ERİTME POTASINDAN POZİTİF AYRIMCILIĞA
Orhan Miroğlu
11 Ağustos 2011 Perşembe 11:46
Pozitif ayrımcılık tartışması büyüyor.
Bu tartışmalar bence demokratik sürece ve eğer yeniden başlayacaksa –ihtimaller giderek zayıflıyor– açılım politikalarına da sadece katkı sunabilir.
Sadece katkı sunabilir diyorum, çünkü pozitif ayrımcılığı ben bir alternatif çözüm modeli olarak önermiş değilim. Çözüm modelimiz her ne olacaksa, bu uygulamadan yararlanmak mümkün olabilir diyorum.
Karşı görüşte fikir beyan eden değerli yazarlar, bu politikaların Türk milliyetçilerini ve ırkçılarını daha da azdıracağını iddia ediyorlar ve halkın da buna hazır olmadığını söylüyorlar.
Milliyetçiler ve ırkçılar ne yaparsanız yapın, onların her daim kanı kaynamaya devam edecek. Ama Türk halkının, savaş mağdurlarının yüzbinlercesine kucak açmış bir toplum olarak, mağdurların durumunu eşitlemek için uygulanacak politikalara itiraz edeceğine ve bunun da durumu daha da zorlaştıracağına inanmamız için, ortada ciddi bir sebep yok.
Hiç sorun yaşanmadı demek istemiyorum, her şey güllük gülistanlık değil tabii.
Elbette her iki toplumun bu zor zamanlardaki tarihsel karşılaşması birçok sorun yarattı. Araya ciddi mesafeler girdi.
Ama bunun en önemli sebebi, İstanbul’a ya da İzmir’e gelmiş Kürt’ün göreceli zenginleşmesi filan değildir.
Etnik hınç ve öfkenin zaman zaman gelip sınıra dayanmasının en büyük sebebi, 25 yıldır devam eden iç çatışma, ya da düşük yoğunluklu tabir edilen savaştır.
Bu kadar ölüme, ihlale ve haksızlığa rağmen, her iki toplumun birarada yaşamaya devam etmesi bile kanaatimce bir Türkiye mucizesi olarak görülmelidir.
Birarada kalmaya devam etmenin çarelerini tartışabilmemiz, ‘birliğimizi’ korumamız bu mucizenin hayrınadır.
Kürt sorunu, Cumhuriyet politikalarıyla yüzleşme sorunu, bu politikalarla hesaplaşma sorunudur. Bu hesaplaşmayı göze alan bir siyasi iktidar, sadece ekonomi ve eğitim alanında durumu eşitleme politikalarıyla yetinemez.
Ne demek istediğimi anlatmaya çalışayım. Diyarbakır Cezaevi’nin müze yapılması, Mustafa Muğlalı Kışlası’nın adının değiştirilmesi, devletin Kürtler’e yapılanlardan ötürü özür dilemesi, savaş mağdurlarına yönelik sadece maddi değil, manevi programların hayata geçirilmesi; inanın Şırnaklı ve Hakkârili birkaç gencin pozitif ayrımcılık gereği üniversitelere alınmasından daha önemli sonuç verir ve daha iyileştiricidir.
Kürtler’in bugün Türkiye’nin neresinde yaşıyor olurlarsa olsunlar, ekonomik açıdan en dezavantajlı grup-halk olduklarını yazdım. Tartışmaya katılanlar bu önemli veriden her nedense söz etmediler.
Bir şey daha söyleyeyim o zaman: Bu kadar yoksul olan insanlar, farklı bir etnik kategoriye ait olduklarını düşündüklerinde, etnik kimliklerini daha kararlı bir biçimde savunurlar.
Kürtler’in hâlihazırdaki durumu budur. Kürtler, bu ülkenin en yoksul halkı, ama aynı zamanda da, etnik kimliğini onuru olarak gören ve bu onuru da sonuna kadar savunmaya kararlı bir halk..
Bu gerçeği kabul etmeden, pozitif ayrımcılık dâhil, herhangi bir tartışma yürütmenin faydası olmaz.
Türkler’in ve Kürtler’in eşitlik temelinde beraber yaşayabileceklerine inanan, Türkiye Cumhuriyeti yurttaşı bir Kürt olarak, Kürtler’in Cumhuriyet’ten bu yana karşı karşıya kaldıkları muamele, tarihte hangi halkın karşılaştığı muameleye benziyor diye bazen soruyorum kendime.
Ermenilerin durumuna benzemiyor. Bunu geçiyorum. Ermeniler etnik soykırıma uğradılar. Bugün sayıları yüz bin bile değil. Benim ilçem Midyat’ın nüfusu kadar yani.
Kürtler’in durumu Süryanilere de benzemiyor. Süryaniler, kendi yurtları olan Turabdin’de birkaç binle ifade edilen bir nüfusa sahipler, 1915’te onların da başına kötü şeyler geldi, yok edildiler, göç ettiler vs.
Kürtler Amerika’nın yerli halkı Kızılderililere de benzemiyorlar. Kızılderililer de kalmadı..
Sanırım, Kürtler’in Müslüman olması onları toptan bir etnik temizliğe uğramaktan kurtardı.
Çünkü Müslüman İttihatçılar Müslüman olan Kürtler’in zamanla Türkleşebileceğine inanıyorlardı.
Ulus-devlet, özel Türkleşme programlarıyla bunu denemedi değil, ama sonuç başarısız oldu.
Kemalistler, Kürtler’in bütün ulusal farklılıklarını ortadan kaldırmak ve Kürtler’in Türkleşmesini veya Türkler’e benzemesini istediler.
Bir çeşit Kemalist Melting Pot politikası uygulandı.
Bu bakımdan ABD yurttaşı zencilerin yaşadıklarıyla biz Kürtler’in yaşadıkları arasında ciddi benzerlikler var. Bilinçaltında kendini aşağı görme gibi bir his değil bu.
Rengimiz farklı olsa da biz Kürtler’in durumu ABD yurttaşı zencilerin durumunu akla getiriyor.
Kemalistlerin uyguladığı politika, ABD’nin ilk zamanlarda uyguladığı ‘melting pot’ politikasına benziyordu.
Bu erime potasını kabul etmez, Metin Heper gibi, hâlâ Kürtler’in inkâr ve asimilasyona uğramadığını, cumhuriyetçi kadroların, Kürtler’i makbul etnik bir kimliğe, yani Türklüğe, kibarca ve zorlamadan davet ettiğini düşünüyorsanız, İlker Başbuğ’la, bugünlerde yapılan, ‘Kandil’e nasıl sefer yapılır’ tartışmasına Şükrü Elekdağ’ın izniyle dâhil olursunuz; ama pozitif ayrımcılığı tartışmanıza bu durumda gerek de kalmaz, lüzum da...
ABD’de, ‘eritme potası ulusçuluğu’, bu ülkede yaşayan farklı uluslardan grupların-halkların, farklılıklarını ortadan kaldırmayı ve onları benzer kılmayı amaçlayan bir politikaydı.. Amerika hiçbir etnik aidiyeti tanımadığı gibi, anayasası da topluluk haklarına kapalı bir anayasaydı.
Bu yüzden, 60’lı yıllarda uygulamaya giren pozitif ayrımcılık politikası Amerikan tarihinde önemli bir dönüm noktası oldu.
Gerisini değerli bilim insanı Füsun Üstel’den okuyalım:
“Olumlu ayrımcılık –affirmative action–, başlangıç noktası itibariyle, Amerikan toplumundaki siyahların her anlamdaki gelişimini ve toplumsal terfiini yaklaşık yüzyıl boyunca engelleyen yasa ve gelenek temelli ırk ayrımcılığının sonuçlarını telafi etmeye yönelikti.
Söz konusu politikanın uygulamaya konulması sürecinde, başta istihdam ve eğitim olmak üzere çeşitli alanlarda kota ve tercihli muamele siyasetleriyle, toplumun en az avantajlı kesimlerine fırsat eşitliğinin sağlanmasına çalışıldı. İlk kez J.F. Kennedy tarafından kullanılan olumlu ayrımcılık kavramı, Johnson ve Carter dönemlerinde sistematik bir politikaya dönüştü. Bu süreçte etnik topluluklara istihdam konusunda çeşitli kolaylıklar sağlanmasından federal eğitim burslarının etnik toplulukların nüfuslarına bakılmaksızın bir dizi uygulama yürürlüğe konuldu.” (Füsun Üstel, Yurttaşlık ve Demokrasi, S: 25 ve sonrası, Dost Yay., 1999)
Pozitif ayrımcılık ABD’de, yirmi yıl uygulandıktan sonra, eleştiriler almaya başladı.
Bu eleştirilerden biri, siyahların sayılarını aşan oranda ‘özel muameleye’ tabi tutulduğu şeklindeydi.
Pozitif ayrımcılığa yapılan ikinci eleştiri, Özkök’ün yaptığı eleştirinin benzeriydi:
Bu eleştiriye göre, pozitif ayrımcılık, ‘eşitlik’ ilkesini zedeliyor ve ‘liyakat ilkesini’ de gayrı meşru yollarla tehdit ediyordu.
Buna rağmen, pozitif ayrımcılık ilkesi sadece ABD’yle sınırlı kalmadı. Birçok ülkenin sosyal politikalarına, hukukuna girdi. (12 Eylül referandumunda kadınlara, yaşlılara, güçsüzlere ve engelli vatandaşlara pozitif ayrımcılık ilkesini oyladığımızı hatırlamada fayda var.)
Eşitlik ilkesi derken bir an düşünmeden edemedim.
Ertuğrul Özkök bir yazar, ben de öyle sayılırım.
Ama benim yazdığım gazeteyle, Özkök’ün uzun yıllar genel yayın yönetmenliği yaptığı ve şimdi yazarı olduğu gazete arasında önemli bir fark var.
Taraf’ın logosunda ‘Düşünmek Taraf Olmaktır’ diye yazıyor.
Ama Hürriyet hâlâ ‘Türkiye Türklerindir’ logosuyla çıkıyor.
Eğer başımıza bunca felaket gelmişse, Kürtler bu melting pot politikalarının baş sloganına isyan ettikleri içindir.
Ama Hürriyet başımıza dertler açan bu sloganla çıkmaya devam ediyor.
Merak ediyorum gerçekten ve hiçbir art niyetim yok.
Yarın bir kısım Kürt aydını ve yazarı logosunda ‘Kürdistan Kürtlerindir’ diye yazan bir gazete çıkarırlarsa haklı olabilirler mi?
Sakin olun!
Konumuz gereği bunu da tartışmalıyız..
- Geri
- Ana Sayfa
- Normal Görünüm
- © 2009 İlke Haber
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.