04 Aralık 2024
  • İstanbul8°C
  • Diyarbakır5°C
  • Ankara4°C
  • İzmir11°C
  • Berlin5°C

EN BÜYÜK KAST

Hidayet Şefkatli Tuksal

07 Şubat 2013 Perşembe 08:28

Geçen hafta Rahatsız Erkekler grubundan bahsetmiştim sizlere, onların çalışmalarından ve düzenledikleri bir atölye çalışmasından; ilgi görmesi beni sevindirdi. Bu köşede Rahatsız Erkekler’e mümkün olduğu kadar sıkça yer vermeye çalışacağım, bilginize... Bu günlerde Rahatsız Erkekler Grubu’nu ortaya çıkaran Pippa Bacca cinayetine benzer bir cinayeti, kayıp haberinden, cesedin bulunmasına ve sonraki araştırma soruşturma safhalarına kadar an be an medyaya yansıyan bir kadın cinayetini konuşuyoruz gene.

Şüyuu vukuundan beter rahatsızlık yarattı

Sarai Sierra
bir aktivist, bir barış gelini filan değil; hatta İstanbul’a iddia edildiği gibi fotoğraf çekmek için gelip gelmediği bile tam olarak belli değil ama belli olan bir şey var, bu kadın hunharca öldürüldü. Günde neredeyse üç kadının kocası, eski kocası ya da erkek arkadaşı tarafından öldürüldüğü ülkemizde, bu tür cinayet haberlerine çok alışmış olsak bile, gene de bu cinayetin sarsıcı başka bir tarafı var. İstanbul’a yalnız gelmiş bir turist kadının bu şehirde güvende olamayacağını ele veren bu cinayet, vukuundan çok, medyadaki şüyuu nedeniyle rahatsızlık yarattı. Bizim kültürümüz zaten yalnız başına gezen bir kadına hiçbir zaman saygı duymaz, onun hikâyesinde tekinsiz yanlar arar ve bulduğunda da o kadının başına gelenleri hak ettiğini düşünür. Böyle bir durumda, bu işi medyada gereksiz yere abartarak, turizm gelirlerimizi etkileyebilecek şekilde Türkiye’nin imajını sarsacağından endişelenen pek çok insan olduğunu düşünüyorum. Bu tür yorumları bizzat kulağımla da duydum zaten. Ancak sevdiğim bir kadın arkadaşımın köşesine bile sızan bir eleştiri, sızlanma var ki, haklı olsa bile, zamansız ve yersiz diye düşünüyorum. Sibel Eraslan Star gazetesindeki köşesinde, (6 Şubat 2013) medyada bu olayın “Kayıp Amerikalı kadın” nitelemesiyle verildiğini belirterek şöyle eleştiriyor:

“Amerikalı kadın fotoğrafçının kaybolması üzerine adeta boğulduğumuz bilgilendirmenin sadece medyatik abartı olduğunu söyleyemeyiz. Politik bir kast teorisinin şifreleri saklı bu maruz kalışımızda. Amerikan vatandaşı olmanın ayrıcalıklı üstünlüğü Sarai’yi diğer kayıp dosyalarının en üstüne çıkarmaya yeterli hem de tek başına...

Suriye’deki kayıp kadınlar ve Irak’ın işgalinden bu yana dört bin kayıp Iraklı kadındansa kimsenin haberi yok... Kimdi onlar, isimleri nelerdi, içlerinden kaçı fotoğraf çekmeyi bilirdi, kaçının iki çocuğu vardı, bilmiyoruz. Onlar nostaljik bir istatistiğin içinde yuvarlak rakamların arasında kaynamış gitmiş kadınlar.”

Evet, söylediği şeyler hiç de yanlış değil Sibel’in, ancak böyle bir cinayet işlendiğinde bence bakmamız gereken yer öncelikle burası olmamalı. Ya da, Sarai ile birlikte savaşlarda, işgallerde eziyet görmüş, kocasını/çocuklarını kaybetmiş, tecavüze uğramış ya da hayatını kaybetmiş bütün kadınları içine alacak daha geniş bir çerçeve çizebilmeliyiz. Bu çerçeve, şiddeti meşru bir yöntem olarak gören “erkeklik ve iktidar” ilişkisi dikkate alınarak çizildiğinde, aklımızın almadığı pek çok şeyin, aslında ilgisizmiş gibi görünen pek çok şeyin aynı çerçeve içinde yer aldığını görebiliriz pekâlâ. Bu yüzden, bu tür haberlerde Sibel’in altını çizdiği türden “politik bir kast teorisinin şifreleri” saklı olsa da, bütün ulusları, devletleri, güç odaklarını aynı paydada buluşturacak şekilde ortaklaştıran, en yaygın kastın “erkeklik” olduğunu unutmadan da bakabilmek lazım diye düşünüyorum.

Yorumlar
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.