21 Kasım 2024
  • İstanbul6°C
  • Diyarbakır11°C
  • Ankara14°C
  • İzmir19°C
  • Berlin1°C

‘EŞİTLER TOPLUMU’ OLABİLECEK MİYİZ?

Mehmet Altan

31 Ağustos 2011 Çarşamba 04:27

Eşitlik düşüncesi’ ABD’de veya Fransa’da modern demokratik devrimlerin esasıdır.

Herkesin ‘eşit’ olduğu bir toplum yaratmak esastı.

Herkesin saygı gördüğü, herkesin benzer kabul edildiği ve herkesin bağımsız ve otonom olabilme şartlarının olduğu, herkesin ortak yaşama eşit katılabilmesinin mümkün olduğu bir toplum. Sosyal eşitlik bütün devrimlerin birinci ve esas düşüncesiydi.

***

Neoliberal akım, koruyucu-devlet ve vergi indirimlerini yerle bir etti.

Fakat aynı zamanda, bu akım, toplumdaki sosyal bir beklentiyi de karşıladı.

Bunun iki yüzü var; ortak paylaşılan bir alan ve o dünyayı yok ediyorsunuz ama aynı zamanda yeni bazı hakları iade ediyorsunuz.

Kişiler, kendilerinin özgürlük alanlarının genişletilmesinin karşılığında, ortak dünya ve alanların yok edilmesine itiraz etmediler.

Bu da tüketici kimliklerinin ön plana çıkartılmasına bağlandı.

Avrupa, 1980 sonrası, tüketici kimliliğinin büyük bir savunucu kurumu olarak gelişti.

Fakat ‘tüketici’, toplumda ötekilerle olan bağları ile tarif edilen bir kimlik değil, kendisine sunulan üç telefon operatörü arasında seçim yapabilen bir kimlikti.

Bu da kişilerin sosyal bağlarının zayıfladığı ‘a-sosyal’ bir kimlik durumu.

***

Her şeyden önce, fevkalade bir gelir ve mal birikimi eşitsizliği artışı var.

19’uncu yüzyıl sonundan beri, gelişmiş ülkeler, benimsedikleri ve uyguladıkları sosyal ve vergi politikaları vasıtasıyla, toplumdaki eşitsizliklerin dengesizliklerini düzeltecek mekanizmaları tesis etmişlerdi.

Krizin, ‘koruyucu-devlet’ ve ‘yüksek vergi matrahlarının’ çözülmesi gibi bir çift sonucu oldu. 1981’de Sol, Fransa’da iktidara gelmeden önce, gelir vergisi üzerindeki en yüksek vergi matrahı yüzde 65 idi. Bugün bu oran yüzde 41.

Bu, eşitsizlik krizinin sadece görünen aritmetik kısmı. Eşitsizlik krizinin bir de daha da derin olan sosyal bir boyutu var.

***

Sosyal bağların çözülmesi mekanizmalarından söz ediyorum. Bu kriz, ‘ayrılma, ayrışma ve güven yıkılması’ formlarının hepsi olarak karşımıza çıkıyor.

19’uncu yüzyılın ‘mirasyedi figürü’ yeniden beliriyor. Yeniden, Balzac’ın eleştirdiği, ‘geçmiş bugüne hükmediyor’ günlerine geri döndük.

Bugün öyle bir toplumda yaşıyoruz ki artık, işgücü değil, miras, biriktirilmiş kapital/sermaye hayat seviyemizi belirliyor.

Eşitsizlik krizi, böylece, artık bir ‘sosyal model’ krizidir.”

***

Bunları kim söylüyor?

Fransız tarihçi ve sosyolog, Collège de France’da akademisyen, Pierre Rosanvallon.

Peki, Fransız Sosyalist Partisi’ne yakın olan Rosanvallon ne öneriyor?

“‘Benzersizlik, karşılıklılık ve birliktelik’... Bu üç prensip, aynı zamanda benim için, eşitler toplumunun esası ve temel nitelikleridir. Bunlar, büyük çoğunluk tarafından kabul edilecek sosyal bir projenin temelini de oluşturabilir. Öyle bir zamandayız ki mutlaka, bir taraftan Kapitalizm, öte yandan büyük dünya savaşları, Doğu-Batı ideolojik çatışmaları ile tahribata uğramış demokratik devrimleri güncelleştirmemiz gerekiyor. Bu bir acil durum, çünkü sosyal bağların en patolojik halleri ile temas halindeyiz. Her türlü eşitsizlik ama aynı zamanda ırkçılık, milliyetçilik artarak ilerliyor.

... Eşitliği, sosyal demokratik bir bağ olarak düşünmediğimizde, eşitlik her türlü taarruza karşı savunmasız kalıyor.”

***

‘Eşitler toplumu’ adlı yeni denemesi Fransa’da 1 Eylül’de yayınlanacak olan Pierre Rosanvallon’un yukarıda kimi kısımlarını yayınladığım çok besleyici bir röportajına rastladım.

Baktım Çağlar Şavkay bu uzun röportajı çevirip ‘ikincigrup.com’a koymuş...

Düşündürücü bir özetini bu bayram günü sizlerle paylaşmak istedim...

Yorumlar
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.