23 Kasım 2024
  • İstanbul18°C
  • Diyarbakır10°C
  • Ankara12°C
  • İzmir19°C
  • Berlin0°C

ERTUĞRUL ÖZKÖK VE ‘İÇİNDEKİLER’

Murat Belge

06 Eylül 2011 Salı 02:32

Söylenen her söze birilerinin karşı çıkmasından daha doğal bir şey olamaz. Karşı çıkan olur, sen de söylediğinde ısrarlıysan, savunmaya devam edersin vb. Gelgelelim, şu son günlerde ben söylediğimi savunmak durumunda değilim. “Ben onu söylemedim” mücadelesi vermekteyim. Bu da bir tuhaf durum.

Ertuğrul Özkök’ü düş kırıklığına uğratmış olmak da sorun değil. İnsan memnun bile olur. Ama düş kırıklığının “gerekçilerini” sayıyor, bakıyorum bunlar benim söylediklerim değil, söylediklerimin kasıtlı çarpıtılmış biçimleri. O zaman da, “Hayır, öyle değil, böyle” diye bu çarpıtmayı düzeltmek zorunlu hale geliyor.

Kendisini düş kırıklığına uğrattığımı halkına duyurduğu yazısında Ertuğrul Özkök en çok kendisine hakaret ettiğini de yazmış, olabilir. Ne var ki Ertuğrul Özkök kendisine derin ve bitmeyen bir aşkla bağlı biridir. Diyelim “zebani” diye bir kavram var ve bu kavramın çağrışımları pek hoş değil. Ertuğrul Özkök herhangi bir nedenle “Ben bir zebaniyim” diye karar verecek olursa, zebanilik onun bir sıfatı haline gelince, Ertuğrul Özkök’ün gözünde “zebani” dünyanın en sevimli yaratığı olur, “beni gidi zebani beni” diye sever onu.

Daha önce söylediğim gibi, Ertuğrul Özkök kendisi kimseyi düş kırıklığına uğratmamıştır. Şarabı bırakır müziğe geçer, iç çamaşırının markasını bile okurlarıyla paylaşır, bütün bu zenginliğini ortaya koyar. Hele yayın yönetmenliğinin ağır sorumluluğundan kurtulalı beri, her gün yeni “trük”lerle ortaya çıkıyor, trapezden inip merdivene tırmanıyor, halka çevirirken tabak atıp tutmaya başlıyor, bunların hepsi de benliğinin bir başka zenginliğini ışıldaklar altına alıyor.

Bir de “İçindekiler”i vardır, Ertuğrul Özkök’ün. Tıpkı bir kitap gibi, kapağını kaldırınca, karşınıza “İçindekiler” çıkar. Bu da son derece zengindir. Bir sabah, bakarsınız “İçindeki çocuk” zıplamış, dışarı çıkmıştır. Ancak Ertuğrul Özkök’ün içinden çıkmış çocuğun erişebileceği şirinlik düzeyinde bir şeyler yapmaktadır. Ertesi sabah, sıra “İçindeki anarşist”e gelmiştir. O zeki anarşist bize müthiş, altından kalkamadığımız sorular sorar. Cevabını beklemeden de çeker gider, sahibinin içine döner, çünkü verecek cevap bulmayacağımızı zaten bilmektedir. Bazen bu karakterler teker teker değil, ikişerli üçerli “dışarı çıkar” ve küçük performanslar yaparlar; biri öbürüne ders, öğüt bir şeyler verir. Ama bütün bunlar, bizler için çok faydalı şeylerdir.

Kimi zaman, seyrek de olsa, “İçindeki dindar” da çıkagelir ve felsefi bazı şeyler söyler, geldiği yerde bolca bulunan Allah sevgisini anlatır. Çünkü Ertuğrul Özkök bir yandan da tedbirli bir kişidir. “Ne olur, ne olmaz” deyip oraya da bir yatırım yapmıştır.

Bitirirken bir not ve bir küçük düzeltme daha: Özkök, benim 12 Mart’ta işkenceden ve hapisten geçtiğimi yazmış, “Suçsuz yere hapis yatmanın ne olduğunu bilen bir aydın bu dönemde böyle negatif empati ile meşruiyet fetvası verebilir mi” diye de bir soru sormuş. 12 Mart’ta benim yaptığım yasaya göre suçtu ve ben bunu biliyordum. Bilerek suç işledim, çünkü darbeyle (çok daha büyük bir suç) kurulmuş bir rejimde bu suçu işlemek meşrudu.

Yasaya değil, hukuka inanırım. Hayatımın bunca yılı, şu önceki cümlenin bir paradoks olmadığı bir ülkede geçti.

Yorumlar
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.