
"Açılım" münasebetiyle herkes teyakkuzda olduğundan koyu bir sessizlik var minibüsün içinde. Diğerleri kendi arasında konuşsa sessizlik bu kadar koyulaşmayacak belki, sessizlik koyulaşmayınca da o iki kadının Kürtçe söylevi bu kadar baskın olmayacak. Kadınlar bir ikaz yemek için ellerinden geleni yapıyor.
Olmuyor.
Minibüs şoförü delikanlı, kadınlara Kürtçe bir şey söylüyor. Her ne söylüyorsa söylüyor kadınlar susuyor.
Minibüsten iniyorum. O şoför onlara ne söyledi?
Hayat türlü ibretler barındırır içinde.
Medyanın kışkırtıcı dili olmasa, Türklerin ve Kürtlerin basiretine güveniyorum.
Ama herkes seyrettiği kanal kadar.
Minibüsün yolcuları sustuğu için sonunda "Kürt Şoför"- ün sabrı taştı.
Kürtleri Kürt olmaktan alıkoymayıp onları "Kürt asaletine" davet edici bir dil kullandığımızda, PKK'nın da DTP'nin de çehresi Kürt halkını rahatsız etmeye devam edecek.
Umudumu yitirmedim henüz.
Bütün umudum ümmet bilincine sahip dindar Kürtlerde.
Nihayet seslerini duymaya başladık.
Onlar hep konuşuyordu da aslında medya onların dilini duymakta isteksiz davranıyordu.
Velhasıl DTP'yi Kürtlerin tek temsilcisi gibi göstermekten vazgeçmesi gerekiyor medyanın.
- Geri
- Ana Sayfa
- Normal Görünüm
- © 2009 İlke Haber
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.