22 Kasım 2024
  • İstanbul7°C
  • Diyarbakır8°C
  • Ankara12°C
  • İzmir18°C
  • Berlin0°C

"ERKEK EGEMEN" KLİŞESİNİ TERK ETME ZAMANI HİÇ GELMEYECEK Mİ?

Fatma Barbarosoğlu

07 Haziran 2010 Pazartesi 18:10

Siirt'ten ve dahi Türkiye'nin dört bir tarafından gelen haberler, kanımızı dondurmaya devam ediyor.

Kanımız donuyor ama sağlıklı bir yerden tartışıp, olan biteni anlamaya çalışmıyoruz.

Her olaya uyarlayabileceğimiz yargılar, bizi "anlamaya çalışmak" mesaisinden kurtarıyor.

Olan biten her olayı "erkek egemen" klişesi üzerinden değerlendirmek gibi bir lüksü var Türkiyeli sosyal bilimcilerin.

Bir okka turp nereye tutarsan tut hesabı, her soruya "erkek egemen bir toplum" olduğumuz için diye cevaplayabiliyor sosyal bilimcilerimiz.

Oysa sosyal bilimlerin ilk ve en temel dersi sosyal olayların tek bir etken ile açıklanamayacağıdır.

Erkek egemen kavramı 19.Yüzyılın kavramı idi.

Hadi biraz daha zorlayalım ve 20 yüzyılın ortalarına kadar getirelim kavramın işlerliğini ve dahi işlevselliğini.

Ama orada biter.

21 Yüzyılda erkek egemen kavramı açıklama gücü olmayan bir kavramdır.

Çünkü 21 yüzyılda erkek egemen kavramı yerine azalan erkek kimliği kavramını merkeze koymak icap edecektir. Üremenin bir teknoloji haline gelmesi, kadınların sosyal hayatta artan etkileri, kitle iletişim araçlarının etkisi, erkeğin kimliğini kurduğu alanları daraltmış yer yer imha etmiştir.

Türkiye 1839'dan beri geçiş toplumu sancıları yaşıyor. Tanzimat döneminde medeniyetimizin akmakta olduğu yolu değiştirmiştik. Ama değişimin zihniyet boyutu daha ziyade üst taban ile sınırlı idi.

Orta ve alt sınıfların değişim seyrini izlemek için Çok partili hayata ve çok sesliliğe eşlik eden askeri müdahalelerin izini sürmek gerekiyor. Bir genişleme ardından daralma, bir genişleme ardından daralma.

Genişleme ve daralmalar sosyal süreçlerin kendi tabi yolunu izlemesini engellemiş, aşırı antibiyotik tedavisi gören bünyenin bağışıklık sisteminin çökmesi gibi bir netice oluşturmuştur.

Siirt'teki olaylar bağışıklık sistemi çökmüş bir bünyenin tepkileri ve tepkisizliği. Siirt Pervari'de yaşananların ataerkillik ile bir ilgisi yok. O eylemi yapanların da "çocuk suçları" kategorisinde değerlendirmek son derece yanlış.

Çocuk pornosu üzerinde hassasiyetle durulması gerekiyor. Hatırlayacaksınız birkaç yıl önce bu sitelere girişin ne kadar yüksek olduğu rakamlarla ortaya konduğunda, o dönemde Kadın Ve Aileden sorumlu Devlet Bakanı olarak görev yapan sayın Nimet Çubukçu Rus kullanıcıların Türkiye üzerinden giriş yaptıkları ile durumu açıklamıştı.

Sıkıntı şu: Hem halkımızda hem de siyasilerimizde "ne oluyor bize?" diyerek önce bir panik havası yaşanıyor ardından medyanın olayları abarttığı üzerinden bir savunmaya geçiliyor. Derken savunu medyayı suçlamak ile son buluyor.

Medyanın kullandığı pornografik dile benim de itirazım var. Aşırı tasviri dile itirazım var. Ama olanlar olmaya devam ederken; bunu engellemek yerine olanlar olmaya devam etsin ama medya bunları haber yapmasın anlayışı çok yanlış ve tehlikeli bir anlayış.

Özgüveni yüksek, denetimi önemseyen yöneticiler, eleştirilerden ancak istifade ederler. Eleştirilerin kendi işlerini kolaylaştırdığını bilerek dikkatlerini bu noktaya yoğunlaştırırlar. Ama Türkiye'de hala daha Emrullah Efendi'nin "şu okullar olmasaydı Milli Eğitimi ne güzel yönetirdim anlayışı hakim. Şu medya olmasa Türkiye'yi ne güzel yönetirdim. Hayır yanılıyorsunuz. Medya işini iyi yaptığı zaman Türkiye demokratik bir ülke olabilir.

Medyanın tuttuğu yol doğru mu? Yanlış. İyi niyetli yapımcılar bile tecavüz haberlerini nereden tartışacağını bilemiyor.

Meseleyi doğru yerden tartışabilmek için başlangıç olarak şu alt başlıkları çıkarttım:

—YBO (yatılı bölge okulları) çözüm değil sorun üretiyor. Orada bir okul açtım gitmesem de görmesem de benim okulumdur anlayışını MEB ve hükümetin acilen gözden geçirmesi gerekiyor. Kuzuların Kurtlara peşkeş çekildiği bir denetimsizlik var okullarda. Köy Enstitüleri tecrübesinin getirmiş olduğu olumsuz etkileri hatırlamakta fayda var.

-Kırsal kesimdeki yozlaşma konusunda iki temel eksikliğin göz önünde bulundurulması gerekiyor. Yatılı bölge okulu anlayışı ile öğretmenlerin halk üzerindeki olumlu etkisi ortadan kalmış; imamların aşırı bir vurgu ile "devlet memuru" haline gelmesi, imamın cemaatinden duyduğu sorumluluk bilincini imha etmiştir

—Her okula bilgisayar "kondurularak" çocuklar bilgi toplumuna dâhil edilmiş olmuyor. Çocuk pornosunda akıllara ziyan pek çok siteye yeni müdavim kazandırılmış oluyor. Okullardaki bilgisayarların denetlenmesi konusunda acilen köklü çözümlerin üretilmesi gerekiyor.

—Öğretmenlerin ve din görevlilerinin "zamane çocukları ve gençleri" konusunda bilgilendirilmesi gerekiyor. Öğretmenler ve din adamları kendi çocukluk ve gençliklerini merkezde tutan eğitim anlayışını uygulamaya devam ettikçe, gençlerin ve çocukların manevi olarak donanım kazanması mümkün görünmüyor.

—Üniversitelerin; Sosyoloji, psikoloji, antropoloji bölümleri ile Türkiye'nin yedi bölgesini ele alan ve uzun süreli yerinde gözleme dayalı projeleri hayata geçirmeleri gerekiyor. Her türlü meseleyi "erkek egemen klişesi" ile açıklamaya kalkan; elindeki kitaba toplumu uydurmaya çalışan son kullanma tarihi geçmiş fikirlerle ne sorunu teşhis etmemiz, ne de çözüm üretmek için çaba sarf etmemiz mümkün görünmüyor.

Yorumlar
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.