ELEŞTİRİLER
İsmail Beşikci
11 Şubat 2015 Çarşamba 20:19
Ew Jin û Mêrê Bi Maske yazısı üzerine bazı eleştiriler oldu. Bu eleştirilere kısaca değinmenin yararlı olacağı kanısındayım.
İlhami Sertkaya’nın, 3 Şubat 2005 tarihli eleştirel notları dikkat çekici. İlhami Sertkaya, asimilasyonun çok yoğun, çok derin olduğunda söz ediyor. “Bunu, Zazaca yazdığım, ‘Sosinê û Gulîzarê’ romanımdan net olarak anladım” diyor. Romanının ilgi görmediğini, okunmadığını dile getiriyor.
İlhami Sertkaya, daha evvel yayınladığı Zazaca romanının yine ilgi görmediğini belirtiyor. Yazar, ismini vermediği bu romanının Zazaca’nın şaheseri olduğunu da belirtiyor. “Ama, Haydutların Kuşatması isimli Türkçe romanım ilgi gördü” diyor.
İlhami Sertkaya, bağımsız bir yazar olduğunu vurguluyor. “Eğer bir Kürd partisinde yer alsaydım, parti kendi politik çıkarları uğruna benim romanımdan söz edebilirdi” diyor.
İlhami Sertkaya, “Zaten perişan olan Zazaca, dil duyarlılığından çok siyasete kurban gidiyor. Böyle olunca da, kimseler bu romanımı ne okur, ne o emeğin hatırına bir selam verir. Romanımı Zazaca ile ilgilenenler bile okumadı” diyor. “Formalite yaklaşımlar, imkan sahipleri adeta, Zazaca emeği kuşatmış durumdalar” diyor.
İlhami Sertkaya, “Zazaki romanım, Hasan Cemal’in Kandil’e gidip Delila romanını Türkçe yazmasına denk geldi. Ona olan ilgi baş döndürücüydü. Oysa ben Delilaları, onların anadiliyle yazmıştım, ilgi sıfırdı” diye eklemektedir.
İlhami Sertkaya, yine o günlerde yazdığı ikinci bir notunda, “dersiminfo sitesi günümüzde tek Zazaca sitedir” diyor.
İlhami Sertkaya’nın, 10 Şubat 2015'de, kurdistanactuel’de yayımlanan “Ürperiyorum” başlıklı yazısı da dikkate değer. Yazar, burada da Zazaki’ye ilgi gösterilmediğini dile getirmektedir.
Bu eleştirel notlarda, Zazaca’ya karşı umursamama diyebileceğimiz bir tutum sergilendiği dile getirilmektedir. Bunun toplumsal, psikolojik nedenleri üzerinde durmak önemlidir. Zazaki edebi ürünler, örneğin romanlar, öyküler, şiirler vs. yazılması, asimilasyona karşı önemli direnç olur. Asimilasyonun üstesinden gelmek için, Zazaki’ye ilginin gelişmesi gerekmektedir.
Hüsen Düzen’in eleştirisi de önemlidir. Hüsen Düzen, Suzan Samancı’ya, anadili Kürdçe’yle yazmadı diye çok eleştiri yapıldığını vurguladıktan sonra, “Suzan Samancı, Kürdçe’sini ilerleterek edebi bir Kürdçe eser ortaya koydu, buna ilk hoş geldin diyenler Suzan Samancı’yı eleştiren bu çevreler olmalıydı” diyerek o çevrelere sitem etmektedir.
Hüsen Düzen, “Benzer bir tavır İlhami Sidar’a da gösterildi. İlhami Sidar da Türkçe yazdığı birkaç romanı ile tanınıyordu ve anadiliyle yazmadığı için eleştiriliyordu. O da Suzan Samancı gibi büyük bir gayretle Kürdçe’sini ilerleterek 2011'de, Tehma Xweliyê, 2013'de Jan adlı romanlarını anadiliyle yazdı” demektedir. İlhami Sidar’ın, yakında, üçüncü Kürdçe romanı Xewneke Payizê’nin çıkacağını da haber vermektedir.
Husen Düzen, “Yazıda, sadece, yurt dışında yaşayan yazarlardan isim verilmektedir. Halbuki, Yaqob Tilermeni, Şener Özmen, Ciwanmerd Kulek, gibi, ülkede yaşayan ve Kürdçe eser veren onlarca yazar da vardır…” demektedir.
Hüsen Düzen, “Kürdçe yazmak elbette önemlidir ama, yazıda sözü edilen yazarlar, 'Kürd yazar' unvanını aldıktan sonra, eserlerini Türkçe’ye çevirtiyorlar, diğer dünya dillerine değil de, kendilerine dayatılan Türkçe’ye çevirtiyorlar” demektedir. Yazıda da belirtilen yazarlardan, Rojen Barnas hariç, hepsinin de bu tutum içinde olduğunu vurgulamaktadır.
Bu tür yazılar, eleştiriler, kanımca çok değerlidir. Bu eleştiriler sayesinde, Kürdçe yazan diğer yazarlardan da haberdar olmaktayız. Kürdçe yazan, ama kamuoyu tarafından fazla bilinmeyen birçok yazar daha olabilir. Bu tür eleştiriler onların da gün yüzüne çıkarılmasına yardımcı olur. Kürd yazarların, eserlerini, çok kısa bir zamanda Türkçe’ye çevirtmeleri ise olumsuz bir tutumdur.
Recep Maraşlı, Ev Jin û Mêrê bi Maske yazısı ile ilgili eleştirisinde, İnka, Astek, Maya medeniyetlerinin İspanyollar ve Portekizliler tarafından nasıl yok edildiğini, örneğin, İspanyolca’nın da yerli halklara dayatıldığını, bunun normal karşılanmaması gerektiğini belirtmektedir.
Recep Maraşlı’nın bu eleştirisiyle ilgili olarak şu söylenebilir: Orta Amerika’da ve Güney Amerika’da, Maya, İnka, Astek medeniyetlerinin yerli halkların, özellikle İspanyollar tarafından zulümlerle katliamlarla yok edildikleri, onların, altın gibi zenginliklerine nasıl el konulduğu büyük bir gerçekliktir. Bartolomeo de las Casas (1474-1566), (Yerlilerin Gözyaşları, Yerlilerin Yok Edilişinin Kısa Tarihi, (İngilizce’den ve Özgün İspanyolca metinden karşılaştırarak çeviren Oktay Etiman, 3. Baskı, İmge Yayınları, Eylül 2014) isimli kitabında bu vahşet çok zengin olgularla dile getirilmiştir. Bartolomeo de la Casas, Cristopher Colombus’un ( ya da Türkçe okunuşuyla: Kristof Kolomb) ikinci seferine katılmış bir rahiptir. Bu katliamları, vahşeti başka rahipler de anlatmaktadır. Eduardo Galeano da, (doğumu 1940) Latin Amerika’nın Kesik Damarları isimli kitabında bunları anlatmaktadır.
Burada başka bir ilişkiye daha dikkat çekmek gerekir. Bugün, Mozambik (nüfusu 26 milyon) Angola (nüfusu 22 milyon) Guinea Bissau, (nüfusu 2 milyon) gibi devletler resmi dil olarak Portekizce’yi kullanmaktadır. Batı Sahra’da (nüfusu 600 bin) da resmi dil, İspanyolca ve Arapça’dır.
Mozambik, Angola ve Guinea Bissau 1970’lerin ortalarında, Portekiz’e karşı bağımsızlık savaşı vermiş, 1975'te her üç devlet de bağımsız olmuştur. Bağımsız olduktan sonra kendi iradeleriyle, Portekizce’yi resmi dil olarak benimsemişlerdir. Batı Sahra, 1976'da İspanya’dan ayrılmıştır. Halen fiili olarak Fas tarafından yönetilmektedir. Sahra Arap Demokratik Cumhuriyeti’nin bağımsızlık talebi, referandum isteği halen tartışmalı bir konudur.
Mozambik, Angola ve Guina Bissau, bağımsız olduklarından sonra, Portekizce’yi kendi iradeleriyle tercih ettiler. Yerli dillerin gelişmemiş olması, buna neden olabilir. Ama, Kürdistan’da, özellikle Kuzey Kürdistan’da bir dayatmadan, Türkçe’nin, Kürdlere dayatılmasından söz etmek gerekir.
Burada farklı bir konu gündeme gelmektedir. İspanyolların ve Portekizlilerin Orta Amerika’da, Güney Amerika’da bulunmalarıyla, Afrika’da bulunmaları arasında çok önemli farklar vardır. Örneğin İspanyollar, 16. yüzyılın başından beri Orta Amerika’ya ve Güney Amerika’ya göç etmişlerdir. Orada çoğalmışlar, kendi yönetimlerini kurmuşlardır. Bu süreçte yerli halka zulüm yaparak, katliam yaparak onların zenginliklerine el koymuşlar, onları köleleştirerek kendi ekonomik, toplumsal ve politik çıkarları doğrultusunda kullanmışlardır. Bu katliamlarla yerlilerin nüfusunda çok büyük azalmalar olmuştur.
İspanyolların ve Portekizlilerin, Afrika da bulunmaları da Orta ve Güney Amerika’da bulunmaları da, sömürgeci emellerle ilgilidir. Ama, Orta ve Güney Amerika’da o kadar çok birikmişler ki orada kalıcı olmuşlar, devlet kurmuşlardır. Ama, Afrika’da, bağımsız devletler oluşmasından sonra oradan çekilmek durumunda kalmışlardır.
19. yüzyılda, Orta Amerika’da ve Güney Amerika’da üç grup halk vardır. İspanyollar, İspanyolların, yerlilerle birlikteliğinden oluşan melezler ve yerliler. Yönetici İspanyollar, melezlerle de işbirliği yaparak, yöneticiliklerini pekiştirmektedir. 19. yüzyılda, örneğin, yönetici İspanyollar, hem İspanya’ya karşı, hem de yerlilere karşı bir mücadele yürütmektedir. İspanya’ya karşı bağımsızlık mücadelesi yürütülmektedir. Çünkü Orta Amerika’daki ve Güney Amerika’daki İspanyollar güçlenmişlerdir. Ekonomik, toplumsal ve politik güç sahibi olmuşlardır. Yerlileri sömürerek, onları köleleştirerek, onların maddi zenginliklerine el koyarak bu gücü elde etmişlerdir. Yerlilere karşı yürüttükleri mücadelesi, şüphesiz, onları baskı altına alma, kölelik ilişkilerini koruma mücadelesidir. Artık bu zenginliklerini İspanya ile paylaşmak istememektedirler. İspanya’ya karşı bağımsızlık savaşı böyle gündeme geliyor. Bağımsızlık savaşları sonunda oluşan devlet de kendi dilleri, İspanyolca resmi dil oluyor.
O yıllarda, yerliler ile İspanyollar arasında kölelik ilişkileri vardı. Örgütsüz ve bilinçsiz yerliler, yeni kurulan devlete kendi yerli dillerini resmi dil olarak kabul ettirebilirler miydi? Orta Amerika’da ve Güney Amerika’da, yerli dilleriyle araştırmalar, ancak, 2000’lerde gündeme geldi.
1776’da, Kuzey Amerika’da İngiltere’ye karşı bağımsızlık savaşı verenler, daha çok, İngiltere’den, Amerika’ya göç etmiş olan İngilizlerdi. 1900 yıllarında, Güney Afrika’da, İngiltere’ye karşı bağımsızlık savaşı verenler, daha önceleri Hollanda’dan ve İngiltere’den, Güney Afrika’ya göç etmiş, orada çoğalmış olan Hollandalılar ve İngilizlerdi yani Boerlerdi.
- Geri
- Ana Sayfa
- Normal Görünüm
- © 2009 İlke Haber
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.