EY CEMAAT-İ MÜSLİMİN, 19 OCAK’TA NEREDESİN
Hilal Kaplan
13 Ocak 2010 Çarşamba 13:19
Henüz Özgür Olmadık isimli kitabımızda da yazdığım gibi hayatımda şu anda bulunduğum ‘siyasal özne’ konumuna beni getiren iki olay var. İlki lisans yıllarında 1,5 yıl sorunsuz okuduğum okulumda başörtüsü yasağının başlamasıyla beraber okul kapısının yüzüme kapanışı oldu. İkincisi ise Ankara’da çok saçma bir yerde çok saçma bir biçimde öğrendiğim “Hrant Dink’i vurmuşlar” bilgisinin ardından bugün bile parçası olduğumu hatırladıkça şeref duyduğum o 200.000 kişilik cenaze töreni oldu. Hrant Abi yaşarken bu ülke insanları için oluşturmaya çalıştığı birlikteliği ne yazık ki ölümünden sonra başarmıştı ve bu ülkenin en sahici insanlarından birini bu ülkenin bin bir çeşit farklı insanı selamlayarak uğurladı.
Bana Hrant Dink’e neden “abi” diye hitap ettiğimi soruyorlar. Aslında en başta bunun gayrı ihtiyari oluşan bir hitap olduğunu düşünmüştüm. Hrant Abi ile, yaşarken bir kez bile yüz yüze gelmemiştik ve itiraf etmeliyim ki ölümünden önce yazılarının çok azını okumuştum. Ancak ölümünden sonra ona dair bulabildiğim ne varsa büyük bir iştahla ve vicdan azabıyla okudum, izledim, öğrendim. Önceleri öğrendiklerim karşısında bendeki Hrant imgesini en güzel tamamlayan kelime olduğundan böyle hitap ettiğimi düşünmüştüm. Ardından Hrant’sız ilk 19 Ocak’ta Rakel Dink Agos’un penceresinden yaptığı konuşmasında “bizi acılarla akraba ettiler” dedi. O an kafamdaki pek çok şey, inanılmaz bir metanet ve feraset sahibi olan bu kadının bu sözleri sayesinde yerine oturdu.
Bu ülkede adaletin tesisi, hakikatin ortaya çıkması ve devletin zoru ile değil kendiliğinden bir biçimde toplumun birarada durabilmesi için çalışan bir avuç insandan biriydi Hrant Abi ve bunun bedelini canı ile ödedi. Aslında bu akrabalık bağını devletin zulmettiği ve bu zulüm karşısında kendince durmuş olan herkes için hissediyorum sanırım. Mesela zorba hükümete karşı ayaklanan Şeyh Said kadar aynı zorbalığa tahammül edemeyen Seyyid Rıza’nın ya da Said Nursi kadar onun gibi mezarının bile nerede olduğu bilinmeyen Krikor Zohrab’ın da torunu olduğumu hissetmem bundandır belki. Yine belki de bu yüzden pozitivist, sosyal Darwinist ve aydınlanmacı Talat Paşa’yı değil de Ermeni tehcirine “Allah var ve onun gazabından korkun!” diyerek isyan eden Boğazlıyan Müftüsü Abdullahzade Mehmet’i “ecdadım” olarak kabul edişim de bundandır. Ancak bu açıdan bakıldığında “ecdadım katliam yapmaz” sözü anlamlı hale gelir sanırım. Yoksa kendimizi bir tür “ecdat tapınmasına” karşı çıkarak Peygamberliğinin sorumluluğunu yerine getiren Hz. İbrahim’in milletinden nasıl sayarız ki?
Biliyorum bazıları yine agresif bir savunma refleksi ile bu satırları okuyacak ama Hrant Abi’nin cenazesinin olduğu gün beni içinde bulunduğumuz bağlam kadar müteessir eden bir başka olgu da oradaki Müslüman temsilinin azlığıydı. Evet, Emine Şenlikoğlu dahil pek çok Müslüman o gün oradaydı ama yüzde 99’unun Müslüman olmasının bir övünç kaynağı olarak dillendirildiği ülkemizde o 200.000 kişinin içinde Müslüman temsilinin de en azından gözle görünecek kadar çok olması gerekmez miydi? O yüzden ‘dertli’ bir Müslüman olarak bu 19 Ocak’ta Türkiye’de Müslüman temsili olan Özgür-Der, Mazlum-Der ve İMH gibi oluşumlar da “Hepimiz Hrant’ız” pankartları ile Agos’un önünde olsalar diyorum. Eğer Müslüman’ın birinci vazifesi önce kendi nefsinde sonra da yaşadığı toplumda adaleti tesis etmekse ve zulme kalben buğz etmek de imanın en zayıf derecesiyse bu 19 Ocak’ta Agos’un önünde olmamak bana aynı zamanda imani bir zafiyetin de göstergesiymiş gibi geliyor. Belki abarttığımı düşüneceksiniz ama tek bildiğim Hrant Abi’nin katlinin omuzlarımıza yüklediği bir sorumluluk olduğu ve bu sorumluluğu hissetmenin de en çok “canlarınız, mallarınız, namuslarınız da öyle mukaddestir, her türlü tecavüzden korunmuştur” diye buyuran Peygamber’in ümmetine yakışacağıdır.
Taraf’ta karşılıklı köşelerde yazmaktan çok mutlu olduğum dostum Roni Margulies geçenlerde şöyle yazmıştı: “Türkiye’de azınlıklara karşı yapılan barbarlıkların hiçbirinde Müslümanların parmağı yok, tek bir tanesi bile İslâm adına yapılmamış. Öldürülen veya kaçıp giden hiçbir Ermeni veya Rumun arkasından “Allah-ü ekber” diye bağırılmamış, tekbir çekilmemiş.”
En son örneğini “Kafes Eylem Planı”nda gördüğümüz gibi, Ermeni tehcirinden Hrant Dink’in katline kadar Türkiye’de uygulanan pek çok zulüm İslam’ı da zaman zaman söylemine alet eden “devletin şer odakları” tarafından yapıldı. Bu yüzden özellikle gayrı Müslimlerin hak ve hukukun tesisi noktasında kendi sözünü söylemekten çok başkalarının sözünü eleştiren ya da başkalarının sözü yüzünden ortaya koyması gereken direnişi gerçekleştiremeyen tepkisel bir Müslüman siyaseti yerine özgüvenli ve proaktif bir Müslüman siyasetinin ortaya konması gerekiyor. Bunun esas yollarından birisi de 19 Ocak’ta “Adalet için, Vicdan için, Hepimiz Hrant’ız” diyebilmekten geçiyor.
- Geri
- Ana Sayfa
- Normal Görünüm
- © 2009 İlke Haber
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.