21 Kasım 2024
  • İstanbul14°C
  • Diyarbakır14°C
  • Ankara17°C
  • İzmir21°C
  • Berlin2°C

EVLATLARIMIZI FEDA EDEMEYİZ!

Hayko Bağdat

12 Ağustos 2015 Çarşamba 11:25

2012 yılının Eylül ayında PKK’li ve PJAK’lı mahkûmlar cezaevlerinde açlık grevine başlamışlardı. 68 mahkûm, Öcalan’ın cezaevi koşullarına dikkat çekmek için süresiz ve dönüşümsüz diye tarif ettikleri yani sonu ölümle bitecek bir eylem içine girmişlerdi. Üstelik sadece cezaevlerinde değil, sokaklarda, meydanlarda, binalarda, her tarafta destek olmak amacıyla aynı eylemi gerçekleştirme kararı alan çok sayıda insan vardı. Eylemin 66. gününde sadece cezaevlerindeki katılım sayısı 786’yı bulmuştu.

Hepimizin yüreği ağzındaydı. Hafızalarımızda “Hayata Dönüş Operasyonu” vahşeti olduğundan ortak bir yol bulma gayreti içindeydik.

Gün geçtikçe mahkûmların sağlık durumu bozuluyor, artık eyleme son verseler de kalıcı tahribatlarla sakat kalacakları sürenin eşiğine yaklaşılıyordu.

Olası bir ölüm haberinin yaratacağı etkiler memleketi ateş topuna çevirebilirdi.

17 Kasım 2012’de Abdullah Öcalan’ın kardeşi Mehmet Öcalan İmralı adasına bir ziyaret gerçekleştirdi.

18 Kasım’da polis, Diyarbakır sokaklarında panzerlerden halka anons geçiyordu: “Sayın vatandaşlarımız, Abdullah Öcalan eyleme son verin çağrısı yaptı. Lütfen artık durunuz. Evlerinize dönünüz.

Bu örnek Barış Süreci hayata geçirildiğinden itibaren yaşadığımız onlarca krizden sadece biriydi.

Bu süre zarfında polis ve askerlerin şehit edilmesinden, polis kurşunlarıyla çocukların katledilmesine kadar korkunç olaylar yaşandı.

Fakat yaşadığımız her felaket karşısında sürecin aktörleri sahne alarak toplumu sakinleştirmeyi başardı.

HDP’nin İmralı heyeti 2 yıl içerisinde tam 25 kez İmralı Adası’na gitti.

Devletin ilgili birimleri neredeyse orada üs kurdu.

Siyasiler, temkini elden hiç bırakmadılar.

Örneğin Recep Tayyip Erdoğan, 17 Şubat 2013 tarihinde Devlet Bahçeli’nin sürece dair sert eleştirilerine karşı çok net konuştu:

Bu süreçte kimse bizim karşımıza Kürtlükle çıkmasın, kimse bizim karşımıza Türklükle de çıkmasın. Biz her türlü milliyetçiliği, ayaklarının altına almış bir iktidarız. Kuru milliyetçilik yok. Hep birlikte silahlar sussun, fikirler konuşsun, siyaset konuşsun diyeceğiz.

2014’ün Kasım ayında Barış Süreci’nin etkili isimlerinden Yalçın Akdoğan çok netti:

Çözüm sürecinin temelini diyalog oluşturuyor. Ortada bir sorun varsa bu sorunun demokrasi yöntemiyle, demokratik sistem içinde çözmeye çalışacaksak –elbette demokratik yöntemlerle çözeceğiz– görüşme, diyalog temas, çözüm sürecimizde en önemli yöntemlerden bir tanesidir.

Mart 2015’te ise Davutoğlu hepimizin umutlarımızı arttıran şu cümleleri ediyordu:

Hepimiz imtihan halindeyiz en büyüğü de çözüm süreci ile olan imtihandır. İki hafta önce ilan edilen silahları terk etme çağrısıyla ileri bir aşamaya geldik. Çözüm süreci şefkat ve merhametin sürecidir. Bütün milletin, en fazla da annelerin malıdır. Çocukları dağa çıkarılan Diyarbakırlı annelerin gözlerinde acı gördüm, feryat gördüm. Ben isterim ki şehitlerimizin anneleriyle Diyarbakırlı anneler el ele verip ‘Yeter bu acı’ desin.

6 Haziran gecesine kadar inatla ve umutla diyalog ve barış için davranabilen siyasetçilere ne oldu?

AK Parti “Evlatlarımızı feda etmeye hazırız” kıvamına nasıl geldi?

Bütün samimiyetimle soruyorum; günde 10 insanımızın toprağa düştüğü günlerde bu süreci götürenlerin ölümleri durdurabilmek için ellerinden gelen bir şey yok mudur?

Sabah karar verseler öğlen çatışmaları durdurabilme kabiliyetinde olanların harekete geçmelerine mani olan şey nedir?

Bu hâliyle devam ederse çatışmaların yıllarca süreceği, sokaklarda insanların birbirlerini avlamalarına yol açacak, onarılamaz bir nefretin hâkim olacağı bir ülke mi istiyorsunuz?

Çok iyi biliyoruz ki isterseniz ölümleri durdurabilirsiniz.

Niye durdurmuyorsunuz?

Arzu edilen siyasal ortamın sağlanabilmesi için kaç ölüm gerekiyor?

İki satırda ne yapılması gerektiğini tekrar hatırlatalım.

PKK hemen eylemlerine son vermelidir.

Devlet hemen operasyonlarını durdurmalıdır.

Diyalog ve müzakere süreci kaldığı yerden devam etmelidir.

Bu kararı eninde sonunda alacağınızı biliyoruz.

Peki, o vakit geldiğinde, tezkeresini aldığı gün eve dönüş yolculuğunda PKK tarafından katledilen ErDoğan Acar’ın annesine ne diyeceksiniz?

Ya da Silopi’de polis tarafından ateşe verilen evini söndürmeye giderken keskin nişancıların kurşunuyla yaralanan ardından getirildiği Silopi Devlet Hastanesi önünde içinde bulunduğu aracı polisin taraması sonucu katledilen 17 yaşındaki Mehmet Hıdır Tanboğa’nın ailesine verecek bir cevabınız olacak mı?

Siyasetiniz batsın, davranın artık…

Ölümleri durdurun…

Yorumlar
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.