ERMENİ KATLİAMI VE DEĞİŞMEYEN İTTİHATÇI ZİHNİYET
Bayram Bozyel
19 Nisan 2015 Pazar 10:40
Geçen yüz yılın ilk soykırım pratiği bu topraklarda gerçekleşti. Anadolu ve Kürdistan’ın yerli halklarından biri olan Ermeniler topyekûn boğazlanarak imha edildi. Aradan geçen onca zamana rağmen Türkiye bu tarihi gerçekle bir türlü yüzleşme cesaretini gösteremedi. Bunun başlıca nedeni söz konusu trajediye yol açan İttihat ve Terakki zihniyetinin bugünlere kadar etkisini sürdürmesi.
Bilindiği gibi İttihat ve Terakki yönetimi, Balkan yenilgisinden sonra Osmanlının geriye kalan topraklarını etnik ve dinsel açıdan homojenleştirmeyi amaçlayan bir politikaya yöneldi. İşe önce gayrimüslimlerden başlandı. Rum toplumu ülkeden belirli peryodlarla kovuldu. Ülkenin dört bir tarafına yayılmış Ermeni halkı ise kafileler halinde önce toplu tehcire tabi tutuldu, ardından da yüz binler halinde imha edilerek ortadan kaldırdı. Ermeni halkına karşı gerçekleştirilen söz konusu katliam, İttihat ve Terakki yönetimindeki devlet aygıtı tarafından en ince ayrıntılarına kadar planlanmış yüzyılın sistemli ilk soykırımı olarak tarihe geçti.
Savaş sonrasında Ermeni katliamından sorumlu bazı yetkililer hakkında kısmi davalar açılsa bile, adaletin tecellisi bakımından bu davaların etkisi sınırlı kaldı.
İşin esas dramatik yönü ise, Birinci Dünya Savaşı’nın kaybedilmesinden sonra İttihat ve Terakki yönetiminin Enver, Talat ve Cemal paşalardan oluşan troykası soluğu yurtdışında alırken, bu hareketin omurgasını oluşturan kadrolar Anadolu’ya geçerek yeni kurulan Türk devletinin dümenini ele geçirdi.
Kurulan yeni devlet görünüşte hem Osmanlı hem de İttihat ve Terakki yönetiminden radikal bir biçimde kopmuş görünüyordu. Ama gerçekte değişen bir şey olmamıştı, söz konusu inkârcı ve soykırımcı zihniyet farklı kılıflar altında yeni devleti yönetmeye devam etti.
Ermeni ‘ayak bağı’ndan kurtulan İttihatçılar, bu kez Türk ulus-devlet projesinin önünde en büyük engel olarak Kürtleri gördü. Kürtleri Türk etnik kimlik potası içinde eritmeye yöneldi. Yaptıkları ilk şey Kürt kimliğini inkâr etmek oldu. Bu olmayınca asimilasyona başvurdular, bu da tutmayınca sürgün ve tehcire giriştiler. Fırsat bulduklarında da Kürt halkına karşı en vahşi katliamlara girişmekten kaçınmadılar.
Aynı zihniyet kâh Alevileri ötekileştirdi, kâh etnik ve dini azınlıkları düşmanlaştırdı. Duruma göre Müslüman toplumunun büyük bir kesimini ötekileştirdi.
Amaç, bu coğrafyanın doğasından kaynaklı etnik, dini ve kültürel farklılıkları yok etmek, toplumun bütün çoğulcu yönlerini ve insani zenginliklerini ortadan kaldırmaktı. Bu ise otoriter ve militarist yöntemlerle olabilecek bir şeydi. Türkiye’nin otoriterleşme hikayesi de esas olarak bu kısır döngüden kaynaklı.
Ermeni halkına karşı yapılan hiç kuşkusuz gerçek anlamda bir soykırımdı. Ve bu aynı zamanda insanlığa karşı işlenmiş bir suçtu. Söz konusu katliam bağlamında rakamların fazla bir anlamı yok. İnsan kayıplarının beş yüz bin ile bir milyon beş yüz bin olması arasında vicdani açıdan hiçbir fark yok. Unutulmasın, Naziler, Yahudi katliamına girişirken İttihatçıların gerçekleştirdiği Ermeni katliamından esinlendi. Polonya’yı işgal ettiği gece Hitler, ‘Ermenilerin yok edildiğini kim hatırlıyor ki’ diyecekti yanındakilere,
Türkiye geçmişi ile açık ve cesur bir biçimde yüzleşmedikçe, geçmiş olanca ağırlığı ile onun belini bükmeye devam edecektir. Türkiye’nin önündeki temel sorun, yeni bir gelecek kurmadan önce geçmişe adalet ilkesi ve demokrasi perspektifinden yeniden yaklaşmaktır. Bu ise dar anlamda bir tarihi sorun değil, esas olarak siyasal bir konudur. Ve böyle olduğu içindir ki Ermeni sorunu salt tarihçilere bırakılamaz. Ermeni meselesi insani, ahlaki ve vicdani bir perspektiften yeniden ele alınmayı gerektirir.
Bu konuda tarihi deneyimlerin ortaya koyduğu şudur.
Türkiye’nin, yüz yıllık travmadan kurtuluşunun yolu 1915’te yaşanan trajediyi onaylamak, Ermeni halkına karşı işlenen insanlık suçunu kabul etmekten geçer. Kurbanların hatıralarını onurlandırmak ve kalanların acılarını sağaltmak için devletin özür dilemesi son derece önemli.
Öte yandan Ermeni halkının yaşadığı büyük trajedinin tanınması yönünde Türkiye’ye dönük baskılar her geçen gün artıyor ve çember giderek daralıyor. Türkiye’yi yönetenlerin söz konusu tepki ve beklentileri küçümseyen tutumu sağlık alameti değil. Öfke ve nefret dolu tepkilerle geçmişi savunma refleksinin kimseye kazandıracağı bir şey yok. Yapılacak şey bir halkın yok edilmesiyle sonuçlanan 1915 soykırımını tanımak, Ermeni halkının onur, kimlik ve acılarına saygı göstermektir. Türkiye’yi geçmişin dayanılmaz ağırlığından kurtarıp özgürleştirecek tek yol budur.
Hem ayrıca korkulacak bir şey de yok.
Chris Hedges’in dediği gibi; Geride kalan çok az sayıdaki ermeni artık evlerine dönmek istemiyor. Tazminat talebinde bulunmuyor, sadece yok edilişlerinin kabul edilmesini istiyorlar. Bu, artık Ermenice konuşmayan ama içlerinde hiç dinmeyecek bir hıncın tohumlarını taşıyan üçüncü ve dördüncü kuşak Ermenilere geçen tek miras, ahlaki bir saplantı.
- Geri
- Ana Sayfa
- Normal Görünüm
- © 2009 İlke Haber
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.