24 Kasım 2024
  • İstanbul5°C
  • Diyarbakır7°C
  • Ankara0°C
  • İzmir7°C
  • Berlin11°C

ERDOĞAN, GÜLEN, ÖCALAN

Mücahit Bilici-

23 Kasım 2013 Cumartesi 08:49

Yeni Türkiye’nin üç büyük gücü olan Parti, Cemaat ve Örgüt aralarında hem savaş ediyor hem de barış yapıyorlar. Bu troykaya ister Parti, Cemaat ve Örgüt deyin, ister Erdoğan, Gülen ve Öcalan. Hatta İslami bir dağarcıktan isimlerle: Halife, İsa ve Mehdi de diyebilirsiniz. Öcalan’ın dindarlığı elbet şüphelidir ancak kurtarıcılık iddiası ve liderlik anlayışının Mehdiyane olduğu açıktır (Öcalan’ın Newroz deklarasyonu ile birlikte Örgüt de İslam’ın, en azından Misak-ı Millici Müslümanlığın içine taşınmış oldu).

Örgüt
hem bir parti hem de bir cemaat iken Cemaat hem bir gayriresmî parti hem de sivil bir örgüttür. Parti ise kuşkusuz iyi bir örgüttür ve hatta cemaat olmaya bile çalışıyor denebilir. Ayrıca her bir aktörün diğerlerine ilişkin kaygıları ve kıskançlıkları var. Mesela, dindar/milli nesil yetiştirmekten, silah bırakmaya, Kürtçe televizyondan Kürtçe eğitime kadar değişik alanlarda tarafların rekabeti var.

Genel bir kural olarak şunu söyleyebiliriz: Bir yerde üç aktör biraraya geldiğinde bu üç aktörün ikisi bir olup üçüncüyü ya döverler ya da arka plana atarlar. Bu işlem taraflardan bir tanesinin tek başına yapamayacağı kadar ağır bir işlemdir. Hatta teke tek olan savaşlarda bile karşı tarafı suçlu göstermeyi mümkün kılan konfor ve mazeret bu üçüncü taraftan devşirilir. Ya öbür taraf üçüncü tarafın desteği ile mağlup edilir ya da karşı taraf, üçüncü tarafın kiriyle pis gösterilir. Parti Örgüt’le işbirliği yapmakla suçlanırken, Örgüt Cemaat dershanelerinin kapatılmasına destek verir.

Bu üç aktör arasında bir tarafta barış süreci olurken, diğer tarafta sürece dönüştürülmüş bir savaş devam ediyor. Parti ile Cemaat arasında son dönemde şiddetlenen savaş bu açıdan adı konmamış bir süreç savaşı ya da savaş süreci olarak görülebilir. Uzun soluk ve stratejik düşünme Türkiye siyasetine nüfuz etmiş ve bir süreçler siyasetine dâhil olmuş durumdayız. Barışlar da savaşlar da zamana stratejik olarak yayılmış süreçler üzerinden gerçekleşiyor.

Evvelce, siyaset denen kutuplaştırıcı ve tarafgir edici eksenin bundan sonra dindar blokun içinden geçeceğini, “İslam içi siyaset” kavramsallaştırmasıyla dile getirmiştim. Hatta İslam’ın içine yani dindarlararası yüzeye taşınan siyasetin dindarlar için daha önce belki de hiç hissedilmemiş bir ihtiyaca sebebiyet vereceğini ve hakiki bir demokrasi için dindarların bir nevi iç savaş tecrübesi yaşamak zorunda kalacaklarını söyleyebiliriz.

Şimdiye kadar az çok yekdiğerine muhtaç parçalardan oluşmuş bir kütle hâlinde hareket eden dindar blokta çok derin bir yarılma var. Parti, Cemaat ve Örgüt’ün üçü de birbirlerine çok zarar verebilecek ve ittifak ettiklerinde ise tarih yazabilecek güçte aktörlerdir. Şu an ister adı Parti ve Cemaat savaşı olsun, ister Parti ve Örgüt barışı olsun, yaşananlar demokrasinin oturması için kaçınılmaz olan gelgitlerdir. Mecburiyetten ve zaruretten kardeşlikler ve eşitlikler yerini özgürce ve hazmedilmiş bir saygıya terk edecek. Bugün yaşadığımız ve bir süre daha yaşayacağımız itiş kakıştan bir toplumsal sözleşme çıkacak mı? İnşallah. Hatta toplumsal sözleşme böyle bir itiş kakış olmadan çıkmıyor. Yoksa dünyada çok iyi yazılmış anayasalar çoktur. Fakat o anayasaya, o toplumsal sözleşmeye ihtiyaçla ve can havliyle sarılacak vatandaş profilinin gelişmesi, adalet ve eşitlik ihtiyacının kendini hissettirmesi şarttır. Kardeşliklerin yalan, eşitliklerin ise sahte kısımları bu itiş kakışlar sayesinde dökülünce, yeni bir toplumsal sözleşme mümkün olacak.

Yorumlar
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.