19 Nisan 2024
  • İstanbul16°C
  • Diyarbakır27°C
  • Ankara22°C
  • İzmir23°C
  • Berlin7°C

ERDOĞAN’LA PUTİN 5 SAAT BUNU MU KONUŞTULAR?

Murat Yetkin

06 Mart 2020 Cuma 11:28

Belki “Bir fotoğraf bin kelimeye bedeldir” demek basmakalıp gelebilir size ama çoğunlukla doğrudur. Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın 5 Mart’ta Kremlin Sarayı’nda Rus ev sahibi Vladimir Putin’le yaptığı 5 saat 40 dakika süren görüşmeden çıkarken çekilen bu fotoğraf sizde olumlu ve iyi çağrışımlar vaat eden bir izlenim bırakıyor mu?

Gece saatlerinde bir şekilde Beştepe’nin gayrı-resmî görüşü olarak 6 Mart’ta hükümet çizgisindeki gazete ve televizyonlarda hep bir ağızdan maruz kalacağınız “bilgi notunu” görme imkânım oldu. Daha ilk maddede, gelinen nokta “yeni bir başarı” olarak anılıyordu. Şehitlerden, kayıplardan tek satır bahis yok ama Rusya’nın “çok boyutlu ilişkilerimizi rejimin hırs ve kaprislerine kurban etmemek için anlaşma yoluna gittiği” değerlendirmesi var. Erdoğan’ın, Putin’le görüşmek için İstanbul toplantısını yapmayıp Moskova’ya giderek Rusya’yı bizle anlaşmaya mecbur ettiği, bunun da “lider diplomasisi” sayesinde olduğu izlenimi verilmek isteniyor.

Anlaşma mı var, ortak açıklama mı?

Oysa yüzeydeki yaldızı biraz kazıyınca görünenler biraz farklı.

Öncelikle şunu söyleyelim: Umarız çatışmalar gerçekten durur, İdlib’ten daha fazla şehit haberi gelmez. Bu belki şu anda en önemlisi.

Diğer yandan, 5 saat 40 dakika yüz yüze, ya da “kısıtlı formatta” konuşmak sadece Türk ve Rus liderleri için değil, başka bütün liderler için de uzun bir süre. Böylesi bir krizin ortasında, üst düzey Türk ve Rus diplomatların, şehit haberleri ve operasyonlara rağmen ara vermediği haftalar süren görüşmeler de göz önüne alınırsa, gerçekten uzun bir süre.

Bu sürenin sonunda, bir de Dışişleri ve Savunma bakanlarının da katılımıyla “heyetlerarası” görüşme yapıldığı biliniyor, çok daha kısa. Ardından Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu ve Rus Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov üç maddelik bir ortak açıklama okudu. Buna göre;

1- “Temas hattı boyunca tüm askeri faaliyetler” 5 Mart’ı 6 Mart’a bağlayan gece yarısı durdurulacak,
2- Halep-Şam arasındaki M5 karayolunu, Akdeniz kıyısındaki Lazkiye’ye bağlayan M4 yolunun kuzey ve güneyinde 6’şar kilometre derinliğinde bir “güvenlik koridoru” oluşturulacak,
3- Mart 15 itibarıyla bu koridorda Türk-Rus ortak askeri devriyesi başlayacaktı.

Anlaşamamakta mı anlaştılar?

Bu kadar uzun ve ayrıntılı görüşmelerden sonra, alınabilecek asgari sonuç sayılması gereken bu ortak açıklamanın üç hedefi olduğu anlaşılıyor:

1- Bu tür bir çatışmanın, en azından Türk ve Rus askerlerini karşı karşıya getirecek bir çatışmanın yaşanmasına engel olacak önlemler almak,
2- Taraflar belli olmasa da bir ateşkes sağlandığı açıklaması yaparak, her iki tarafın da toplantıdan istediğini alamamış halde çıktığı mahcubiyetinden kaçınmak,
3- Her ikisi de daha çok Rusya’nın lehine olan enerji ve silah ticareti ve Türkiye’nin lehine turizm ve tarım ihracatı temelindeki ilişkinin devamını sağlamak.

Diğer yandan iki liderin tutumları arasında üç temel farklılık dikkat çekiyor.

1- Ateşkese, ki genellikle çatışan taraflar arasında kullanılır, “ateşkes” dahi denmemiş ortak açıklamada. “Tüm askeri faaliyetin durdurulması” denmiş ki bu doğal olarak Türk ve Rus birliklerinin dışında Suriye rejim güçleriyle, terörist sayılan gruplar dışında kalan devlet-dışı grupları kapsıyor. Rusya ve Türkiye’nin Suriye ordusu ve diğer bütün gruplar üzerinde tam kontrole sahip olduğuna dair kuşkular mevcut. Nitekim, Erdoğan’ın tören ardından Lavrov’un elini sıkarken bir yandan Çavuşoğlu’na Rusların Esad’la görüşüp görüşmediğini sorması medyaya yansıdı. Güven eksikliği Erdoğan’ı ek önlem almaya zorluyor.

2- Putin, görüşme öncesinde, 27 Şubat’ta 34 askerin şehit olmasıyla sonuçlanan saldırılarda Türk birliklerinin orada olduğuna dair kimseye bilgi verilmemiş olduğu sözlerini tekrarladı. Putin ayrıca, Erdoğan’dan önce telefonla görüştüğü Avrupa Birliği (AB) Konseyi Başkanı Charles Michel’e İdlib’teki son tırmanışın “teröristlerin kışkırtmasıyla” olduğunu söylemişti. (Bu arada Michel’in bir gün önce, 4 Mart’ta Türkiye’ye gelip Erdoğan ile Yunanistan sınırına dayanıp Almanya başta, bütün Avrupa hükümetlerinin uykusunu kaçıran göçmen sorununu konuştuğunu hatırlatalım). Ancak Erdoğan çatışmaların Suriye rejim güçlerince kışkırtıldığını söylüyor. Bu da bir sorun.

3- Erdoğan, Türkiye’nin Suriye rejim güçlerinin saldırılarına karşılık verme hakkını saklı tuttuğunu açıkladı. Bu arada ABD Dışişleri Bakanı Mike Pompeo da Türkiye’nin Suriye saldırılarına cevap vermesini desteklediklerini söylemişti. Buna karşı Putin de “teröristlerle savaşı” sürdüreceklerini vurguladı. Ankara ve Moskova’nın terörist kavramının tam örtüşmediğini söylemeye sanırım gerek yok.

Tabii bir de “temas hattı” tanımı var. Bununla Soçi hattı mı, yoksa çatışmaların geçtiğimiz gece yarısı itibarıyla dayandığı hattın mı kast edildiği açık değil. Bu önemli, çünkü Soçi hattı esas alınmışsa, İdlib etrafındaki 12 gözlem noktasından -bildirildiğine göre- 10’u etrafındaki abluka kalkacak demektir. Bu da açık değil.

Öyle bir görüntü var ki adeta Erdoğan ve Putin “anlaşamamakta anlaşmışlar” ama kaybet-kaybet durumlarını kazan-kazan gösterebilmek gayretiyle bunu açıkça söylemiyorlar.

Bugünden yarına muhtemel sonuçları

Önce kriz ve toplantı sonunda gelinen nokta:

1- Erdoğan, Putin’den tam istediğini alamadı ama Puti destekli Esad güçleri de Türk ordusunun şiddetli misilleme harekâtı sayesinde İdlib’i geri alamamış oldu.

2- Ordu, “Bahar Kalkanı” adı verilen bu harekâtla Suriye ordusundan geriye kalanına ağır hasar verdi. Rusya’nın bir aşamadan sonra devreye girmediği ortamda, Türk malı SİHA’lar dahil orduda yeni askeri yeteneklerin ortaya çıktığı görüldü.

3- Rusya’nın ısrarını kırmasında Türkiye’nin harekâtı kadar, ABD ve NATO’nun, Suriye’nin saldırılarına karşı Türkiye’nin yanında olduğunu ilanının payı oldu. Bu durum sadece Rusya’ya Türkiye’nin hala Batı sistemi içinde bulunduğunu hatırlatmakla kalmadı, aynı zamanda 2014 Kobani olayından bu yana ABD ile açılan aranın kapanmaya başlayabileceğini gösterdi.

Şimdi de muhtemel sonuçları:

1- “Ateşkes”, Türk-Rus ortak devriyesinin başlayacağı 15 Mart’a dek tutulabilirse, bu bile başarı sayılmalıdır. Bunun bir anlamı da Esad’ın durumunun İdlib krizi çıkmadan öncesine göre de zorlaştığı ve artık Cenevre Konferansından kaçınamayacağıdır,

2- Ateşkes bir süre daha korunursa, Bu Suriye’den Türkiye’ye göçmen akımını belki bir miktar yavaşlatır ama Türkiye’den Avrupa’ya akışı yavaşlatacağına dair bir işaret halihazırda yok. NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg, 5 Mart’ta AB’nin Türkiye’yle bir şekilde yeni bir anlaşmaya mecbur olduğunu söyledi,

3- Erdoğan’ın Rusya’ya kalıcı olarak güvenemeyeceği, Amerikalı ve Avrupalı müttefiklerle ilişkileri normalleştirmenin bir yolunu bulması gerekiyor; tabii burada AB ülkelerinden de adım beklenmesi doğal. Bir başka açıdan bakıldığında, Batının bizde görmeyi tercih ettiği “Yeni-Osmanlıcık” tezlerinden sonra, “eksen kayması” tezlerinin de sonuna gelinmiştir. Ancak içeriden baktığımızda yaşananların son on yıldır, Arap Baharı’nın Orta Doğu dengelerini dağıtmasından itibaren dış politikaya hakim olan, fazla iddialı çizginin çökmeye başlaması olarak görmek de mümkün.

Erdoğan-Putin görüşmesine “dağ fare doğurdu” demek haksızlık olur ama dengelerde pek bir değişikliğe yol açmadığı da görülüyor. Akıllardaki soru yine de yanıtlanmamış vaziyette duruyor: Erdoğan ve Putin 5 saat 40 dakika boyunca ne konuştular? Sadece bunları mı? Yoksa mesela S-400’ler, Akkuyu filan da var mıydı? Öğrenince onu da yazmaya gayret ederiz.

Yorumlar
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.