EVLİLİKTE 6 YAŞ POLEMİĞİ VE HZ. AİŞE’NİN EVLİLİK YAŞI- (I)
Abdullah Can
30 Ocak 2015 Cuma 16:35
Fransız mizah dergisi “Charlie Hebdo”nun Peygamberimize hakaret içeren provakatif karikatürleri ve sonrasındaki olaylar 2015’in birinci gündem konusu oldu. Karikatürler, doğrudan doğruya Peygamberimizi hedef almış; özellikle de cinsellik ve şiddet üzerinden saldırıda bulunmuştur. Dergi, emperyalizmin topyekûn İslam karşıtı konseptine uygun olarak, Peygamberimizi itibarsızlaştırmak, O’na olan sevgi, saygı ve imanı sarsmak için müteaddit zamanlarda bu saldırılarını yinelemiştir. İşin garibi, Müslüman toplumun Müslüman kimlikli evlatlarının da bu konsepte dâhil olmalarıdır.
Her ne ise, Güneş’e bir kez daha üflenmiş; söndürülmeye çalışılmıştır. Biz gelelim asıl konumuza…
Peygamberimize saldırılırken, saldırganların başvurdukları temel argümanlardan biri, Hz. Aişe’nin evlilik yaşıdır. Bu yaş meselesi, İtalyan müsteşrik Dr. Duzy’le başlamış, günümüze kadar hep kullanılagelmiştir. Emperyalizmin bütün ileri karakolları –ki buna Charlie Hebdo da dâhildir– İslâm’a ve onun şahsında Hz. Peygamber’e saldırırken, bu malzemeyi mutlaka kullanırlar. Amaç, karalamak ve itibarsızlaştırmaktır.
Mahremiyet teşhirciliği ve bu temelde özel hayatların karikatürize edilmesi, “belaltı edebiyatı” mensuplarınca nokta atışlardır. Mayıs böcekleri gibi, necasete meftun olanlardan farklı bir şey de beklenilmez zaten. Herkes gibi, her çevre de kendi tabiatlarını yansıtır. Lağımdan misk kokusu beklenilmez. Halk deyimiyle, “Arifin fikri ne ise, zikri de odur” misali…
Yaşamlarını sınır tanımaz cinselliğe odaklamış şehvetperestlerin, kendilerinin facia düzeyindeki cinsel sapkınlıklarını sorgulamak yerine başkalarını mahkûm etmeye kalkışmaları ne tuhaf bir ironi değil mi? Ama şu bir gerçek, iman ve küfür savaşının çok boyutlu cephesi kapsamında, bu olayın zaman zaman gündeme geleceği muhakkaktır. Nihayet adı geçen hicivci mevkute, 2006 ve 2011’de de benzer saldırılar yapmıştı.
İflah olmaz bir düşmanlık ve önyargıyla donanmış çevrelerden aklıselim beklenilmez; onlar her fırsatta tahrikkâr ve tecavüzkâr saldırılarda bulunacaklardır. Hedef, itibarsızlaştırma ve şiddete davetiye çıkartmadır. Bu bir tuzaktır; bu tuzağa düşmek, emperyalistlerin bütün dünyada döktüğü kanı ve yürüttüğü talanı mübahlaştırmaktır; barbarlıklarına meşruiyet kazandırmaktır.
İslâm’ın ilk dönemindeki “hiciv” kültürü gibi, bu gün de “mizah” perdesi altında yürütülen bir itibarsızlaştırma ahlaksızlığı vardır. Bin dört yüz yıllık geçmişe rağmen küfrün mantalitesi değişmemiştir. Hasmıyla değerler temelinde yarışmak yerine, küfür ve hakaretlerle itibarsızlaştırma taktiklerine başvurur. Akıl, bilim ve pozitif değerlerle müsabaka yerine, rakiplerini belaltı mizahla ve popüler kültürün şımarıklığıyla şehvetperestliğin gayyasına çeker.
Gelelim bu meselenin tahliline. Gerçekten zannedildiği gibi, Peygamberimiz, Hz. Aişe ile 6 yaşlarında mı evlenmişti?
Bu hususta “Evet, 6 yaşında evlenmiştir” diyenlerin mesnedi, Sahih-i Buharî, Müslîm, Ebû Davud ve Nesâî’nin “Nikâh” bahsinde geçen ve bizzat Hz. Aişe’nin ağzından aktarılan bilgilerdir. Özetle, Hz. Peygamberin kendisiyle 6 yaşında evlendiği, 9 yaşında iken zifafa girdiği şeklindedir. Hz. Aişe’nin sözleri arasında geçen “Arkadaşlarımla oynarken”, “Ne istediğini bilmeksizin”, “(Şaşırmış halde iken) annem beni O’na (Resulüllah’a) teslim etti” gibi vb. ifadeler ise, çocuk yaşındaki biri için dramatik tasvirler türündendir. Her ne ise, biz ravisi Hişam b. Urve olan bu nakil üzerinde duralım.
ÖNCELİKLE şunu belirtmeliyim; Hz. Aişe’ye nisbetle dillendirilen bu rivayeti, Peygamber’in (asm) dilinden teyid edemedik; doğrusu böyle bir rivayet mevcut değildir. Bu önemli bir nokta; zira Hz. Aişe’yle evlenmek gibi önemli bir mevzuda Peygamber’in bizzat kendisinden aktarılan bir bilginin olmayışı olaya ihtiyatlı yaklaşmamızı gerektiren önemli bir noktadır. Hz. Hatice ve Sevde gibi iki dul hanımdan sonra, evlenilen ilk ve son bakire olmasının yanısıra, genç olması, Hz. Aişe’yle evliliği önemli kılmaktadır. Ancak, dediğim gibi, bu hususta Peygamber’den (asm) en küçük bir rivayetin olmaması düşündürücüdür.
İKİNCİSİ; Allah, Kur’an-ı Azimüşşan’da, Hz. Peygamber hakkında “And olsun ki, Allah Resulü’nde sizin için güzel bir örnek vardır.”(Ahzab, 21) buyurmaktadır. Bir başka ayette ise, “De ki: Eğer Allah'ı seviyorsanız bana uyunuz ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın.”(Âl-i İmrân, 31) Demek hem örnek alınacak, hem izinden gidilecek yegâne model şahsiyet, Allah resulüdür. Buna göre, eğer Hz. Aişe’ye atfen söylenenleri kabul edersek, Hz. Peygamber, ümmetine çocuk yaştaki kızlarla evlenme ruhsatı vermiş oluyor ki, buna insan fıtratının evet demesi mümkün değildir. Hâlbuki O, bir fıtrat peygamberidir; O’nun yaşayışı gibi, emir ve talimatları da fıtrat kanunlarıyla uyum içindedir.
“Sen, elbette yüce bir ahlak üzeresin.”(Kalem, 4) ayeti ile “O’nun(Muhammed’in) ahlakı Kur’an idi.” (Müslim, Camiu’s-Sahih, c. 1, s. 513) ve “Ben güzel ahlakı tamamlamak için gönderildim.” (Muvatta, c. 2, s. 904) hadisleri de, yukarıdaki ayetleri teyid eden mesnetlerdendir. O halde, Hz. Aişe’ye nisbet edilen sözlerin, başta Kur’an olmak üzere mutlaka Peygamber’in hadislerine arzında maslahat vardır. Bahsi geçen sözlerin, ayetlerle, hadislerle, fıtratla, akıl ve ilimle uygunluğu ve uygunsuzluğu irdelenmelidir; muteber hadis kitaplarında geçiyor diye, hemen üzerine atlanılıp kalbe sokulmamalıdır.
Hz. Peygamber’in "Size benden bir hadis ulaşırsa, onu Allah'ın Kitabı'na (Kur'an'a) arzediniz. Eğer, Allah'ın Kitabı’na uygun düşerse onu ben söylemişimdir (onu alınız). Eğer, Allah'ın Kitabı ile çelişirse onu ben söylememişimdir."( (Şatıbî, el-Muvafakat, 4/18) sözü, aslında mükemmel bir ölçüdür. Bu ölçüye göre, Kur’an temel kriterdir; hadisler de dâhil olmak üzere, bütün sözlerin mihengi Kur’an’dır; onunla ölçüp tartmalıyız. Altın ise kabul, bakır ise sahiplerine iade etmeliyiz. Hz. Aişe’ye nisbetle söylenilmiş sözleri de bu temelde değerlendirmeliyiz.
Unutmamak lazım, Kur’an Allah’ın kitabıdır ve O’nun hıfzı ve himayesindedir. Milyonlarca hafızın hafızasında yazılı olduğu gibi, aslı da Levh-i Mahfuz’da kayıtlıdır. Kur’an’a dair, Allah’ın özel teminatı vardır; kıyamete kadar muhafaza edilecektir. ““Şüphesiz ki, Zikr’i (Kur’an’ı) Biz indirdik ve onu Biz koruyacağız”(Hicr, 9) ayeti bu gerçeğin belgesidir. Ancak, başta hadisler olmak üzere, hiçbir beşerî söz “değişmez” ve “değiştirilmez” değildir. Nihayet asılları vahiy olduğu halde Musa ve İsa’ya (as) indirilen kitaplar değiştirilmiş; tahrif edilmişlerdir. Hakeza, birçok âlimin kitapları da aynı akıbete uğramışlardır.
Bu bağlamda, hadis olarak önümüze sürülen her söz ya da hadis kitaplarında geçen her rivayeti mutlak doğru olarak kabul edemeyiz. İlaveler, çıkarmalar ve değiştirmeler her zaman için mümkündür. Unutma, algılama yetersizliği, çarpıtma, eksik aktarma, güven sorunu, rivayet zincirlerinde yaşanan kopukluklar vs. noktalar da bizi ihtiyata sevkeden faktörler arasındadır. Birçok ayette, akletmeye, tefekküre, araştırmaya, soruşturmaya sevkedilen bizler, bu hususta da dikkat ve tahkikatı elden bırakmamalıyız. “Hüküm ekseriyete göre verilir” kaidesinden hareketle, “Sahih”leri sahih kabul ediyoruz; ama bu yüzde yüz sahih oldukları anlamına gelmez; –velev ki yüzde bir oranında olsun– içlerinde ayıklanması gereken mevzu ve zayıf rivayetlerin de olduğu akıldan çıkarılmamalıdır.
Bir sonraki yazıda buluşmak temennisiyle…
- Geri
- Ana Sayfa
- Normal Görünüm
- © 2009 İlke Haber
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.